Avatar
Selahattin Adıgüzeller

Daktilo şeridine takılan anılar…

Gazetecilik mesleğine başladığım ilk günden itibaren hep bir daktilom olsun istemişimdir…

Özenirdim olanlara…

Küçük olsun benim de olsun, evimin en sakin köşesinde dursun…

Koyayım yanına da bir top saman A4 kağıdını…

Evde el ayak çekilince, yapayım sütlü kahvemi, oturayım daktilomun başına, gece lambasının ışığında, tıkır tıkır yazayım bir şeyler…

İnsanların mışıl mışıl uyuduğu saatlerde, daktilomun tuşlarına, satır aralarına saklanan ilhamla harfleşelim, dertleşelim…

Roman ağır gelirdi de daha çok öyküler, şiirler yazmak isterdim.

 

*

 

İzinli veya tatil günlerimde de, alıp daktilomu koltuk altıma, gideyim Mudanya’ya, denize en yakın bir tenha çay bahçesinde kurayım tezgahımı…

Balıktan ümidini kesmiş simide kanat çırpan aç martılara, köpüren mavi dalgalara, güneşi batıran balıkçı teknelerine bakarak, iyot kokulu barış ve sevgi şiirleri yazayım durmadan…

Parmaklarımın üşüdüğünü, çay bardağını tuttuğumda hatırlayayım.  

Bu hayalimi gerçekleştirmek için defalarca para biriktirdim de…

Almak kısmet olmadı bir türlü…

Tam daktiloyu almaya niyetlendiğim günlerde, ya evin daha acil bir ihtiyacı çıktı, ya yakın çevremin…

 

*

 

Zamanla, bilgisayarla tanışınca, bir de teknolojik rahatlığına alışınca, daktilo hayalimi, anılarımın tozlu raflarına attım gitti…

Fakat yıllar sonra, yazar adayı şair oğlum, o raftaki tozları üzerime üfleyiverdi ne yazık ki!

Hafta içi…

Akşam eve bir geldim, yemek masasının üzerinde, genelde arzuhalcilerin kullandığı model, eski bir daktilo…

Harflerin çoğu silik, tuşlarında yılların sayfalar dolusu yorgunluğu…

“Hayırdır! Bu ne, arzuhalciliğe mi niyetlendin evlat? Evdeki iki bilgisayar yetmiyor muydu?” diye takıldım oğluma…

Güldü:

“Bırak espriyi de babam, nasıl çalışıyor bu meret göstersene!”

 

*

 

Meğerse, yazmak için değil sırf odasına nostaljik bir dekor olsun diye, internetten görüp almış…

Zaten yazmaya da mecali yoktu daktilonun…

Yine de bir umut deneyelim dedik…

Yalnız unutmuşum kağıdın nasıl konulacağını, sağını solunu kurcalayıp sonunda A4 kağıdını koydum ama tuşlar bastığım yerde kalıyordu…

Tamir edeyim derken şeridindeki mürekkebe bulaştı ellerim, ellerimden yüzüme gözüme derken anılara…

O an daktilo şeridi gibi geçti gözlerimin önünden yıllar…

Haberi daha önce yazmak için muhabir arkadaşlarla gazetede verdiğimiz tuşları ve şeridi en sağlam  daktiloyu kapma mücadelesinin hatta kavgasının tadı da bir başkaydı…

Yapılan o mürekkep kokan haberlerin de!

 

Kansızlar!

 

Daha İstanbuldaki kahpe saldırının acısı yüreğimizi kavururken, dün de Kayseri‘de yandı içimiz…

Yine sinsice, yine kalleşce saldırdılar.

İşte bunlar, silahsız askerlere saldıracak kadar korkak, kahpe, hain, şerefsiz ve kansızlar!

O bombaları patlatan zavallılar, onları besleyen üzerimize salan küresel caniler, er ya da geç akıttığınız o kanda boğulacaksınız!

Değil 40 yıl, bin yıl da geçse;

Ülkemizi Ortadoğu bataklığına çekemeyeceksiniz!

Bizi, Libya’ya, Irak’a, Suriye’ye döndüremeyeceksiniz!        

BOB’unuz değil topunuz da gelseniz, bizi bölemeyeceksiniz!

Bunu bildiğiniz için kuduruyorsunuz…

Kudurun bakalım…

Kuduran köpeğin akıbeti bellidir!

Kayseri’deki şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralananlara acil şifalar, ailelerine ve ülke olarak hepimize sabırlar diliyorum… 

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X