Niyazi Pakyürek
Niyazi Pakyürek

İslam ve batı

Yaklaşık iki yüz yıldır, köklü bir medeniyet buhranı yaşıyoruz. Tarihimizde yaşadığımız bu ikinci medeniyet buhranı sarsıcı bir fetret döneminin zuhur etmesine yol açtı.

İslam medeniyeti, Toynbee’nin yerinde tanımlamasıyla,” Osmanlı’nın durdurulması”yla  birlikte, tarihin yapılanmasında özne rolü oynama konumunu yitirdi; ilim, fikir ve sanat geleneklerini yeniden üretemez ve geliştiremez hale geldi.

Dünya şu anda bir çağ körleşmesi yaşıyor. Çağ körleşmesi iki dönemde tezahür ediyor: birincisi, bütün küre sathında hükümfermâ kılınan hakim çağ, tek duyma, bilme, düşünme, varolma ve yaşama biçimini bütün dünyaya hakim kıldığı için, insanı ve insanlığı sadece kendisine, kendi ağlarına ve bağlarına, kendi bağlamlarına ve dünyasına kapatıyor; başka çağların önünü tıkıyor. Bu durum tam manasıyla çağ’a mahkûmiyet hali üretiyor.

İkincisi de, başka çağrıların, yani başka medeniyetlerin, dinlerin, felsefelerin çocuklarının kendi çağrılarıyla ilişkilerini koparıyor, sakatlıyor ve bitiriyor. Bu durum ise, kendinden mahrumiyet hâl-ı pür melâli üretiyor.

 Herkes birbirine sağır ve kör yaşıyor. İnsan yol fikrini, merak duygusunu, merhamet hissini, hayret duyma yetisini bitirmiş, nezaketini, zerafetini, estetiğini tamamen kaybetmiştir. Bir yok oluş ve yok ediş biçimine dönüşen medyatik “ varoluşunun”, insanı asimilasyonun kendine, hakikate, dünyaya ve tarihe yabancılaşmanın eşiğine fırlatıyor; insanı ân’a hapsediyor ve insanı soru sorma, merak etme, geçmiş ve gelecek spectrumda yolculuk yapabilme imkânlarını iptal ediyor.

Sömürgecilik ve daha geniş anlamda emperyalizm, sadece belirli ülke veya bölgelerin doğal kaynaklarına el koyması, ekonomilerinin merkeze bağlanması değildir. Ülke siyasetlerinin de bugüne ait her şeylerinin denetim altında tutulması da değildir. Bu gaspın sürekli olabilmesi için, ülke tarihinin merkeze bağlanması, merkez’in bakışıyla yeniden yazılması gerekir: Asıl emperyalizm budur.

On sekizinci yüzyıl bireysel sömürgecilik çağıydı. Her ne kadar Doğu Hind Şirketi gibi girişimler kral ve aristokrasiden büyük destek alıyorduysa da, sonuçta ‘sömürgenler’ birey veya grup halindeydi. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında sömürgecilik toplumsal bir karaktere büründü.Sanayileşen/ kapitalistleşen Avrupa toplumlarının iç çelişki ve sorunlarına bir cevap olarak, sistemleştirildi. İngiltere yi yönetmekle sömürgeci olmak özdeşleşti. Brantlinger, İngiliz devlet adamlarından hareketle, süreci şöyle özetliyor:

Sömürgeler Bakanı(1895-1903) Josep Chamberlain, sosyalizme ve yeni doğmuş İşçi partisine doğrudan rakip olarak’ toplumsal emperyalizm’ kavramını icat etti. Elmas kralı Cecil Rhodes ise emperyalizmin yurt içinde sosyalizme nasıl bir alternatif oluşturabileceğini formüle etti:” Birleşik Krallık’ın 40 milyon sakinini kanlı bir iç savaştan alıkoymak için, biz sömürgeci devlet adamları, fazla nüfusu yerleştirecek ve onlar tarafından fabrika ve madenlerde üretilen mallar için yeni pazarlar sağlayacak yeni topraklar kazanmalıyız. İç savaşı önlemek istiyorsanız, emperyalist olmak zorundasınız.” Kapitalizm sınırsız sermaye birikimi olduğundan, kazancın işçi sınıfı ile paylaşılmadan mevcut sermaye stokuna eklenmesi gerekiyordu. Bu durumda işçilere sus payı olacak kaynak dışarıdan, sömürgelerden sağlanmalıydı. Bu zihniyet böyle devam edip gidiyor. Soru şu: Daha ne kadar gidebilecek? 

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X