Olay Gazetesi Bursa

‘Hükümete kimse ev ödevi veremez’

Başbakan Davutoğlu, "Hükümete kimse ev ödevi veremez. Kamu düzeni hepimizin ihtiyaç hissettiği bir husustur" dedi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Hükümete kimse ev ödevi veremez. Kamu düzeni hepimizin ihtiyaç hissettiği bir husustur. Kamu düzeni söz konusuysa Selahattin Demirtaş da TBMM’de görev yürüten bir milletvekili. TBMM’de bir partinin grup başkanı olarak hukuk kuralları içinde davranması lazım” dedi.

Davutoğlu, Refah Üniversitesi tarafından Serena Otel’de düzenlenen konferansın ardından gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Pakistan’da büyük bir misafirperverlikle karşılandıklarını aktaran Davutoğlu, mevkidaşı Navaz Şerif ile baş başa görüşmelerinde, ikili ilişkilerin dışında bölgesel gelişmeleri de ele aldıklarını bildirdi.

Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi toplantısında, konseyin daha da güçlendirilmesi için takip mekanizmaları ve teknik çalışma ekipleri kurulması konusunda mutabakata vardıklarını bildiren Başbakan Davutoğlu, önemli bazı kararlar da aldıklarını, bunların başında serbest ticaret anlaşmasının biran önce imzalanması için ekonomi bakanlarının çalışmaları yönünde mutabakatın bulunduğunu aktardı.

Davutoğlu, “Türkiye ile Pakistan arasındaki ticarette son dönemde düşüş görülüyordu. Bunda küresel ekonomideki daralma ve Pakistan’ın ekonomisindeki gelişmeler başta olmak üzere birçok faktör vardı. Serbest Ticaret Anlaşmasını imzalamamız durumunda kısa sürede önce 3 milyara, sonra 5 milyara, kademeli olarak da 10 milyara kadar çıkan bir dış ticaret hacmi öngörüyoruz” dedi.

Başbakan Davutoğlu, ulaştırma alanında işbirliği çerçevesinde hızlı tren ve lokomotif yapımı konusunda Pakistan ile ortak girişimlerde bulunma konusunda perspektif olduğunu, ayrıca hava uçuşlarının frekanslarının arttırılması konusunda prensipte pozitif bir yaklaşım bulunduğunu bildirdi.

Davutoğlu, Pakistan’a Türk yatırımlarının artması konusunda ortak çaba gösterilmesinin söz konusu olduğunu belirterek, şunları söyledi:

“Enerji, tarım, turizm alanlarında, öğrenci değişimleri alanında da önemli bazı kararlar aldık. Takip ettiğiniz gibi 11 anlaşma imzalandı. Türkiye ile Pakistan’ın artık sadece dostluk ve kardeşlik irtibatları üzerinden değil, ortak stratejik perspektifle de bir gelecek inşa etmeleri, daha önce Cumhurbaşkanımızın, başbakan olarak eşbaşkanlık yaptığı 3 yüksek düzeyde iş birliği toplantısında ele alınan ve mutabık kalınan 40 anlaşmanın da bundan sonra hayata geçirilmesi için yine bir takip mekanizması kuracağız. Ayrıca Afganistan’daki gelişmeler, Hindistan-Pakistan ilişkileri ve Suriye, Irak başta olmak üzere Ortadoğu’daki gelişmeler konusunda fikir alışverişi yapma imkanı bulduk. Çok verimli bir toplantı oldu. Türk-Pakistan İşbirliği Konseyi toplantısı da gerçekleşti.”

