“Gerçek mutluluk, beklenmedik bir anda karşına çıkan sade bir şeyde gizlidir.”
Haruki Murakami
Bir eski Bursalı olarak, Heykel’e her uğradığımda, Setbaşı, Yeşil ve Emirsultan şeklinde giden tarihi bir gezi aksım vardır…
Özellikle Yeşil Cami’nin bahçesinde çınar ağaçları altında oturup, giriş kapısı ve pencerelerindeki taş ve mermer işçiliğine hayran kala kala uzun uzun izlerim. Bir şeyler çizip, eskaza da yazan biri olarak, taş üzerindeki detaylara harcanan zamanı ve emeği düşünürüm. Artık kimsenin böyle işleri yapacak sabrı ve vakti olmayışı ne üzücü…
Her gün önünden geçip gittiğimiz yerlerde böylesi enteresan bir sürü detay, türlü türlü hikayeler ve yaşamlar sürüp gidiyor esasında. Ancak modern yaşam o kadar hızlı akıyor ki, kimsenin böyle güzellikleri, ne düşünmeye, ne de görmeye vakti var.
Yine bu rotayı takip ettiğim bir gündü. Eşimle birlikte dondurmamızı almış, keyifli keyifli Setbaşı’ndan Yeşil’e doğru yürürken, güneşli bir hafta sonunun keyfini çıkarıyorduk. İslam Eserleri Müzesine doğru giderken, sağ taraftaki otobüs durağının arka tarafında kalan kısımdaki binaların arasında bir açıklık fark ettim. Tahtakale’deki birkaç hanın girişine benzettiysem de, içeriye girmeye üşenip, rotanın izini sürmeye devam ettim. Emirsultan Meydanı’nda kahvemizi içip geri dönerken, aynı noktadan tekrar geçtiğimiz anda, binaların arasından bir şeylerin alışılmadık bir şekilde beni kendine doğru çektiğini hissettim.
Bir anda araya daldım ve pasajın sonunda karşıma eskimiş, dökülmüş sıvalar arasında duvara yapılmış parıldayan bir resim ve bir de resim atölyesi çıktı! Örümcek Adam’ın yaklaşan tehlikeleri önceden algılayan örümcek hisleri gibi, yaklaşan resimleri binalar arkasından algılayan hislerim olduğunu bu sayede öğrenmiş bulunuyorum!
Ben resmin fotoğrafını çekerken, atölyenin içerisinde orta yaşlı biri telefonla konuşuyordu. Elimde kamerayı görünce, resme ilginiz var herhalde deyip bizi içeri buyur etti. Alice’in tavşan deliğinden Harikalar Diyarı’na geçişi gibi bizim de portaldan geçişimiz, atölyenin önünde duran eski ve yıpranmış koltuğun önündeki eşikten içeri adım atışımızla başladı! Tanışınca isminin Ertuğrul Topsakal olduğunu öğrendiğim beyefendi, bana eski Bursa’nın hala daha büyük sürprizlere gebe olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu. Atölyenin içerisinde belki yüzlerce resim, yüzlerce de resim ile alakalı kitap ve dergiyi görünce, eşimle birlikte şok olduk. Atölyenin içindeki her odadan başka bir odaya geçerken gördüğüm resimlerin kalitesi karşısında şaşkınlığım ve suratımda asılı kalan gülümseme gittikçe büyüdü!
“Ertuğrul Abi” dedim. “Seninle tanıştığıma hakikaten çok memnun oldum.”
Sanki o da bizimle tanışmayı bekliyormuşçasına, elimi sıkarkenki kuvveti ve sarsışından Ertuğrul Abi’nin de bizi tanımaktan mutlu olduğunu halet-i ruhhiyesinden okuyabiliyordum.
“Atölye biraz dağınık, ben de kitapları ve resimleri toparlamaya çalışıyordum. Burası biraz, matruşka gibi açıldıkça içinden başka bir şey çıkan bir atölyedir.” dedi.
Atölyede inanılmaz farklı dillerde, farklı boyutta ve kalınlıkta bir sürü kitap ve dergi vardı. Rastgele elime aldığım Fransızca bir dergi koleksiyonunun bir sayısının iç sayfalarında Osmanlıca metinler ve minyatür örnekleri, çizgi roman stilinde çizilmiş eskizlerden oluşan kitaplar, dünyanın farklı yerlerindeki gezginlerin yaptığı gezilerden resimler, dünyanın en ünlü resim ve sanat müzelerinin katalogları, sergi broşürleri ve daha neler neler… Sanat malzemeleri ve materyallerinin ne kadar pahalı olduğunu bilen birisi olarak, atölyenin içerisindeki resimler, malzemeler, kitaplar ve dergiler, bakmasını bilen gözler için bir servet değerindeydi.
Emekli bir mali müşavir olan Ertuğrul Abi 1970’ten beridir resim çalışıyor. 1973 ve 1982 yıllarında Hollanda’ya giderek müzelerde resim hakkında kişisel gözlemlerde bulunmuş. 1983’ten 1985’e kadar yaz aylarında Bursa’nın muhtelif yerlerinde ve Koza Han’da düzenlenen açık hava sergisi ve sokak çalışmalarına katılmış ve karma sergilere iştirak etmiş. Şimdilerde ise birkaç öğrenciye eğitim verip, resim çalışmalarına devam ediyor.
Ertuğrul Abi’nin Yeşil’de bir kuytu köşede kendi başına kurduğu Kültür-Sanat Cumhuriyeti’nde geçirdiğimiz yarım saat, bir gündüz düşü müydü gerçek miydi emin değilim. Atölyeden ayrılıp, Yeşil’deki trafik keşmekeşinin arasında yürüdüğüm esnada ara ara geriye bakarken, yaşadığımız bu muhteşem sürpriz hala kafamın içindeydi. Başka bir ülkede doğsa göreceği kıymeti ve itibarı düşünüp, kendime ve memleketime kızıp, hayıflandım. Sonra bir an, bir şeyi farketmişçesine, belki de dedim, tüm bunların ve kendi potansiyelinin farkında olduğun halde, içinde bulunduğun toplumu ve yaşantını her şekliyle kabul etme büyüklüğüdür hayat. Ertuğrul Abi’nin mütevaziliği, naifliği ve kendi kendineliği, İnstagram’ın beğenilme kaygısı yarattığı bir çağda yüzüme bir tokat gibi çarptı!
30’lu yaşlarının başında genç biri olarak, daha şimdiden emekliliğimi tam da böylesi bir ortamda geçirmek ne güzel olurdu. Yeşil’de bir çınarın serinliği ve dinginliğini içine çekerken, ara sıra resim yapmak, ziyaretine gelen dostlarınla sohbet edip, günün sonunda herkes tarafından iyi anılmak… Güzel bir yaşam, bundan başka nedir ki…
Ertuğrul Topsakal’a saygı ve minnetle…