Olay Gazetesi Bursa

Savaş muhabirliği

7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in Gazze’de Filistinlilere karşı sürdürdüğü soykırım niteliğindeki katliam elli binin üstünde can kaybına ve Gazze’nin bir enkaza dönmesine yol açtı. Batı dünyası hükümetleri bu vahşet karşısında çok kötü bir sınav verdi. İspanya, İrlanda dışında hemen hepsi İsrail’in arkasında durdu. Ama Batı dünyasında öğrenciler ve halklar yaptıkları protesto gösterileriyle hükümetleri gibi düşünmediklerini gösterdiler. Türkiye, Yemen, İran ve bir iki başka ülke hariç İslam ve Arap dünyası bu soykırıma sessiz kaldı, […]

7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in Gazze’de Filistinlilere karşı sürdürdüğü soykırım niteliğindeki katliam elli binin üstünde can kaybına ve Gazze’nin bir enkaza dönmesine yol açtı. Batı dünyası hükümetleri bu vahşet karşısında çok kötü bir sınav verdi. İspanya, İrlanda dışında hemen hepsi İsrail’in arkasında durdu. Ama Batı dünyasında öğrenciler ve halklar yaptıkları protesto gösterileriyle hükümetleri gibi düşünmediklerini gösterdiler. Türkiye, Yemen, İran ve bir iki başka ülke hariç İslam ve Arap dünyası bu soykırıma sessiz kaldı, seyretmekle yetindi. Güney Afrika öncülüğünde kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesinin İsrail’i mahkûm etmesi bile Netanyahu’ya geri adım attıramadı. Trump’ın yeniden ABD’nin başına geçmesi, Gazze’yi üstünde bir sayfiye kenti kurmak için iyi bir arsa olarak görmesi İsrail’i daha da pervasızlaştırdı. Hitler’in Yahudilere uyguladığı soykırımın bir benzeri ne yazık ki bugün dünyanın gözü önünde tekrarlanıyor…

Batı TV dünyası da İsrail’in uyguladığı soykırımı adeta görmezden gelen bir politika izledi. Bunun dışında kalan tek kanal Filistinlilerin uğradığı katliamı en ayrıntılı şekilde gösteren Aljazeera TV oldu. Bir buçuk yıl içinde İsrail’in 142 gazeteci ve medya çalışanını öldürmesi savaş muhabirliğinin ne denli “kelle koltukta” yapılan bir iş olduğunu gösterdi. Bu süre içinde en çok izlediğim Aljazeera kanalında her gece sahadan haber veren Tareq Abu Azzoum, Hani Mahmoud ve birkaç yorumcuyu dinlerken “Yarın da sizi canlı olarak görebilecek miyim?” sorusu hep zihnimde çakılı kaldı…

Bombaların düştüğü yerlerin hemen yakınında yapılan savaş muhabirliği masada haber yapmaya benzemeyen çetin bir iş. Bu konuda BBC’de “Simpson’s World” adlı bir program yapan John Simpson “A Mad World, My Masters” (Çılgın Bir Dünya, Ustalarım) adlı kitabında yaşadıklarını anlatır. Bir başkası da 1960-2000 yılları arasında Afrika’da bağımsızlık savaşı verenlerin hikayesini yazan Ryszard Kapuscinski adlı bir Polonyalı gazetecidir.