Sorular

Başbakan Davutoğlu, “KCK’dan Çözüm Süreci’ne yönelik bir açıklama geldi. 15 Şubat ile birlikte kritik bir sürece girildiği belirtildi. İzleme heyeti kurulması, artık biran önce müzakerenin başlaması gerektiği vurgulandı. Bu konuya yorumunuzu merak ediyorum. Ayrıca Demirtaş’tan grup toplantısında iç güvenlik paketine ilişkin bir açıklama vardı. Muhalefet ile ortak hareket edeceklerini ve Meclis’i kilitleyecekleri yönünde bir açıklama vardı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” sorusu üzerine, bu konudaki görüşlerini Pakistan’a hareketinden önce de dile getirdiğini bildirdi.

Çözüm Süreci’nin samimiyet ve cesaret ama en önemlisi iyi niyet gerektirdiğini belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Her gün çözüm süreci dememiz yetmez. Gerekli adımların atılması lazım. 2013 Mart’ında yani 2 sene önce Çözüm Süreci bağlamında önemli bir aşama söz konusu olduğunda, 2 ay içinde tüm silahlı unsurların, Mayıs, Haziran ayından itibaren Türkiye’den çekilmesi ve silahlı mücadeleye son verilmesi çağrısı yapılmıştı. Şimdi bugün yapılan açıklamalar 2 sene sonra hala Çözüm Süreci’nden ne anlaşıldığı konusunda bazı çevrelerin kafalarının karışık olduğu intibası veriyor. Bizim tutumumuz açıktır. Türkiye’de her şeyin ilacı demokrasidir. Her şeyin ilacı fikir özgürlüğüdür. Her şeyin tartışılacağı platform da Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir, sivil toplum yapılarıdır. Eğer bir ülkede demokrasi varsa, fikirler açıkça paylaşabiliyorsa, herkes kanaatini ifade edebiliyorsa, düşüncesini istediği dilde, istediği şekilde gündeme getirebiliyorsa, şimdi sormak zamanı değil mi, o zaman silahlara ne ihtiyaç var? Nedir yani silahı gerekli kılan şartlar. Fakat yok Türkiye’yi bir Suriye, Irak şartlarına dönüştüreceğiz gibi bir yaklaşım içinde olunacaksa ya da böyle bir anlayış varsa, bunu da kabul etmek veya buna teslim olmak mümkün değil. Biz de Çözüm Süreci’nin kritik bir aşamada olduğunu söylüyoruz. Bugün yapılacak açıklamalar, atılacak adımlar konusunda herkesin her zamankinden daha fazla dikkatli olması lazım. Türkiye kesinlikle bu anlamda bu kritik aşamada. Hükümetimiz, Çözüm Süreci noktasında herhangi bir tereddüt içinde değildir. Dikkat ederseniz, her açıklamamız, her attığımız adım bizzat benim başkanlığımda yürütülen Çözüm Süreci Kurulu toplantılarından sonra oluyor. Burada çok açık ve net bir şekilde yürüyen, hükümet tarafından yürütülen bir politika var. Ancak her gün değişik çevrelerden KCK şu açıklamayı yaptı, HDP bu açıklamayı yaptı gibi sürekli bir iniş çıkış trendi olursa burada samimiyet sorgulanmaya başlar. Öncelikle 2013 Nevruz’una, Mart’ına verilen söze uygun bir şekilde silahlı yöntemin terk edildiği ifadesini beklemek hepimizin hakkı. Bu yönde adımlar atıldığında barışçıl ortamda her şey tartışılabilir, konuşulabilir.”

“Tarihi bir sahne”

Selahattin Demirtaş’ın “Muhalefet ile birlikte Meclis’i kilitleriz” açıklamasını da değerlendiren Davutoğlu, “Herhalde CHP ve MHP’yi kastediyor. İlginç yani. Demirtaş ile MHP ile HDP’nin aynı yerde buluşması her şeyden önce dikkate şayan. Bunun altını güçlü bir şekilde çizelim. Aynı şekilde tek parti zihniyetine sahip ve birçok baskıcı yöntem kullanan CHP ile geçmişte Doğu ve Güneydoğu’daki Dersim olayı başta olmak üzere yapılan tutumdan hala bir iç muhasebe ve özür dilemek cesareti bile göstermeyen CHP ile HDP’nin de yan yana gelmesi ilginç. Bu tarihi bir sahne” diye konuştu.

