Ağustosta yayınlanan “Satranç” başlıklı yazımda adı geçen Nurdoğan Oto’nun davetini kabul ettim ve onunla 01 Eylül’de İstanbul’dan uçakla Muş’a, oradan da 83 km. mesafedeki Bitlis’e arabayla gittik. Bu yıl Bitlis satranç turnuvası ikinci kez uluslararası nitelikteydi. Nurdoğan Oto açılış konuşmasında beni kendisine satranç öğreten kişi olarak takdim etti ve mikrofona davet etti, ben de kısa bir konuşma yaptım. Dokuz ülkeden, otuz altı şehirden 329 oyuncu katıldı turnuvaya.
Satranç oyuncuları altı gün boyunca üç kategoride sekizer karşılaşma yaptılar. Dokuz-on yaşından altmış yaşına kadar katılımcı vardı. Karşılaşmalar Bitlis Eren Üniversitesi kampüsü içindeki “çok amaçlı spor salonu”nda yapıldı. Büyük bir disiplin içinde gerçekleştirilen turnuvada Satranç Federasyonu’nun on ilden tayin ettiği hakemler görev yaptılar. Son gün üç kategoride başarılı olanlara kupa ve ödülleri verildi. Büyük ödülü geçen yıl olduğu gibi bu yıl da İranlı uluslararası usta Amirreza Pour Agha Bala kazandı…
Nurdoğan Oto İstanbul BETAV (Bitlis Eğitim ve Tanıtım Vakfı) yönetim kurulunda üye. Profesyonel Mutfak ve Doğu Mekanik diye iki şirketi olan bir iş adamı. Öğretmenlik yaşamımda belleğimde iz bırakan ilk öğrencim o, İstanbul Yıldız Teknik’ten sonra kendi şirketlerini kuruncaya kadar İnoksan’da yirmi yıl çalışıyor, üst düzey görevlerde bulunuyor. Aidiyet duygusu yüksek, her ay İstanbul’dan Bitlis’e geliyor, kurduğu Tekmer’de (Teknoloji merkezi) genç beyinleri yönlendirmeye gayret ediyor, dahası şehrin sosyal, tarihi, kültürel ve fiziki dokusuyla ilgili konularda en çok kafa yoran, çözüm bulmak için çabalayanlar arasında o da var. Onunla bir hafta birlikte zaman geçirdik, sabahları birlikte spor sahasında yürüyüşler yaptık, çeşitli konularda konuştuk.
Özet geçerek söylemek isterim ki sosyal ve kültürel konulardaki ilgi ve merakıyla “Nurdoğan Oto kime benziyor?” diye sorsanız “Bülent Eczacıbaşı’na benziyor” derim. Kibirden uzak, sorunlara, kişilere anlayışla yaklaşan, sakin üslubuyla o küçük büyük pek çok insanda olumlu izler bırakmış biri. “Biz onun yönlendirmelerinden çok istifade ettik!” lafını birbirlerinden habersiz birden çok kişiden duydum. Askerlik anılarını, anekdotlarını dinlemek de keyifliydi. Kırk beş yaşındaki kuzeni Mustafa Kaleli de anı ve anekdot anlatımı yönünden Nurdoğan Oto’dan geri kalmıyordu. Yıkılması konuşulan bir evin harika bir restorasyonla “Fuat Sezgin Bilim ve Kültür Evi” haline getirilmesini sağlayan Mustafa Kaleli ortağı Muttalip Yılmaz ile Tatvan’da yine bir restorasyon işi aldıklarında önce yerel gazetede çok eleştirildiklerini sonra eleştiren kişileri görmeleri için restorasyon alanına davet ettiklerini, yalan yanlış yazdıklarını anlayan gazetecilerin daha sonra onu ve ortağı Muttalip Yılmaz’ı yere göğe koyamadıklarını gözleri parlayarak anlattı. Nurdoğan Oto ve Mustafa Kaleli’yi bir gece seyir terasında, bir gece konukevindeki odada, bir gece de Ahlat’taki BETAV’a ait restoran-kafe’de dinlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım…
1973 yılında öğretmenliğe başladığım, 1975’te ayrıldığım Bitlis’e tam elli yıl sonra yeniden gelmek beni az heyecanlandırmadı, az duygulandırmadı. Kuşkusuz elli yıl uzun bir süre, her yer değişiyor ve şehirler insanlardan daha çok değişiyor. Elli yıl öncesiyle ilgili kişileri, yerleri hatırlamada Nurdoğan Oto yaptığı açıklamalarla bana yardımcı oldu. Ben de kafamdaki “Elli yıl önceki Bitlis ile şimdiki Bitlis arasında ne gibi farklar var?” sorusuna yanıt bulmaya çalıştım durdum. Bitlis merkezde derenin üstünde yapılar vardı eskiden. O yapılar yıkılınca dere üstündeki köprülerin görünürlüğü ortaya çıkmış, eski çirkinlik yerini güzelliğe bırakmış. Kale de heybetiyle dikkat çekiyor. Cadde ve sokakların gece sarı ışıklarla aydınlatılması tepedeki seyir terasından bakıldığında romantik, şiirsel bir manzara sunuyor gözlere. Bitlis BETAV Başkanı Güven Güngördü bir gece seyir terasında bana uzakta bir beyaz ışığı işaret ederek “Bu sarı ışık deryasında o beyaz ışık nasıl da sırıtıyor değil mi?” diye sordu. Haklıydı, açıkçası o beyaz ışık bir oyunbozan gibiydi…
