Avatar
Olay Gazetesi

Paradoks

Kulağa çok bencilce gelebilir ama, benim son zamanlardaki yaşam mottom “sen varsan her şey var”dan yola çıkıp kendine ve özsel değerlerine itibar etmek… Düşünebiliyor musunuz, çocukluğunu Ömer Seyfettin ve Kemalettin Tuğcu’ larla yoğurmuş bir bireyin dönüşümü ne kadar ironik? Benden gerisi teferruat diyerek, boş vermişliğim falan yok ama, yıllar sonra dünyanın merkezinin insanın kendi dünyasının değerleri ayırdına varabildim.

Bilmiyorum tabii ki bu sonuçta, deneyimlediğim bir ton parametrenin yanı sıra, dün bıraktığımız havanın ertesi güne iz bırakmaması da etken olabilir. Ha bir de ergen olmam da algılarımın dönüşümünde dominant bir etki yaratmıştır muhakkak.

Yıllar önce Stefano D’Anna’nın seminerlerinde ve kitaplarında ekonomimin sosyolojiden beslendiğini, arz-talep dengesinin dahi algı yönetimiyle oluştuğunu öğrendiğimde henüz bu kıvamda değildim!

Geçen yıllar, hızla değişen alımlar, tüketirken tükenen topluma dönüşen eko sistemimiz. Sahip olduklarımızın merkezi yönetimimizi hızla ele geçirmesi, konfor alanından çıkmama neden oldu diyebilirim.

Çok uzağa gitmeden etrafımıza bir baktığımızda her türlü argüman kullanılarak dayatılan algıların ekonomimizi, siyasi konjonktürümüzü yönettiğini görebiliyoruz. Bunun yan bileşenleri olarak “korkuların pazarlanması” da insanların düşünce tarzlarına da yansıdı. Tercihlerini etkiledi.

Örneğin, kaynakları bu kadar zengin bir ülkede yaşayan 75 milyon insan açlıktan ölebileceklerine inandırılarak sürekli belirli bir formatta çalıştırılırken, tohumların, hayvanların genetiğiyle oynanıyor. İnsanın temel hayat kaynağı dahi kontrol altına alınıyor. Ortaokul yıllarındayken en sıradışı öğretmenimiz suyun dahi ambalajlanıp pazarlanabileceğini söylediğinde bütün sınıf yine uçtu diye düşünüp gülüşmüştük. Hadi bakalım şimdi geldiğimiz noktada öğretmenimizin öngörüsü, su kaynakları, petrol dahil, tüm kaynaklardan hayati bir konuma gelmiştir.

İçtiğimiz su için bile başkalarına bedel ödememiz gerekiyor. Bunun içinse hızlanıp çok çalışmak gerekiyor. Artık günümüzde kuluçkaya yatmayan tavuklar, filiz vermeyen tohumlar ya da çekirdeksiz meyveler, kurbağa larvasının gençleştirici olduğu söylenen kremler en lüks mağazalarda, şık ambalajlarında alıcılarını bekliyor. Bütün bunlara ödediğimiz bedel, aslında ürüne mi, vaat edilene mi karışmış durumda gözüküyor.

Tatminsiz, teknoloji bağımlısı gençlerle birlikte bizler de geçmişten gelen paradigmalarımızı rafa kaldırıyoruz. Bunca insan yanlış düşünüyor ya da uyguluyor olamaz deyip yaşayıp gidiyoruz.

Yaşadıklarımızın çoğu, kişisel gelişimi tetiklerken, kendi geleneksel değerlerimizi sorgulatmadan var olan oyuna dahil olmamızı hızlandırıyor.

Yeni konjonktürde, oyuna hızla dahil olup sonuca çabuk ulaşanlara başarılı deniliyor. O sonuca ulaşırken yaşanan süreçler, ödenen bedeller, heba edilirken ilişkiler pek de kimsenin umurunda değil!

Mesele şu ki, her gün daha fazlasına sahip olma dürtümüzün obezliği, geçmişimizi, ilişkilerimizi normal seyrinden, dengesinden uzaklaştırıyor.

Sürekli revize edilen maddesel hedefler, her türlü koşula rağmen beklenen sonuçlar, içimizdeki Kemalettin Tuğcu çocuğunu da iyice pısırıklaştırıyor.

Sanıyorum on yıl önceydi, Amerika’da çileden çıktığım bir günü anımsıyorum. Hep mutlu, pozitif yüzleriyle gördüğümüz Amerikalıların akşam mesai bitiminde acil alerji ilacı için insiyatif almalarını beklediğimde bir anda şok olmuştum. Demek ki, sabah her şey yolundayken gösterilen sıcaklık, güleryüz belirli bir formatın yansımasıydı. Hissedilmeden, içselleştirilmeden kurulan satış odaklı ilişkilerden bir sahneydi yaşananlar. Ta ki gerçek yüzlerini açacak bir olayla karşılaşana dek.

O dönemde hummalı bir şekilde Dale Carnegie ve Covey eğitimlerini tamamlamaya çalışıyordum. Oysa sistematik ve iyi ambalajla bize sunulan bilgiler bizim geçmiş kodumuzda var olan değerlerdi.

O yıllarda “müşteri sadakati” terminolojisi yine Amerika’dan bize ulaşmıştı. Şimdilerde düşünüyorum müşteri sadakati son derece yeni tüketim eğilimimizde ütopik bir yaklaşım olarak kaldı.

Bırakın müşteri sadakatini, sosyal ilişkilerde sadakat eski güncelliğini kaybetti.

Başarının güncel tanımlarından biri belirlenen ciro hedeflerini, verilen termlerde yakalamak oldu kurumlar için. Sürdürülebilir yaşam modeli için hızla yayılan “kullan-at” yaklaşımı ebola virüsü gibi gözümüzü korkutmaya başladı.

Kolektif belleğimizde yer alan “bir fincan kahvenin, kırk yıl hatırı vardır” düşüncesinden yola çıktığımızda, bir fincan espresso’ya tüm belleğimizi teslim etmemeliyiz!

Keyifli pazarlar!

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X