İç Güvenlik ve Özgürlüklerin Korunması Paketi dedikleri tasarıda, bürokrasinin önüne geçip vatandaşın işini kolaylaştıran, özgürleştirici maddeler bulunduğunu aktaran Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Jandarmanın İçişleri Bakanlığına bağlanması var. Bu arada molotofkokteyline karşı tavır da var. Bonzai ile ilgili tavır da var. Bu pakete bu üç parti eğer birlikte karşı çıkacaksa, bu başlı başına bir siyaset dersidir. Herkesin bu tabloya bakıp gerekli dersi alması lazım. Kim ülkede özgürlük istiyor. Kim jandarmanın İçişlerine bağlanması suretiyle özgürlükleri, sivilleşmeyi teşvik ediyor, kim buna karşı çıkıyor? HDP ile MHP’nin birlikte buna karşı çıkmalarını izleyeceğiz ya da kim molotofkokteyli, 6-7 Ekim olayları dolayısıyla halkın hayatını karanlığa boğan o üç günü yaşadık. Bundan sonra herhalde sık sık bu görüntüleri belki de Meclis’te izletmek gerekir ki herkes buraya, bu iç güvenlik yasasına nasıl geldiğimizi görsün. O günlerde Kılıçdaroğlu’nun, Bahçeli’nin ne dediğini hatırlasın. Şimdi Demirtaş ile yan yana duracaklarsa seçime giderken herhalde bundan daha açıklayıcı bir tablo yok. Bunların karşısında özgürlükleri savunan, herkesin ismini istediği gibi değiştirme özgürlüğünü hayata geçiren bu yasayı hazırlayan AK Parti var. Halkın güvenliği söz konusu olduğunda molotofa da, bonzaiye de terör muamelesi yapan AK Parti var. Uyuşturucuların özgürlüğünü savunan HDP, CHP, MHP var. Uyuşturucu tacirlerine yönelik ya da Kobani olayları bahane edilerek halka o baskıyı yapanların karşısında bakalım nasıl birlikte olacaklar göreceğiz ama kim birlikte olursa olsun, bir kez daha söylüyorum, İç Güvenlik Reformuyla ilgili yapıcı bir teklifleri varsa getirsinler. Ancak, kilitlemek gibi Meclisle uyumlu olmayan bir dil kullanıp, yıkıcı bozguncu bir tavır sergileyeceklerse bunlara biz ne Meclisi kilitlettiririz ne de onların bu anlamda tehditlerine boyun eğeriz. O yasa ülkemizin ihtiyaçlarına hitap eden bir yasadır. 6-7 Ekim olaylarındaki sahneleri hatırlayan milletimiz eminim bu yasaya desteği verecektir. Onlar da birlikte ne yaparlar, birlikleri beraberlikleri hayırlı olsun diyeyim bu yeni bir sahne ama biz milletle birlikte olmaya devam edeceğiz.”

“Ev ödevi verme yetkisi yok”

Davutoğlu, “Devam niteliğinde silahsızlanmanın altını çizdiniz ama HDP Başkanı size bir soru yöneltti. Silahsızlanma çağrıları yapıyorlar ama hükümetin de bir on maddelik ev ödevi var. Başbakan bundan neden söz etmiyor?” sorusu üzerine, kimsenin hükümete ev ödevi veremeyeceğini belirterek, “Kamu düzeni hepimizin ihtiyaç hissettiği bir husustur. Kamu düzeni söz konusuysa Demirtaş da TBMM’de görev yürüten bir milletvekili. TBMM’de bir partinin grup başkanı olarak hukuk kuralları içinde davranması lazım. Kimsenin kimseye ev ödevi verme diye bir yetkisi yok” diye konuştu.

