Nail Keçili
Nail Keçili

Öyle bir iyilik yap ki, kötülük olarak geri dönmesin

Sabahleyin yıllar önce benim evlerimin ve işyerlerimin inşaat ve dekorasyon hizmetlerini yapan ünlü mimar Çağlayan Tuğal ziyaretime geldi. Akşamüstüne kadar dertleştik, eski günleri yâd ettik. Bugünün zenginlerinden bahsederken keyifsiz bir günüm olmasına rağmen beni çok güldürdü. “Keyifli bir günün oluyor mu?” diye sorsanıza bana. Galiba keyif işini bitirdik, olmuyor. Evimde yedirdiğim, içirdiğim, iyilik yaptığım, yetiştirdiğim hizmetkârından aşçısına, danışmanından müdürüne bu kadar adi ve şerefsiz insanın karşıma çıkacağını, yaşamımı paylaşacaklarını hiç ümit etmezdim. İşi biraz daha genişletirsek her şeye sahip olan gücüm ve kuvvetimmiş. Şirketlerimin hizmet verdikleri ve bizi mok gibi ortada bırakan çalıştığım firmalar ve patronlarını istediğin kadar Allah’a havale et hiçbir değişiklik olmuyor. Hayatım boyunca aile efradımdan kızım, eşim, ablalarım ve aileleri hariç yardım ettiğim, destek verdiğim bir iki dost hariç ne kadar çok kötülük görmüşüm. Çağlayan birçoğunu bana hatırlattı. O gittikten sonra bu yazıyı ele aldım. Sabırla beni dolandıran şerefsizlerden alacaklarımın hiç olmazsa bir kısmını kurtarmaya çalışıyorum. Ondan sonra kalemimin çok daha güçlü ve direkt mesajlarla çalışacağından emin olunuz.

Bir sürü vakıf kuruluyor. Yardım dernekleri vs. Bunların, haftalık magazin dergilerinin sayfalarında bayan ve beylerin kendilerini teşhir etmelerinden nefret ediyorum. İnsan hayırlı bir iş yaptığı zaman onu deklare etmekten keyif almaz. Ayıptır, kıroluktur, terbiyesizliktir. Marifet şudur: Bir vakıf kurarsınız, bir yardım, bir hizmet kuruluşunu desteklersiniz bütün bunları sessizce yaparsınız. Hatta bakımını yaptığınız hastalar, okuttuğunuz talebeler, hayatlarını uzattığınız ihtiyarlarımız sizin adınızı bile bilmezler. Yardım ve destek böyle yapılır. Şerefsizlerin beni hapis etmelerine müteakip tahliye olduğum günlerde daha henüz işlerim tam nakavt olmamıştı. Sekreterim benim tarafımdan okutulmuş bir sürü gençten birinin üniversiteden mezun olduğunu, teşekkür etmek için elimi öpmek istediğini söyledi. Cevabım şuydu: “Bu gence benim ismimi kim vermiş?” Cebimdeki parayı çıkardım 200 liram vardı, 100 lirası için “Bunu zarfa koy onu eğittiren bir büyük olarak değil bir ağabey olarak hayatta başarılar dilediğimi ifade et, gönder” dedim.

Rahmetli Vehbi Koç’un, rahmetli Nejat Eczacıbaşı’nın vakıflarında çalıştım Akademi İstanbul Vakfı’nın sahibiydim. Bahsettiğim yerlerde ortaya çıkıp hiçbir magazinde poz vermemişizdir. Bu bahsettiğim hadiselerin altında yatan görgüsüzlük veya görgüdür. Bizim dedelerimiz ve büyüklerimiz yurtdışında üniversite bitirmemiş insanlar olabilir ama hepsi belli bir standarda sahip gerçek Osmanlı kültürünü ailelerinde bulmuş ve görmüş insanlardı. Ayrıca terbiye eğitim sırasında okullarda verilebilir ancak görgüyü sadece ailede bulabilirsiniz. Ne kadar mutluyum ki, bu dünyada kendime ve kızıma baktığım zaman hem iki ayaklı hem dört ayaklı hem de Allah’ın yarattığı tabiata ve ağaçlara olumlu yönde çok büyük desteğimiz ve katkımız olmuş. Bunlar bana takdir olarak geri dönmüş mü? Belki evet, belki hayır bilmiyorum ama ne olursa olsun bu dünyadan kalbi kırık bir insan olarak gideceğimi bilmek bana göre en önemli gerçektir.

İyilikten kaçmayın, özellikle insanlara kendinizi belli etmeden yardım edin. Karşılığında da mutlaka iyilik beklemeyin.

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X