Avatar
Olay Gazetesi

Kırmızı okyanusumuz

Hadi bakalım! Bu hafta da küçük kızının popüler masal kitaplarından birini dinleyeceğiz diye düşünüyorsanız, hiç heveslenmeyin; çok yanılıyorsunuz..

Evet, tam anlamıyla içinde bulunduğumuz konjonktürün dayatmalarını, gerçek hayatın çelişkilerini düşünürken aklıma geliverdi kırmızı okyanusu yazıvermek..

Hep bir adım önde olmak uğruna verilen mücadelelerden maviliğini yitirmiş, hep bir şeylere ulaşabilmek için önüne konulan her engeli aşarken canı yanan ve bir yerleri kanayan global ekonominin kazazedelerini; bizleri içine alan eko sistemdir “kırmızı okyanus”.

Biz çoğu zaman fark etmesek de suyun akışı bizi de yönlendirir.. Ancak bir şeylerin acıdığını fark ettiğimizde okyanusun kızıllığını görebiliriz. Yani yaşamdaki tempoya rağmen farkındalığımız arttıkça, iş ve özel hayattaki açmazlarımız burnumuzun dibine sokulduğunda ve bizi tutsak eden kısır sarmal artık nefesimizi daralttığında, ancak o zaman kendi vahametimizi yorumlayabiliyoruz.

Yorucu kış koşullarından bahara geçiş yapan mevsimsel değişikliklere bünyemizin alışmaya çalışması gibi, günümüz şartları da her açıdan değişim göstermektedir. Bizi uymaya zorlayarak olsa da..

Şirketlerdeki mutlak güç tüketicilere geçtikçe, küresel rekabet arttıkça ve güven algısının tanımı değiştikçe sosyal hayatta da her açıdan nevrozlarımız artmaya başladı.

Her fırsatta hem sıra dışı olmanın önemine vurgu yapıp hem tek prototipe dönüyoruz. Hem işbirlikçi yaklaşımla takım çalışmasıyla rekabetteki avantaja dem vurup hem bireyci hem de değerli yalnızlığı yaşıyoruz.

Hem toplum olarak kişisel tasarrufların giderek düşen eğrisine şaşırıyor, bir yandan da tüketim toplumu olmanın dibine vuruyoruz.

En başarılı olmak, en fit olmak, en popüler olmak, en zengin olmak, en çoğuna sahip olmak, en mutlu olmak, en çok “like” almak istiyoruz.

Biz aslında şakır şakır yağan deli bahar yağmurunda şemsiyesiz dolaşıp hiç ıslanmamak istiyoruz.

Çeşitli platformlarda, kurumsal yönetişim çok diye başlayıp mangalda kül bırakmıyorken, ortağımızı, partnerimizi saf yerine koymayı başarı kabul ediyoruz.

Yine her türlü ortamda, ille de demokrasi diye tutturup kendi sesinden başka sese tahammül edemeyen siyasilerimizi takdir ediyoruz.

Biz yetişkinler her akşam TV’ de bir diziden başka bir diziye geçerken çocuklarımıza inovatif yaklaşımdan, değer üretmekten bahsediyoruz.

Bir yandan da gündüz iş yaşamından müşterilerimiz, küreselleşip daha sofistike teknoloji, regülasyon, ekonomi ve çevre teknolojileriyle meşgul olduklarında giderek matrisleşen arz-talep eğrisi de kafamızı karıştırıyor.

Her ne kadar güçlü birlikteliklerin, ortaklıkların altı çizilse de obezleşen egomuzla işbirlikçi yaklaşım pek de cazip görünmüyor.

Kimi zaman rol-model bulma arayışında gizli kahramanlarımızı modellemeye çalışsak da totalde toplumsal performansımızda iki ileri bir geri yapıyoruz. Nihayetinde eko sistemin elverdiği ölçüde gelişiyoruz.

Ve biz toplum olarak her türlü kırılgan ekonomiye rağmen üretemediğimizden fazlasını tüketiyoruz. Belki de içimizdeki tanımlayamadığımız boşluğu da tüketerek doldurmaya çalışıyoruz.

Yaşamsal kurgularımızı da her akşam reyting uğruna feodal yaşamı yansıtan dizilere bırakıyoruz.

Aslında strateji veya fikir üretme açısından baktığımızda çoğu zaman çok da kısır olmadığımızı düşünüyorum. Bizim açmaza girdiğimiz konu strateji veya fikirlerimizin icrası oluyor. Şirketlerde de böyle değil midir? Yoğun geçen toplantılarda alınan kararlar ve stratejiler icra etme söz konusu olduğunda sıkıntıya girer. Farkındalığın stratejiye dönüşüp stratejinin sonuçlara dönüşmesi için belki de daha az donanıma ve disipline sahibiz.

Bu yetimizin gelişebilmesi için sadece kişisel çabalarımızın yeteceğini düşünmek fazla iyimserlik olabilir. Bizim eğitim-öğretim sistemimizin köklü yapısal revizyon eksikliği de azımsanamaz.

Gelişen ekonomilerde dışa bağımlılığı azaltacak, üretimi yapabilecek, kendi oyununu kuracak beyinlerin özenle yetiştirilmesi konjonktürü değiştirecektir.

Yaşadığımız doların yüksek ateş sendromundan her sektör nasibini aldıysa, tabii olarak bizim giderlerimizin maliyetlerinin yükselmiş olmasındandır.

Mutlaka sonraki günlerde de bunun yansıması olarak kişisel kasvetimizi de artıracaktır.

Gerçek ekonomik büyüme de ithalata değil ihracata bağlı büyüme değil midir?

Ancak dürüst olmak gerekirse, kendim de dahil, hepimiz nesnel gerçekler yerine ütopik de olsa masal kitaplarından gerçekler oluşturmayı seviyoruz!

Keyifli pazarlar…

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X