Kamu düzenini savunmanın herkesin menfaatine olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şunları kaydetti:

“Fakat ülkede kamu düzenini savunmak hepimizin menfaati. Meşru otoriteyi kullananlar dışında silahlı bir gücün varlığı söz konusuysa o her zaman gayrimeşrudur. Bu konuda hiç kimse de benim talep ettiğim şey hukuk devleti içinde talep edilen husustur. Milletin talebidir. En fazla da son 6-7 Ekim olaylarında da büyük ıstırap çekmiş Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki Kürt vatandaşlarımızın talebidir.”

Her şeyin konuşulabileceğini aktaran Davutoğlu ama bunun birinin diğerine ev ödevi verdiği veya şartları öne sürdüğü bir çerçeve olamayacağını belirtti.

Yeni bir anayasanın hazırlanacağını, 7 Haziran’dan sonra Türkiye’de yeni bir siyasi tablo oluşacağını ifade eden Davutoğlu, yeni bir anayasaya hep beraber yürünebileceğini, pozitif bir dil kullanılması gerektiğini söyledi.

Başbakan Davutoğlu, “‘Demokratikleşmeyle ilgili şu hususları birlikte alalım’ dendiğinde pozitif bir gündem oluşur ama pozitif gündemin yanına silah, tehdit, şiddet gibi unsurları koyarsanız inandırıcı olmazsınız. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti de bu dile herhangi bir şekilde prim vermez” dedi.

“Eğit-donat önce başlamış bir süreç”

Suriyeli muhaliflere yönelik “eğit-donat programı”na yönelik soruyu da yanıtlayan Davutoğlu, “Türkiye’nin güvenli bölge talebinin daha çok Türkiye’nin filli olarak böyle bir koalisyon içinde yer alması yani üsleri vesaire ile ilgili bir konudur. Eğit donat ise zaten bu tartışmalardan önce başlamış bir süreç belli ölçülerde yani yeni bir konu değil. Şimdi bir çerçeve oturtuluyor. Olumlu gelişmeler de var. Eğit donat bu anlamda bir dönemdir yürütülen bir faaliyet ama Türkiye’nin fiili bir askeri faaliyet içinde yer alması ise ayrı bir konudur orada bahsettiğimiz hususlar geçerlidir yani güvenli bölge vesaire özellikle mülteci akınını engellemek ve Suriye içinde tutmak için teklif ettiğimiz hususlar hala geçerliliğini korumaktadır” şeklinde konuştu.

“Özgecan Aslan cinayetinin ardından toplumda duyarlılık oluştu, kadına şiddet konusu tartışılıyor. Hükümetin önümüzdeki süreçte atacağı somut adımlar var mıdır?” sorusuna Davutoğlu, şu yanıtı verdi:

“Burada aslında kritik psikolojik eşik anlamında önemli bir noktadayız. Özgecan kızımızın katledilmesi yüreğimize bir ateş düşürmüştür ama toplumda da bir duyarlılık oluşturmuştur. Bu önemli bir husus. Burada da bütün dolmuş şoförlerimizin sanki muhtemel bir suçlu gibi görülmesi de son derece yanlış ki onlar da bugün son derece anlamlı tavırlar sergilediler Özgecan’ın ailesiyle dayanışma anlamında. Bütün yolcuların namuslarının kendilerine emanet olduğunu ifade ettiler. Bu bizim kültürümüzde zaten var olan bir husus. Bu duyarlılığın uyanması çok önemli, özellikle Özgecan’ın babasının verdiği mesajlar kültürümüze, tarihimize güzel destansı ifade olarak geçmiştir. Cezasını bu katiller mutlaka bulacak, bu hunharca saldırıyı yapanlar ama bunlara karşı en erdemli cevabı Sayın Mehmet Arslan verdi. Bizim yapacağımız zaten var olan 2007’den 2012’ye 2012’den 2015’e yürütülen stratejinin iyi bir etki analizini yaparak nerelerde daha neler yapmak lazım, bunları tek tek tespit etmek. Sonrasında da inşallah önümüzdeki dönemde adımları ortaya koymak. Buton gibi pratik teklifler de olabilir ama eğitime dönük toplumsal duyarlılığı artırmaya dönük tedbirler de söz konusu olur, hukuki tedbirler de söz konusu olur.” 

