Yaşanmış, gerçek bir hikayedir…
Nilüfer`de yeni açılmış bir bar, ilk günler sinek avlamaktadır.
Yanı başındaki bar ise kendi yağında kavrulmaktadır.
İş yapmayan barın sahibi, epey masraf yapmıştır ve böyle giderse batacağını görmektedir.
Aklına, çok bilindik bir pazarlama stratejisi gelir ve vakit kaybetmeden planını devreye sokar.
Önce Görükle`den tanıdığı Uludağ Üniversiteli bir grup öğrenciyi toplar ve onlara şu teklifi yapar:
Bir süre, 20,00 ile 24,00 arası her akşam mekanıma geleceksiniz. Size her akşam için 50 lira, bir tane bira da bedava!
Öğrencilerin canına minnet tabii…
Hem her akşam eğlenecekler hem de harçlıklarını çıkaracaklar.
Planın öğrenci ayağı tamamdır.
Sıra, bar çevresinde yaşayan sakinlerin arabalarını mekana çekmek vardır.
İşletme sahibi tanıdıklarına, “Arabalarınızı otoparklarınıza koyacağınıza, bir süreliğine benim mekanın önüne çekseniz ne kaybedersiniz?” der.
Komşuluk hatrı olduğu için, planın bu ayağı da sorunsuz halledilir.
Ve mekan birkaç ay sonra, içeride öğrencilerle, dışarıda otomobillerle dolup taşar.
Mekanın kalabalık olduğunu gören gerçek müşteriler bara gelmeye başlamıştır.
Müşteri, müşteriyi çeker ve mekan, kısa zaman sonra, Nilüfer`in en kalabalık barına dönüşür. Gerçek müşteriler mekanı doldurmaya başladıktan sonra ne naylon müşterilere ne de komşuların otomobillerine gerek kalmıştır.
Ve bugün o mekanda ne o 50 liraya gelen öğrenci vardır ne de komşu arabaları.
İşletme sahibi, yükünü almıştır ve mekanı da tarihi günlerini yaşamaktadır.
Yandaki barın camındaysa devren satılık tabelası asılı durmaktadır.
Kıssadan hisse: Bu hayatta önemli olan güçlü olmak değil, güçlü görünmektir.
***
On parmağında on marifet deyimi sanki onun için yazılmış.
İyi bir gazeteci, sıkı bir entellektüel, usta bir müzisyen…
Aklınızdan Zülfü Livaneli geçiyor olabilir.
Kuşkusuz o da öyle…
Onun romanlarında da benzersiz bir tat hissediliyor, müziği özgün ve artık gazetelerde okuyamasak da köşe yazılarının tadından yenmez.
Ancak Kürşat Başar`dan söz ediyorum.
11 yıllık roman hasretine son verdi Başar.
2003 yılında Başucumda Müzik`le baş başa bırakmıştı bizleri ve tam 11 yıldır hasret bırakmıştı romanlarına.
Neyse ki `Yaz` çıktı…
Madem söz Başar`dan açıldı, onun kaleminden aşkın tarifi:
“Hayatınızın herhangi bir an`ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken… Öteki,bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün… Herkes aşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu.Ama aslında bu kadar basitti işte: Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın”.
***
Bugün bayram ve tatsız şeylerden söz etmeyeceğim.
Bu nedenle kan gölünü andıran yollar yerine, sakin şehir Bursa`dan söz etmek yeğdir…
Yollar bomboş…
Otoparklar tenha…
Arkadan korna öttürenler, kırmızı ışıkta geçenler, deli gibi sellektör yakıp tabakhanelere malzeme yetiştirenler de yok…
TIR yok, kamyon yok…
Sanayi çarkları durduğu için, bacalardan çıkan zehir bulutları da yok.
Hayat her gün bayram olsa ne kaybederiz?
***
Marmaris`teki otellerde tek bir oda boş kalmamış.
Diğer tatil beldeleri de farklı değilmiş.
Dolar yükseliyor, borsa düşüyor, enflasyon yükselme eğiliminde, savaş kapıda, ABD`den yürek hoplatan açıklamalar geliyor.
Ancak bizde keyifler gıcır…
***
Manevi değeri yüksek her özel gün, yeni başlangıçlar için bulunmaz fırsatlardır aslında.
Dogüm günleri, dini bayramlar, yılbaşları, evliler için evlilik yıl dönümleri…
Bugünü de hayatınızın bir dönüm noktası olarak görüyorsanız eğer, ne durursunuz?
Daha mutlu olmanın yolu, başkalarınkinden daha iyi bir yaşamı elde etmeye çalışmaktan değil, kendiniz için yaşamaktan geçer…
Mutlu bayramlar…