Mangrov ormanları yüksek miktarda karbondioksit tutmaları sayesinde iklim değişikliği ile mücadeleye katkı sağlarken uzmanlar, bu ormanların azalmaya başlamasının doğal afetlerin sayısını artırabileceği değerlendirmesinde bulunuyor.
Gelgit olaylarının yaşandığı okyanus kıyılarında yetişen ağaç ve bitki topluluklarından oluşan ve zengin bir biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapan mangrov ormanları ekosistemin devamlılığı açısından önem taşıyor.
Dünyada en fazla mangrov ormanı Güneydoğu Asya’da bulunurken bu bölgede yer alan Endonezya, gezegendeki toplam mangrov ormanlarının 5’te 1’ine sahip durumda. Brezilya, Avustralya, Meksika ve Nijerya ise mangrov ormanlarının neredeyse yarısını barındırıyor.
Küresel Mangrov İttifakı (GMA) tarafından hazırlanan Dünya Mangrovlarının Durumu 2022 Raporu’na göre, yüzde 42’si korunan alanlarda bulunmasına rağmen 1996’da 152 bin 604 kilometrekare olan mangrov alanları 2020’ye kadar 5 bin 245 kilometrekarelik kayıpla 147 bin 359 kilometrekareye düştü. 2010 yılından 2020’ye kadarki 10 yıllık süreçte 600 kilometrekare mangrov alanı yok olurken bu kaybın 373 kilometrekaresi doğrudan veya dolaylı insan faaliyetleri nedeniyle yaşandı.
Hindistan’daki Sundarban Milli Parkı ve Bangladeş’teki Sundarban Ormanı, dünyanın bağlantılı en büyük mangrov ormanlarını oluşturuyor. Ormanda benekli geyikler, nesli tükenme tehdidi altındaki bengal kaplanları da dahil çok sayıda canlı yaşıyor.
ABD’nin Florida eyaletinde bulunan Everglades Milli Parkı, ülkenin en büyük mangrov ormanına ev sahipliği yapıyor. Parkta Amerika aligatoru, manati ve 360’a yakın kuş türü bulunuyor.
Kuzey ve güney yarım küre arasında köprü görevi üstlenen Galapagos Adaları, sahip olduğu mangrov ormanları ile Ekvator’un kuzeyinde yaşayan tek penguen türü olan Galapagos penguenini topraklarında barındırıyor.
Dünyanın en büyük ikinci adası Papua Yeni Gine ise geniş alana yayılmış 37 tür mangrov ağacından oluşan ormanları ile yerel halklar için balık başta olmak üzere ıstakoz ve mangrov yengeci gibi kabuklu deniz ürünleri sunuyor.
Doğu Afrika kıyılarında yer alan Madagaskar’daki mangrov ormanlarında deniz kaplumbağası, Nil timsahı ve 20’den fazla lemur türü yaşıyor.
“İklim değişikliği ile mücadeleye katkı sağlıyor”
AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Bursa Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Temel Sarıyıldız, dünyanın birçok noktasında mangrov ormanlarına rastlanabileceğini, Asya’da 5,5 milyon, Afrika’da 3,3 milyon, Kuzey ve Orta Amerika’da yaklaşık 2,6 milyon, Güney Amerika’da 2,1 milyon, okyanusların çevresinde ise 2 milyon hektara yakın alanda mangrov ormanı bulunduğunu belirtti.
Sarıyıldız, mangrovların tropik ve yarı tropik alanlar olarak adlandırılan Ekvator’un 30 derece kuzey ve güneyinde yayılım gösterdiğini, yıllık sıcaklığın 19 derece üzerinde seyrettiği ve yağış miktarının da 1500-3 bin milimetre arasında bulunduğu coğrafyalarda mangrovlara rastlanabileceğini kaydetti.
Türkiye’deki subasar (longoz) ormanlarının mangrov ormanlarıyla benzerlik gösterdiğini ancak tür, fauna, flora ve iklimsel olarak mangrov ormanlarından farklılaştığını vurgulayan Sarıyıldız, şunları söyledi:
“Dünyada da subasar ormanları var. Subasar alanları, tatlı su kaynakları olarak düşünürsek, tatlı su kaynakları karasal alanların yüzde 3’ünü oluşturuyor. Bu yüzde 3’ün de yüzde 60’ı subasar ormanlar. Türkiye’de 3 bin 800 hektarlık alan Karacabey Subasar Ormanları olarak geçiyor. İğneada’da 2 bin 500, Hendek’te 1650, Adapazarı’nda 3 bin, Meşeli Göl’de 500, Sakarya Acarlar’da 3 bin, İzmit’te 250, Sinop’ta 100 ve Samsun’da 86 hektar bulunuyor. Ama mangrova tür olarak baktığımızda Türkiye’de yoktur.”
“Bu alanları korursak düzensiz iklimsel olayları engellemiş oluruz”
İklim değişikliğiyle mücadelede karbondioksiti tutan orman varlığının artırılması ve var olanların da korunmasının öneminden bahseden Sarıyıldız, kızılağaç ve dişbudak gibi bitkilerin 450 ton, yapraklı türlerin 80 ton ve iğne yapraklıların da 77 ton karbon tutabildiğine, mangrovlar için ise bu rakamın 692 ton olduğuna dikkati çekti.
Karbon yutağı görevi üstlenen bu alanların tarıma açılmasıyla yıllardır toprakta birikmiş karbondioksitin açığa çıkacağı uyarısında bulunan Sarıyıldız, “Mangrov ve subasar alanlar korunduğunda ortamdaki karbondioksit tutulmuş oluyor, aslında sıcaklık artıyor gibi algılamamak gerekiyor, biz bunlara sapmalar diyoruz ve sonucunda Karadeniz’de görülmeyen hortumlara ve sellere neden oluyorlar. Biz bu alanları korursak düzensiz iklimsel olayları engellemiş oluruz.” dedi.
Mangrov ve subasar ormanlarının iklim değişikliğinden ve buna bağlı sıcaklık ve yağış dengesizliklerinden etkilenerek küçüldüğünü bildiren Sarıyıldız, insanların da tarım faaliyetleri nedeniyle bu alanları bilinçsiz şekilde kullanabildiğini anlattı.
Susabar ve mangrov ormanlarını besleyen nehirlerin kenarında yapılan tarımsal faaliyetler esnasında kullanılan zehirli maddelerin azot ve fosfor gibi ötrofikasyon denilen kirlenmelere neden olduğuna, nehir kenarlarına dikilecek söğüt ve kavak gibi kökleri uzun ağaçların ise azot ve fosforu tutabileceğine değinen Sarıyıldız, sözlerini şöyle tamamladı:
“Toprakları bozduğumuz zaman erozyon meydana geliyor ve topraklar fakirleşiyor. Topraklardan canlılar çıkarılıyor bu da bir diğer riski oluşturuyor. Bursa’da çok yaygındır, sülükler alınıyor. Ama sülükler acaba ekosistemden alındığında ne oluyor? Bu gibi olayları engellersek ya da bu bilinci yerleştirirsek mangrovları ve sulak alanları koruyabiliriz.”