Pakistan’ı ziyaret eden Başbakan Ahmet Davutoğlu, akademik kariyeri sırasında asla siyasete girmeyi planlamadığını, yeni kitaplar yazmayı, yeni öğrenciler yetiştirmeyi ve yeni üniversiteler kurmayı planladığını söyledi. 

Davutoğlu, İslamabad’daki Serena Otel’de, Refah Üniversitesi tarafından düzenlenen konferansta yaptığı konuşmasına başlarken, “bir başbakan olarak değil, bir profesör, bir ilim öğrencisi olarak” konferansta bulunduğunu ifade etti.

Başbakan Davutoğlu, akademik kariyerinin ilk döneminde bazı yazılarında İslam dünyasının siyasi, ekonomik, askeri ve diğer bazı zorluklarla karşı karşıya olduğunu vurguladığını, öte yandan İslam dünyasının karşılaştığı temel zorluğun entelektüellik olduğunu, entelektüel zorlukları aşmadan, zihniyet sorunlarını ele almadan kurumsal, yapısal sorunları ele almanın mümkün olmadığını, zihniyeti değiştirmeden, dönüştürmeden tarihin akışına uygun bir cevap verilemeyeceğini ifade etti. 

Medeniyetlerin yüzyıllardır askeri başarılar veya ekonomik üstünlükleri nedeniyle değil, yeni bir dünya görüşü veya zihniyet üzerine ortaya çıktığını, siyaset ve ekonominin bu entelektüel dönüşümleri takip ettiğini dile getiren Davutoğlu, tarihe bakıldığında Miladi 5. Yüzyılın büyük bir dönüşüm asrı olduğunu, Yunan felsefesinden İran’daki Zerdüştlüğe, Hindistan’da Budizm, Çin’de Konfüçyanizme kadar tüm dünyanın entelektüel bir dönüşüm yaşadığını bildirdi. 

Davutoğlu bu dönüşümü, Büyük İskender’in askeri başarıları ve Çin’in Han hanedanlığı altında siyasi geleneğinin yükselişinin takip ettiğini, aynı şekilde, İslam medeniyetinin askeri başarılar nedeniyle değil, yeni bir vahiy, tevhid ve insanların eşitliğine dayalı bir anlayış üzerinde yükseldiğini, yeni bir dünya anlayışının İslam medeniyetinin ortaya çıkışının temeli olduğunu ifade ederek, “Eğer bugün İslam medeniyetinden bahsediyorsak, temel referans noktası bir zihniyet, inanç ve dünya görüşü dönüşümüdür. Eğer bizim tarihimizde sadece sultanlarımız ya da büyük fatihlerimiz olsaydı, entelektüeller ve bilginlerimiz olmasaydı bir geleneğimiz de olmazdı. Biz bir geleneğe sahibiz çünkü Peygamber Efendimizi takip eden bilginlerimiz vardı ve bu gelenek bugüne kadar geldi” diye konuştu.

Siyasi dönüşümün, entelektüel dönüşümün sonucu olduğunu, bugün ihtiyaç duyulan şeyin de, yeni bir entelektüel uyanış olduğunu vurgulayan Davutoğlu, “Biz akıllarımızı yeniden inşa ediyoruz. Bu ilk adım. Gelenekler ve tarihi gerçekler referans alınmadan ve bir araya getirmeden tarihi değiştirmek imkansız. Şimdi iki tarafta da çalışıyorum. Akademisyen olarak teorik yanı ve şimdi siyasette uygulayıcı olarak karşılaştırma yapabiliyorum. Bilimsel bir çalışma ya da entelektüel bir çaba, tarihi bir anlayış ve siyaset mantığı olmadan o çalışma bir teori veya kitaplarda güzel bir paragraf olarak kalacaktır. Entelektüel kısmı, etik boyutu olmayan bir siyaset, değerleri olmayan yapı, mekanizma bir süre sonra tiranlık olur” dedi. 

