Olay Gazetesi Bursa

Suriyeliler Türkiye’den neden kaçıyor? Yunanistan’da dikkat çeken olay…

Olay Gazetesi Yayın Kurulu Üyesi Hasan Ali Çavuş, Gümülcine'de bizzat tanık olduğu olayları ve yaptığı mini röportajı bugün köşesine taşıdı...

Çavuş, yazısında şu ifadeleri kullandı:

Sığınmacılarla ilgili tartışmalar, artan ekonomik sıkıntılar ve yaklaşan seçimle birlikte iyice arttı.

Özellikle, yıllardır Türkiye’yi mesken tutan Suriyeliler hedefte…

Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 21 Temmuz itibarıyla 3 milyon 651 bin 428 kişi.

Bir önceki aya kıyasla 33 bin 60 kişilik düşüş var.

Son iki aylık süreçte ise bu rakam 112 bin 224 kişiye ulaşıyor.

Mülteci Derneği sitesindeki rakamlar bunu gösteriyor.

Kısacası…

Suriyeli misafirlerin sayısı azalıyor.

***

Bu noktada akıllara iki soru geliyor.

Neden?

Ve

Nereye gidiyorlar?

***

Yaz tatilimi geçirdiğim memleketim Batı Trakya’daki gözlemlerim bana önemli ipuçları verdi.

Yunanistan’a Meriç’ten geçen sığınmacılar ilk olarak Batı Trakya’ya ayak basmış oluyorlar.

Müslüman Türklerin yoğun olarak yaşadığı köyler de en güvenli rotaları tabii ki…

Gümülcine’ye çok yakın mesafedeki köyüm Kalfa, özellikle yaz aylarında mülteci dolu…

Etraftaki ormanlık alanda ve dere boyunda konaklıyorlar genellikle…

Zaman zaman marketlere, fırına alışveriş yapmaya geliyorlar.

Aç kalınca, köy sakinlerinden yemek veya para istiyorlar.

Soydaşlar onlara karşı çok anlayışlı.

Nihayetinde insani bir durum var ortada…

Kendi kaderinde de göç olan Yunanistan’daki Türk azınlığın bu duruma kayıtsız kalması beklenemez zaten.

Herkes elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyor.

Bahçesindeki karpuzların, domateslerin tamamının bir gecede yok olduğunu görenler bile fazla kızamıyorlar.

***

20 günlük tatilimin daha ilk akşamında evimin yanındaki bankta iki mültecinin oturduğunu gördüm.

Bir ara benden çekindiklerini fark ettim.

Aç olabileceklerini düşünerek, yiyecek bir şeyler vereyim mi acaba diye düşünürken ortadan kayboldular.

Sonraki gün öğrendim ki, internet sıkıntısı yaşadıklarında köydeki kafeterya, belediye binası ve marketlerin wifi ağına girmek için izin istiyorlarmış.

Aileleri ile hasret gideriyorlar.

Bunun için de gece geç saatleri tercih ediyorlarmış.

Muhtemelen o gece de ortalığın sakinleşmesini beklemişler.

***

Öte yandan…

Bu kez gördüğüm mülteciler öncekilerden oldukça farklı.

Suriyeli ağırlığı dikkat çekiyor.

Halk ve esnaf da bunu doğruluyor.

Bir diğer önemli gösterge marketlerde artan lavaş talebi…

***

Bu arada, Türkiye ile ilişkileri iyice bozulan Yunanistan işi sıkı tutmaya başlamış.

Köyümüzdeki çam  ormanlarında bir mülteci operasyonuna şahit oldum.

Tarlaya gittiğimde, çok yakınımda bir askeri araç ve hemen yanında tam teçhizatlı bir asker olduğunu fark ettim.

Aracımı park ettiğimi gördüğünden olabilir benden şüphelenmedi.

Sırt çantama rağmen kim olduğumu sormaya gerek duymadı.

O sırada etrafta sesler yükseldi.

Yunanca çıkın ortaya diye bağırıyorlardı.

Bizim tarlanın hemen yanından bir mülteci ellerini havaya kaldırarak askere doğru yürüdü.

Yunan askeri, bağırarak İngilizce bilip bilmediğini sordu.

Ardından yere yatırdı.

‘Diğerleri nerede’ diye sordu.

Daha sonra ona içmesi için su verdi.

Tekrar yere yatmasını söyledi.

Elindeki telsizle konuştu.

Derken…

Çamlıkların arasından silah sesleri yükseldi.

Askerlerin ‘teslim olun’ uyarıları duyuldu.

Havaya ateş açılmış olsa da, mültecilere karşı silah kullanıldığına ilk kez şahit oldum.

Bir süre sonra askerlerin ormandan 10-15 mülteci ile çıktıklarını gördüm.

Hepsini anızın üzerine yatırdılar, bazılarına ters kelepçe taktılar.

Sonra bir grup polis de geldi ve mültecileri askeri araca doldurup götürdüler.

Bir ara gazetecilik refleksiyle fotoğraf çekmeyi düşündüm ama bunun pek iyi sonuçlar doğurmayacağı kanısına vardım.

O sırada tarlada çiftçilik yapıyordum.

Neden çekiyorsun diyeceklerdi.

Gazeteci olduğuma inandırmam zor olacaktı.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan Basın Kartımı gösterdiğimde işler daha da karışacaktı.

Türkiye’de görev yapan Türk azınlık mensubu bir gazeteci olduğum ve zaman zaman yazılarımda bu konuda Atina’ya eleştiriler yönelttiğimi öğrendiklerinde, farklı suçlamalar ile karşı karşıya kalmam büyük olasılıktı.

Nihayetinde orada bir operasyon vardı.

Bu nedenle gözlerimin en iyi fotoğraf makinesi olduğunu düşündüm.

Ayrıca, yakınımda olaya şahitlik eden iki köylüm daha vardı.

Gerektiğinde bir ispat sorunu yaşamayacaktım.

***

Bir hafta sonra yine Değirmenyanı olarak adlandırdığımız tarlada sulama yaparken, üç mülteci gördüm.

Bu kez etrafta asker ve polis yoktu.

İngilizce selam verip, nereli olduklarını sordum.

İçlerinden biri ‘Suriye’ dedi.

Türkçe bilip bilmediğini sorduğumda ‘Evet’ dedi.

Birbirimize doğru yürüdük.

Baktım ayağında ayakkabı yok.

O anda hissettiklerimi anlatamam.

Hemen ayağımdaki ayakkabıları vermeyi teklif ettim.

Nihayetinde birazdan eve gidecektim.

Kabul etmedi.

‘Kamp yaptığımız yerde başka ayakkabı var’ dedi.

Türk olduğumu ve Türkiye’de gazetecilik yaptığımı söyledim.

Biraz şaşırdı.

Burasının memleketim olduğunu, yaz tatilimin bir bölümünü köyümde geçirdiğimi anlattım.

Ardından…

Cep telefonumu çıkarıp, görüntülü röportaj teklif ettim.

Korktuğunu söyledi.

Yüzlerini buzlayacağımı söylesem de, konuşmamızın yeterli olacağını ve arkalarından bir kare fotoğraf çekmeme izin verebileceklerini söyledi.

Kabul ettim.

OIay Gazetesi Yayın Kurulu Üyesi Hasan Ali Çavuş’un yazısının tamamı için tıklayın…