Olay Gazetesi Bursa

Şahin Alpay tahliye edildi

Şahin Alpay 13. Ağır Ceza tarafından oy birliğiyle alınan kararla tahliye edildi.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, “Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hak ihlali kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini” ileri süren kapatılan Zaman Gazetesi eski yazarlarından Şahin Alpay’ın yaptığı bireysel başvuruda, yeniden ihlal kararı vermişti.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 11 Ocak 2008’de, kapatılan Zaman Gazetesi eski yazarlarından Şahin Alpay ve gazeteci-yazar Mehmet Altan’ın yaptığı bireysel başvurularda, oy çokluğuyla hak ihlali kararı vermiş, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararı ilgili yerel mahkemelere göndermişti.

Ancak yerel mahkemeler, Altan ve Şahin’in tutukluluk hallerinin devamına karar vermişti. 

Yaptıkları itiraz da reddedilen Altan ve Şahin’in avukatları, Anayasa Mahkemesi’ne tekrar bireysel başvuruda bulunarak, bu kez müvekkillerinin “Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği” iddiasında bulunmuştu. 

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Şahin Alpay’ın bu yeni başvurusunu bugünkü gündem toplantısında ele almıştı.

Kurul, Alpay hakkında, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hak ihlali kararının uygulanmaması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde güvenceye alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine oy birliğiyle karar vermişti.

Yüksek Mahkeme ayrıca, Alpay’a 20 bin lira tazminat ödenmesine hükmetmişti.

Mehmet Altan’ın yeni bireysel başvurusunun ise daha sonra ele alınacağı belirtildi.

ŞAHİN ALPAY HAKKINDAKİ İHLAL KARARININ GEREKÇESİ AÇIKLANDI

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun, “Anayasa Mahkemesinin verdiği hak ihlali kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini” ileri süren Alpay’ın yaptığı bireysel başvuruda verdiği ihlal kararının gerekçesi açıklandı.

Anayasa’nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını güvence altına alan 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklamanın ön koşulunun suç işlendiğine dair “kuvvetli belirti” bulunması olduğu anlatılan gerekçede, bu nedenle tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda bu koşulun incelenmesinin anayasal bir zorunluluk olduğu ifade edildi.

Anayasa Mahkemesinin buradaki incelemesinin, yargılamanın muhtemel sonuçlarından bağımsız olarak tutuklamanın hukukiliğinin değerlendirilmesiyle sınırlı olduğu belirtilen gerekçede, bu itibarla başvurucu hakkında verilen önceki ihlal kararının, ceza davasının esasına ilişkin bir değerlendirme içerdiğinin söylenemeyeceği kaydedildi.

Gerekçede, Anayasa’nın 153. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesinin başvurucu hakkında verdiği ihlal kararının yargı organları dahil herkes yönünden nihai ve bağlayıcı olduğunun altı çizilerek, “Buna göre derece mahkemelerinin görevi, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin kapsamını değerlendirmek değil, Mahkemece tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmaktır.” değerlendirmesinde bulunuldu. 

Anayasa Mahkemesinin önceki kararında ihlal sonucuna varırken suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin soruşturma makamlarınca yeterince ortaya konulmadığı tespitinde bulunduğu hatırlatılan gerekçede, şu ifadelere yer verildi:

“Anayasa Mahkemesinin bu nitelikteki ihlal kararları sonrasında derece mahkemelerinin, ön koşulunun bulunmadığı tespit edilen tutukluluğu sona erdirmeleri gerekir.

Aksi takdirde ihlal ve sonuçları ortadan kaldırılmamış olur. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında değerlendirilmemiş olan yeni olgularla suç işlendiğine dair ‘kuvvetli belirti’nin ortaya konulabildiği oldukça istisnai durumlarda da ihlal kararının gereklerinin yerine getirildiği kabul edilebilir.

Somut olayda ihlal kararı sonrasında derece mahkemelerince başvurucunun tutukluluk durumu sonlandırılmamış, yukarıda belirtilen istisnai halin varlığı da ortaya konulmamıştır.”

“YERİNDELİK DENETİMİ OLARAK NİTELENDİRİLMESİ MÜMKÜN DEĞİL”

Yüksek Mahkemenin önceki başvuruyu Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında incelediği ifade edilen gerekçede, bu maddede “Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler … tutuklanabilir.” denildiği, böylece tutuklama tedbirine ilişkin anayasal güvencelerden birinin de suç işlendiğine dair “kuvvetli belirti” bulunması olduğunun açıkça ortaya konulduğu aktarıldı.

Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin “suç işlendiğine dair kuvvetli belirti”nin bulunup bulunmadığını incelemesinin anayasal bir zorunluluk olduğu ifade edildi.

Gerekçede, “Bunun ‘kanun yolunda gözetilmesi gereken bir hususun incelenmesi’ veya ‘yerindelik denetimi’ olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.” ifadesi kullanıldı.

Yüksek Mahkemenin buradaki incelemesinin, yargılamanın muhtemel sonuçlarından bağımsız olarak tutuklamanın hukukiliğinin değerlendirilmesiyle sınırlı olduğu belirtilen gerekçede, bu itibarla anılan ihlal kararının, başvurucu hakkındaki ceza davasının esasına ilişkin bir değerlendirme içerdiğinin söylenemeyeceği ifade edildi.

Anayasa Mahkemesinin gerekçesinde, şu değerlendirmelere yer verildi:

“Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Anılan maddenin altıncı fıkrasına göre ise bu kararlar yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin başvurucu hakkında verdiği ihlal kararının nihai ve bağlayıcı olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

Buna göre Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu ihlal kararları başka bir merci tarafından Anayasa’ya veya kanuna uygunluk yönünden denetlenemez.

Başvurucunun tahliye taleplerini karara bağlayan derece mahkemelerinin aksi yöndeki değerlendirmelerinin anayasal veya yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.

Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı verip 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesi uyarınca bu ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına hükmettiği durumlarda derece mahkemelerinin görevi, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin kapsamını değerlendirmek değil, Mahkemece tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmaktır.

Bu zorunluluk, Anayasa’nın 138. maddesi anlamında mahkemelere verilmiş bir emir veya talimatın yerine getirilmesi değil, bir hukuk devletinde mahkemeye erişim hakkının hayata geçirilmesidir.

Nitekim Anayasa’nın 153. maddesinin altıncı fıkrasında, 138. maddesinden farklı olarak, Anayasa Mahkemesi kararlarının yargı organları yönünden de bağlayıcı olduğu ifade edilmiştir.”

Anayasa Mahkemesinin önceki kararında ihlal sonucuna varırken suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin soruşturma makamlarınca yeterince ortaya konulmadığı tespitinde bulunduğu belirtilen gerekçede, bu nitelikteki ihlal kararları sonrasında derece mahkemelerinin, ön koşulunun bulunmadığı tespit edilen tutukluluğu sona erdirmeleri gerektiği kaydedildi. Aksi takdirde ihlal ve sonuçların ortadan kaldırılmamış olacağı ifade edildi.

Gerekçede, “Bununla birlikte daha önce tutuklama gerekçesi olarak gösterilmeyen, dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında değerlendirilmemiş olan yeni olgularla suç işlendiğine dair ‘kuvvetli belirti’nin ortaya konulabildiği oldukça istisnai durumlarda da ihlal kararının gereklerinin yerine getirildiği kabul edilebilir.

Ancak derece mahkemelerinin bu husustaki takdir aralığı ilk tutuklamaya göre oldukça sınırlıdır.” değerlendirmesine yer verildi.

Somut olayda Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı sonrasında derece mahkemelerince başvurucunun tutukluluk durumunun sonlandırılmadığı ve sözü edilen istisnai halin varlığının da ortaya konulmadığı aktarılan gerekçede, dolayısıyla ihlalin ve sonuçlarının derece mahkemelerince ortadan kaldırılmadığı, bu durumun, Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olduğu bildirildi.

Yüksek Mahkemenin gerekçesinde, “Sonuç olarak mahkemeye erişim hakkının sağladığı güvencelerle de bağdaşmayacak şekilde Anayasa Mahkemesinin tutukluluğa ilişkin ihlal kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.” tespitinde bulunuldu.

Başvurucunun tutukluluk durumunun halen devam ettiği aktarılan gerekçede, “İncelenen başvuruda tespit edilen ihlalin niteliği dikkate alındığında bu ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için başvurucunun tutukluluk durumunun sona erdirilmesi dışında bir imkan kalmadığı değerlendirilmiştir.

Bu nedenle başvurucunun tutukluluk durumunun sona erdirilmesi suretiyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın mahkemesine gönderilmesi gerekir.” ifadesi kullanıldı.