Geçmişteki Müslüman medeniyetlerinin dini, bilimi ve bilgiyi dinleyen siyasi liderler, İbn-i Haldun gibi tarihin nereye gittiğini bilen entelektüeller sayesinde başarılı olduğunu dile getiren Davutoğlu, “Bugün dünyamızda eksik olan şey entegrasyon. Gelenekten nasıl başarı hikayesi ortaya çıkarılacağına dair sentezimiz yok” diye konuştu.

Davutoğlu ayrıca bugün özgüvene de ihtiyaç duyulduğunu, ancak bunun abartıdan uzak olmasını gerektiğini söyledi. 

Özgüvenin ardından entelektüel zorluklara da ihtiyaç duyulduğuna dikkati çeken Davutoğlu, Malezya’da çalıştığı günlerde, birlikte çalıştığı iş arkadaşlarının tutkularının, umutlarının, hedeflerinin Müslüman dünyasında insanlığın vicdanı olacak, vizyon sahibi yeni bir nesil ortaya çıkarmak olduğunu söyledi. Davutoğlu, daha sonra çeşitli görevlere gelen o günlerdeki öğrencileriyle gurur duyduğunu belirtti.

Başbakan Davutoğlu, DAEŞ ve El-Kaide’nin İslam için bütün siyasi ve ekonomik başarı hikayelerini engelleyen kötü bir imaj oluşturduğuna değinerek, bu örgütlerin barışın dini İslam’ın, sanki Müslümanlar sadece diğerlerine saldırmak için, diğer Müslümanlara veya gayrimüslimlere saldırmak için var olduğu şeklinde algı oluşturduğunu belirtti ve bu imaj ve psikolojiyle, sadece siyasi araçlarla değil üniversitelerle, entelektüel aktarımlarla mücadele edilebileceğini dile getirdi. 

İslam’ın tarih boyunca baskıya karşı çıktığını, özgürlük ve hür irade dini olduğunu vurgulayan Davutoğlu, İslam’ın belli bir ulusun, kabilenin ya da ırkın dini olmadığını, siyah ve beyazların, Afrikalıların ve Asyalıların, Avrupalıların ve Amerikalıların, kadınların ve erkeklerin, gençlerin ve yaşlıların, herkesin eşit olduğunu söyledi.

“Bugün gördüğümüz şu ki, bugün İslam’ı temsil ettiklerini iddia edenler İslam’a, ona zarar vermek isteyenlerden daha fazla zarar veriyor” ifadesini kullanan Davutoğlu, çözümün ise düşünce sisteminde olduğunu vurguladı.

Bir kültür ya da gelenek entelektüel bir prototip üretemiyorsa onların medeniyet olarak görülemeyeceğinin altını çizen Çavuşoğlu, Yunan filozofların, Brahmanların ve Müslüman alimlerin yeni entelektüel prototipler olduğunu söyledi. Şimdi ortak değerler üzerinden herkesi kucaklamak yerine başka şeyhleri ve başka insanları öldürmek için fetva veren din adamları olduğunu kaydeden Davutoğlu, psikolojik uyanışın özgüven, entelektüel uyanışın ise yeni bir düşünce sistemi oluşturmak, insanlığın özgürlüğünü ve onurunu temel alan yeni bir zihniyet yapısı olduğunu dile getirdi.

