Niyazi Pakyürek
Niyazi Pakyürek

Bir nostalji

Herkes gibi ben de nisan yağmurlarını severim. Ilık bir havada yağan yağmur içimi ferahlatıyor. Yağmurun ardından açan güneş ve güneşin ardından tekrar yağan yağmur yaşama sevincini güçlendiriyor. Ama her taraf betonlaştığı için yağmurla toprağın birleşmesinden yayılan o mükemmel kokudan mahrum kalıyoruz.

Ben 1957’den beri Vatan Mahallesi’nde oturuyorum. Bizim evimiz inşa edildiğinde mahallenin sekizinci evi olmuştu. Bizden önce Selam Amca (Selam Sultansu) ve bir iki yakını gelmişti. Daha önce gelmiş olan iki Rizeli aile vardı. Bu ailelerden birine komşu olmuştuk. Diğeri beş yüz metre ileride idi.

Evimizin inşa halini şöyle hatırlıyorum. Evin yapıldığı alanda toprak yığılmış, küreklerle bu toprak yan tarafa aktarılıyor,su ile karıştırılıyor içine saman atılıyor, tahtadan yapılmış olan kalıplara dolduruluyor  ve kuruması için boş bir yere diziliyordu. Ne kadar sürdüğünü bilmiyorum ama dedem, ninem, babam, annem günlerce bu kerpiç işi ile uğraşmışlardı. En sonunda iki odası bir holü olan ev meydana gelmişti.

Yol yok, su yok, elektrik yok. Belki de o zaman itibarıyla bunların hiç birine ihtiyaç yoktu. Kışın şartlar ağırdı ama yaz günleri kara sinek, sivri sinek dışında hiçbir şikâyetimiz olmazdı. Baharı, bahar, yazı, yaz kışı da kış gibi yaşardık. Nisan yağmurlarına olan sevgim, toprak kokusuna duyduğum hasret o günlerin nişanesidir.

Nisan, mayıs aylarında yağan yağmurda ıslanmak, toprak ve ona karışan otların, yaprakların, çiçeklerin kokusunu  teneffüs etmek bambaşka bir keyifti. Baharla birlikte her taraf yemyeşil olur, Ağaçlar taze yaprakla süslenir, çiçeklenir, kuşlara kucak açar ve bizlere gülümserdi.

Tabiatın canlanışı müthiş bir şeydi. Gündüzleri bize gülümser geceleri sohbet ederdi. Gece gündüz insana dinginlik veren sakinlik… Bugün bunu anlayabilmek mümkün değil.

Sabah bülbül sesiyle kalkar gece bülbül sesiyle yatardık. Sanki o zamanın tavuklarının sesi çok daha gürdü. Tavuk bir yumurtlamasın, ortalığı velveleye verirdi. Horozların sabaha karşı ötüşleri bugün dinlediğimiz birçok müzikten çok daha ahenkli ve dinlendiriciydi. Uzaktan gelen köpek havlamaları, eşek anırmaları, at kişnemeleri huzur ve güç verirdi.

Bu hal 1970’e kadar sürdü. 1970’ten sonra her şey yavaş yavaş değişmeye başladı. 1974’te elektrik, 1978’de şebeke suyu geldi. (Bunların da ayrı bir hikâyesi var.) Mahalle hızla büyümeye başladı. Yeni imkânlar geldi, eski tatlar kaçtı.

Toprak, çimen, çiçek kokuları gitti, egzoz gazı kokuları yerini aldı. Bülbüller bir daha gelme mecesine gitti. Tavukların velvelesi, horozların melodileri kayboldu. Artık köpekler havlamıyor. At ve eşekler hayata küsmüş sesleri kısılmış  görünmüyorlar. Sizi bilmem ama ben bunların eksikliğini hissediyorum.

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X