Bugüne dönersek şimdi iki Bitlis var, biri tarihi eserleriyle, kalesiyle, deresiyle, taş evleriyle merkezdeki eski şehir, diğeriyse merkezle arası on üç kilometreyi bulan yeni şehir. Bitlis’in yeni yerleşim alanını altı katlı bloklar, siteler kaplıyor. Belediye, hükümet binası, kafe ve lokantalar, marketlerle yeni şehir merkezdekinden daha fazla bir nüfus barındırıyor. Ama en önemli şey şu ki Rahva denilen yerden şehre girerken bir eğitim vadisinden geçtiğinizi farkediyorsunuz. Sizi 2007’de açılan Bitlis Eren Üniversitesi kampüsü, BETAV Başkanı Ahmet Eren ile aile mensuplarının adlarını taşıyan okullar, yurtlar, öğretmen lojmanları, konukevleri, spor tesisleri karşılıyor ve devlet okulları dışında BETAV’ın açtığı okul sayısının da on altı olduğunu öğrenince ister istemez “Nüfusuna oranla bu kadar çok okula sahip başka bir il var mı?” diye kendinize soruyorsunuz. 1987’de kurulan BETAV gerçekten eğitime büyük yatırım yapmış ve yapmaya devam ediyor. Eren’ler Bitlis’e çok şey katmışlar, şehre damga vurmuşlar…
03 Eylül Çarşamba günü Nurdoğan Oto ile Bitlis Lisesi’ni ziyaret ettik. Ben öğretmen, o öğrenci olarak okulla ilgili anılarımızdan dolayı duygu yüklüydük. Zemin kattaki sayısı on-on iki arası çok kalın sütunların varlığını unutmuş olduğumu hatırladım. “O sütunlar sayesinde bu okul bugün de dimdik ayakta” diye düşündüm. Öğretmenler odasına, ders yaptığım iki sınıfa girdim, oralara tekrar ayak bastığım için az heyecanlanmadım. Ardından müdür odasının kapısını tıklattık. Müdürlüğe vekâlet ettiğini söyleyen zayıf, uzun boylu, genç idareci bir kişi ile kayıt konusunu görüşüyordu. Nurdoğan Oto benim elli yıl önce bu okulda öğretmenlik yaptığımı söyleyince müdür vekili “Hocam, seksenli doksanlı yıllarda bu okulda çalışmış öğretmenlerden bir ikisi ziyarete gelmişti ama yetmişli yıllardan bir öğretmen hiç gelmedi, bu nedenle siz bizi ziyaret eden en eski öğretmensiniz” dedi. Baktım, o da duygulanmıştı…
Hayvancılık, arıcılık, peynircilik halkın önemli geçim kaynaklarından. Güroymak-Tatvan arasında gördüğüm otlayan küçük ve büyükbaş hayvan sayısının büyüklüğü beni pek şaşırttı. 5 Eylül Cuma günü Satranç Federasyonu Başkanı Fethi Apaydın ve teknik sorumlu Melih Çiçek’le beraber on kişilik bir grup büryancı Azmi’deydik. Büryandan birkaç lokma aldıktan sonra Melih Çiçek’in “Bu etten sonra İzmir’de yediğimiz et miymiş!” dediğini duyduk. Bu övgüde o yöredeki hayvanların payı da az değil. Bitlis’te eksikliği hissedilen şeylerden biri nedir diye sorulduğunda “Otel eksikliği var. Özellikle birtakım kutlamaların olduğu Ağustos ayında konaklama önemli bir sorun!” diyen çok kişi olduğunu gözlemledim. Bitlis Lisesi’nin yanında inşaatı süren Hilton Oteli çözüm adına atılan bir adım. Onu daha mütevazi yeni otellerle devam ettirmek gerekir diye düşünüyorum…
06 Eylül Cumartesi günü Mustafa Kaleli bizi Nemrut krater gölüne götürdü. Ama 2.247 metre yükseklikteki krater gölü ayı saldırıları nedeniyle iki hafta ziyarete kapatılmış olduğundan göl kenarına yaklaşamadık, uzaktan bakmakla yetindik. Öte yandan o yükseklikten Van gölünü seyretmek güzeldi. Adilcevaz’da 4.058 metre yüksekliğiyle ülkemizin en yüksek üçüncü dağı Süphan’ın eteklerindeki Aygır Gölü de ilgimizi çeken bir başka göl oldu. Göldeki alabalık tesisini otuz yıldır işleten Alparslan Taşkın (51) esmer, orta boylu, siyah saçlarına ak düşmemiş, yüzünden sağlık fışkıran, çakı gibi bir adamdı. “Ben uzun yıllar atletizm yaptım, Süphan dağına sayısız kereler çıktım, bir çıkış altı saat sürüyor. Ordan Van Gölü’nün tam haritası görülüyor” dedi. Yediğimiz alabalıklar lezizdi. “Aygır Gölü 1970 metre yükseklikte, derinliği altmış beş metre, onu da bir yakadan öbür yakaya yüzerek geçiyorum,” diye ekledi. Trafiğin, hava kirliliğinin, stresin olmadığı o ortamda yaşadığı için ona imrendim…
07 Eylül Pazar akşamı yeniden İstanbul’a dönmek için Muş Havalimanı’ndaydık. Nurdoğan Oto “Hocam, geldiğiniz için beni mutlu ettiniz, siz de mutlu musunuz?” diye sordu. “Hem de nasıl! Çok farklı bir hafta yaşadım! Sana yürekten teşekkür ediyorum!” dedim…