Etiğin, siyasetin, ekonomik kaynakların canlanmasını birbirine bağlı olduğunu işaret eden Davutoğlu, zihniyet yapısının dönüştürülmeden ya da insanların kalbine ve aklına hitap etmeden ekonomik başarı hikayesinin de başarılamayacağını söyledi.

Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Pratik hayatta öğrendiğim şu ki, neyi savunuyor, neyin propagandasını yapıyorsan insanlar onu önce sende görmeli. Senin kişiliğin istisna değil. Eğer belli tavırları övüyorsan, insanlar önce seni yürüyen bir ahlak olarak görmeliler. Sağlam hafızası olanlara yürüyen kütüphaneler diyoruz. Siyasiler de yürüyen ahlaklar olmalılar. Alimler yürüyen zihinler olmalılar.”

İdeal ve gerçek arasındaki farkın Yunan filozoflarından bugüne kadar gelen bir problem olduğunu ifade eden Davutoğlu, “Görevimiz bunları bir araya getirmektir” diye konuştu.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Bosna Hersek, Kosova, Dağlık Karabağ gibi bölgesel gerilimlerin, jeopolitik değişimlerin ya da depremlerin var olmayı sürdürdüğünü belirterek, Ukrayna krizine de değindi. 

Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonucu ortaya çıkan sorunların hala mevcut olduğunu, ikinci depremin 11 Eylül saldırılarında yaşandığını belirten Davutoğlu, “11 Eylül olayları bu dünyada kimsenin güvende olmadığını ortaya koymuştur. Ya hep birlikte güvende olacağız ya da kimse güvende olmayacak. Bu olay Irak ve Afganistan müdahalesini başlatan bir şok dalgası yarattı. Tekrar Müslüman dünyası bu depremin bir parçası oldu. Hala bu depremi hissetmeye devam ediyoruz” dedi. 

Konuşmasında Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya düzenlenen silahlı saldırının ardından Fransa’nın başkentinde düzenlenen terörü protesto yürüyüşüne katıldığını hatırlatan Davutoğlu, aynı gün Paris’te Müslüman liderlerle görüştüğünü ve Berlin’deki ırkçılar tarafından yakılan camiyi ziyaret ettiğini dile getirdi ve “Dünyadaki bütün Müslümanlar bir ikilemle veya bir sorunla karşı karşıya. ABD’de üç Müslüman öldürüldü ve buna yeterince cevap verilmedi, biz tüm dünya liderlerinden aynı cevabı beklerken, aynı sesi yükseltmelerini beklerken. İnsanlar buna karşı ortak bir tutum geliştirmeye başladılar. Müslümanlar hep olduğu gibi önceden, şimdi ve gelecekte de küresel bir toplum olmaya devam edecekler. Bu çerçevede Müslümanların bu sorunla yüzleşmeleri gerekiyor” ifadesini kullandı. 

Davutoğlu, üçüncü deprem olarak nitelendirdiği 2008’deki ekonomik krizde sadece dünya değil İslam aleminin sarsıldığını vurgulayarak, dördüncü depremin de 2011’de yaşanan Arap Baharı olduğunu söyledi.

“Biz bu bahardan yazın gelmesini umut ediyorduk. Ancak yaz değil kış geldi. Demokrasinin yerine Müslümanların önüne konulan iki seçenek çok acı vericiydi; Ya Suriye, Mısır veya başka bir yerde otoriter rejim geri dönecek ya da terör örgütü IŞİD. Birisini kabul edin dediler. Neden üçüncü bir seçenek verilmedi. Şia, Sünni, Türk, Arap, Kürt, İranlı, Pakistanlı bir arada yaşasaydı” diyen Davutoğlu, İslam’ın, özü şiddet olan bir din olsaydı çok kültürlü, çok dinli bir İslam tarihi var olamayacağını belirtti. 