Önce Simpson’un dediklerine kulak verelim: “1989’da Afganistan’da Hizbi İslami grubundan bir Arap beni öldürmek istedi ama grubunda bu iş için çoğunluğu sağlayamadı. Beni öldüremediği, öldürtemediği için yatağına uzandı ve ağlamaya başladı. Bu Usame Bin Ladin idi. Daha sonra onunla bir söyleşi yapmak istediğimde ‘Görüşme yapacaksam bunu ilk seninle yapacağım!’ dedi… Amerika Belgrad’ı yetmiş dokuz gün bombaladı ama vurdukları tank sayısı sadece on üç idi…Kaddafi tuhaf, değişik ve zor bir adamdı. Onunla yaptığımız söyleşi esnasında on beş saniye kadar süren osuruklar atıyor ve yarım saatlik söyleşi esnasında bu sık sık tekrar ediyordu!.. İdi Amin’in çekim esnasında mayosundan dışarı çıkan taşakları kameramanın kafasını en çok meşgul eden şeydi. 1985’teBirleşmiş Milletler eski genel sekreteri Kurt Weldheim beni yumrukladı. O sırada Avusturya Cumhurbaşkanı olmak için kampanya yürütüyordu ve sorduğum bir soru hoşuna gitmedi, yumruğu karnıma ekleştirdi. 1986’da görüşme yaptığım Orta Afrika Cumhuriyeti imparatoru Bokassa bir yamyamdı. Muhalefet liderini öldürttü, etini pişirtip yedi. Paris’te söyleşi yaptığım otel odasına taht kurdurtmuştu Bokassa. Ufak tefek biriydi. Fransa eski sömürgesi olan Bokassa’nın ülkesini elmas madenleri dolayısıyla iyi sömürmüş. Ama sonra Bokassa tahttan indiriliyor, hapsediliyor. Ülkesine dönünce bir kulübede yoksulluk içinde ölüyor… İran’daki Persepolis harabelerindeki röliyeflerden hediye verme geleneğinin o zaman başladığını anlıyoruz. Humeyni başa geçtiğinde şah yanlısı heykeller olan bu yer buldozerlerle yıkılmak isteniyor ama bir müze görevlisi “Yazılı emir var mı? Yoksa giriş izni vermem!” diyerek gelenleri geri çeviriyor! İşte o adamın uyanıklığı Persepolis gibi bir kültür mirasını ayakta tutmuş oluyor!.. TV haberciliği bir takım çalışmasıdır, bir gazete muhabiri gibi manipülasyon yapması zordur.”

Şimdi de Ryszard Kapuscinski’nin “Bir Muhabirin Otoportresi” adlı kitabında söylediklerine bakalım: “Bir savaş muhabirinin işi çok yorucu ve kilo verdiricidir. İyi bir muhabir olmanın sekiz şartı vardır. Bu sağlıklı olmaktan başlar, empati yapmayı bilmeye kadar gider. Herkes korkar ama fark yaratan korkusuna egemen olandır…Savaş muhabiri bir yerde savaşçı taraflardan biridir. Yani tarafsınızdır, bu normal ama fanatik olmamalısınız. Muhabirin çantası ne kadar hafifse o kadar uzağa gidebilir. Savaş muhabiri Hilton’da kalmaz, mütevazi otellerde kalır. O mütevazi yerlerde daha ilginç insanlara rastlarsınız. Afrikalının yediğini içtiğini tatmayan, getirdiği haplarla kendini koruyanlardan iyi muhabir çıkmaz. Siz kendi şartlarınızı dikte etmeyeceksiniz, oraların şartlarına uyacaksınız. Freni bozuk, aşırı kalabalık minübüslere binmek zorundasınız. Muhabir klişelerden uzak durmalı, röportajına iyi hazırlanmalıdır. Dünyayı tümden kavrayan bir anlatım bugünün dünyasında imkansızdır. Gerçeği ancak parça parça verebilirsiniz. Çünkü olay çok ama bunun yanında zaman azdır. Balzac, Tolstoy ve Proust zamanında olduğu gibi olay azlığı ve zaman zenginliği söz konusu değildir. Olayın derinine inmedikçe verdiğiniz haberin bir kıymeti yoktur. Haberler günümüzde çok çarpıtılıyor, bir haber tekeli söz konusudur…Muhabirin karşısına şimdi medya çalışanı çıktı. Bunlar farklıdırlar.TV haberciliği kollektif bir çalışmanın ürünüdür, oysa muhabirin çalışması bireyseldir.”