Türkiye, yapay zekâ çağında kurumsal kapasitesini güçlendirmeye dönük stratejik adımlar atıyor. Resmî Gazete’de yayımlanan düzenlemeler ve peş peşe gelen açıklamalar, yapay zekâ politikalarının artık devletin en üst kademesinde, bütüncül bir vizyonla koordine edildiğini gösteriyor. Bu yaklaşım oldukça yerinde; çünkü yapay zekâ artık yalnızca bir “teknoloji merakı” değil; kamu hizmetlerinden sanayiye, güvenlikten verimliliğe kadar hayatın her alanını dönüştüren yeni bir işletim sistemi.
Ancak kritik bir gerçeği yüksek sesle konuşmak zorundayız: En iyi strateji belgeleri ve en güçlü kurumsal yapılanmalar bile, eğer eğitim sisteminde karşılığını bulmuyorsa eksik kalmaya mahkûmdur. Yapay zekâ ekosistemi yalnızca veri merkezlerinde veya bakanlık koridorlarında kurulmaz. Asıl ekosistem; sınıflarda, öğretmenlerin rehberliğinde, çocukların zihninde ve alışkanlıklarında inşa edilir.
Bugün çocuklar ekranla çok erken yaşta tanışıyor. Sorun, ekranın varlığı değil; ekranın ne kadar, nasıl ve ne amaçla kullanıldığının bilinmemesi. Çocuk, interneti yalnızca tüketim alanı olarak görürse, teknoloji onu güçlendirmez; yönlendirir. Oysa bilişim eğitimi; çocuğa sadece “bilgisayar kullanmayı” değil, doğru bilgiye ulaşmayı, bilgiyi doğrulamayı, verisini korumayı, güvenli interneti, siber zorbalığa karşı farkındalığı ve en önemlisi üretmeyi öğretir.
Bilişim dersini “lüks” sananlar, genellikle bilişimi yalnızca klavye kullanmak, sunum hazırlamak, yazıcıdan çıktı almak gibi dar bir çerçevede değerlendirir. Oysa modern bilişim okuryazarlığı; problem çözme becerisi, algoritmik düşünme, dijital etik, veri mahremiyeti ve eleştirel düşünme demektir. Yapay zekâ ile üretilmiş içeriklerin arttığı bir çağda, “Bu doğru mu?” sorusunu sormayı öğrenmeyen çocuk, yalnızca yanlış bilgiye değil; manipülasyona, dolandırıcılığa ve dijital bağımlılığa da daha açık hâle gelir.
İşte bu yüzden, bilişim dersi bir “ekstra” değil; temel bir ihtiyaçtır. Matematik nasıl akıl yürütmeyi geliştiriyorsa, bilişim de dijital dünyada akıl yürütmeyi geliştirir. Türkçe nasıl anlama ve anlatmayı güçlendiriyorsa, bilişim de dijital dilin kurallarını öğretir. Fen nasıl yöntemi anlatıyorsa, bilişim de dijital dünyanın yöntemini anlatır. Bu ders; geleceğin yazılımcısını, mühendisini, tasarımcısını elbette yetiştirir ama daha da önemlisi, teknolojiyle sağlıklı ilişki kurabilen bilinçli bir yurttaş yetiştirir.
Altyapı yatırımları elbette kıymetli. Okullara bilgisayar laboratuvarı kurulması, internet altyapısının iyileştirilmesi önemlidir. Fakat altyapı tek başına yeterli değildir. Altyapının üzerinde koşacak bir müfredat, düzenli bir ders saati, yaşa uygun içerikler ve uygulamalı eğitim şarttır. Aksi hâlde teknoloji, okulda “var” görünür; ama öğrencinin hayatında “kazanım”a dönüşmez.
Bu konu aynı zamanda eşitlik meselesidir. Her çocuğun evinde bilgisayar, tablet ya da nitelikli internet olmayabilir. Okul, bu farkı kapatması gereken yerdir. Bilişim eğitimi zayıfladığında, imkânı olan çocuk daha da öne geçer; imkânı olmayan geride kalır. Bu da dijital uçurumu büyütür. Oysa biz, çocukların yalnızca tüketici değil; üretici olmasını istiyoruz. Üretim kültürü, şansla değil eğitimle olur.
Yapay zekâ konuşuyorsak, eğitim tarafında da aynı cesareti göstermek zorundayız. Çözüm zor değil: Bilişim okuryazarlığı her kademede güçlendirilmeli, içerik güncellenmeli, öğretmenlere uygulamalı destek programları sağlanmalı ve yerelde atölyelerle bu kültür yaygınlaştırılmalıdır. Çünkü merkezde kurulan vizyon, tabanda karşılığını bulmadıkça tamamlanmış sayılmaz.
Yapay zekâ dönemi başladı. Bu dönemde bilişim dersi lüks değil; geleceğe tutunmanın asgari şartıdır. Bugünün çocukları, yarının kullanıcıları değil; yarının üreticileri olsun istiyorsak, bu gerçeği daha fazla ertelememeliyiz.