Venedik’te 2006’da danışmanken katıldığı “küresel kültür ilişkilerinin geleceği” hakkında bir konferansta birçok entelektüel, akademisyen ve siyasinin, sanki Müslümanlar çok kültürlülüğün kaynağı değilmiş gibi İslam toplumunu eleştirdiğini belirten Davutoğlu, şöyle devam etti: 

“Sonunda onlara şu şekilde cevap verdim. Basit bir soru sordum. Burada hepimiz entelektüeliz. Şimdi buradan Hristiyan, Müslüman ve kutsal mekanların bir arada olduğu çok kültürlü bir şehre gitmeye kalksak nereye gideriz. Londra, Berlin veya Paris’e mi gideriz yoksa İstanbul’a, Şama, Kahire’ye, Fas’a mı? İslam tarihi çok kültürlülüğü çok dinliliği bünyesinde barındırır. İstanbul’da size aynı yerde bulunan onlarca cami, kilise ve Sinagog, onlarca örnek verebilirim. Size neden bu örneği veriyorum. İslam toplumunun bu çoğulcu yapısı günümüz küresel dünyasına geri getirilmeli. İslami şehir hayatı tekilci değil, İslam kültürü tekilci değildi.” 

“İnsanlığı her zaman üç kısma ayırırım: Gelenek, çağdaşlık ve küresellik” diyen Başbakan Davutoğlu, küreselliği değerlerimiz çerçevesinde yorumlayabilecek yeni düşünürlere ihtiyaç olduğunu söyledi ve “Değerlerimizi görmezden gelmek bizi yozlaşmanın kölesi yapar. Yozlaşmayı görmezden gelmek bizi ütopik düşünürler yapar. Önemli olan tüm bu değerleri öğrencilerimizin, akademisyenlerimizin zihinlerine yerleştirmektir. Bu ortak akıl oluştuğunda ya benim geçmişte olduğum gibi bir akademisyen olun ya bugün olduğum gibi bir siyasi hiçbir çatışma olmayacaktır. Geçmişte akademik hayatımda neyi savunmuşsam bugün de aynı değerleri savunuyorum” dedi. 

Ahmet Davutoğlu, krizler karşısında küresel alternatif oluşturabilmek için ilk olarak zihinlerin yeniden inşasının, yaklaşımların yeniden şekillendirilmesinin ve halka çalışmaya hazır olunmasının gerekliliğini vurgulayarak, insanlarla iletişim halinde olmadan bunun gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını kaydetti.

Davutoğlu, “Halkla birlikte başarıya ulaşabilirsiniz. Şayet başkentte oturursanız herhangi bir değişim ortaya koyamazsınız. Sizler halkın nabzını, ülkenin nabzını hissederseniz neler gerçekleştirebileceğinizi hissedersiniz” dedi.

Refah Üniversitesi’nden ders verebilmiş olma arzusunu da dile getiren Davutoğlu, Pakistan’ın kendisi için ikinci değil birinci evi olduğunu söyledi.

“Şundan eminim ki ve derinden hissediyorum ki Pakistan bizim kalbimiz, kaderleri kaderimiz” diyen Davutoğlu, “Şayet buradan kötü bir haber gelirse bu haber bizim kalbimize dokunur. Herhangi bir çağrı olmaksızın Pakistan’a yardım kampanyası kendiliğinden başlar. Buradan iyi haberler almak istiyoruz” ifadesini kullandı.

Pakistan’da geçen seçimde yaşanan iktidar değişiminin güzel bir örnek olduğuna değinen Davutoğlu, Pakistan halkının başarısının, çalışkanlığının ve çalışmaya hazır nüfusunun ve stratejik konumunun çok önemli değerler olduğunu kaydetti.

Demokratik bir istikrara ihtiyaç söz konusu olduğunu dile getiren Davutoğlu, demokratik bir istikrar ve vizyoner bir yaklaşım, akademik ve sosyal hayattaki durumla birlikte Pakistan’ın yükselen bir yıldız, Refah Üniversitesi’nin de bunun merkezinde olacağını düşündüğünü sözlerine ekledi.