Hiç düşündünüz mü, bugün reklamlara gerçekten ne kadar dikkat ediyoruz? Televizyonun sesi kısıldığında, telefon ekranında hızla kaydırdığımız videolarda, bir sosyal medya akışında… Aslında çoğu içeriği fark etmeden geride bırakıyoruz. İşte bu yüzden pazarlamanın yeni para birimi artık bütçe değil, dikkat.
Dikkat, 21. yüzyılın en kıymetli kaynağı. Çünkü elimizde sınırsız içerik var ama zamanımız sınırlı. Hepimizin cebinde sadece 24 saat var ve markalar bu 24 saatin minicik bir anında gözümüze girebilmek için yarışıyor.
3 saniyelik pencere
Bugün sosyal medyada bir içeriğe verilen ortalama dikkat süresi sadece 3 saniye. Yani ne anlatırsanız anlatın, ilk bakışta çarpıcı olmalı. Videonun ilk karesi, görselin ilk rengi, başlığın ilk kelimesi… Hepsi hayati önem taşıyor. Çünkü tüketici ya o anda bağ kuruyor ya da sizi sonsuza kadar kaydırıp geçiyor.
Reklamdan hikâyeye
Bu yüzden artık kimse kuru bir reklam görmek istemiyor. İnsanlar bir hikâyenin parçası olmak istiyor. Samimi bir selam, küçük bir tebessüm, kendi hayatından bir iz… Çoğu zaman milyonluk prodüksiyonlardan çok daha etkili oluyor.
Gerçek hikayeden örnekler
Mesela Bursa’da küçük bir kafe düşünün. Sabah dükkanı açarken çektiği 10 saniyelik “Günaydın Bursa” videosu, kahve kokusuyla birleşip yüzlerce kişinin ilgisini çekebiliyor.
Ya da Ulucami önünde çekilen kısa bir kombin videosu, bir giyim mağazasını sosyal medyada dev markaların yanına taşıyabiliyor. Çünkü insanlar kendilerini orada buluyor.
Dikkatin peşinde bir dünya
Kısacası, yarının pazarlama yarışı bütçeler arasında değil, saniyeler arasında yaşanacak. Kim bu kısa zaman diliminde fark yaratabiliyorsa, oyunu o kazanacak. Ama mesele sadece dikkat çekmek değil; dikkat çektiğiniz anda güven verebilmek, samimiyet gösterebilmek ve karşı tarafa “evet, bu marka bana hitap ediyor” duygusunu yaşatabilmek.
Çünkü unutmayın, dikkat bir kapıyı açar; ama o kapının ardında güven yoksa insanlar hemen geri çıkar. Yani asıl mesele, sadece üç saniyede gözükmek değil; üç saniyede kalplere dokunabilmek.
Belki de bundan sonra hepimizin kendine sorması gereken soru şu: Markamız, insanların dikkatinde mi kalacak, yoksa kaydırılan içerikler arasında sessizce kaybolup gidecek mi?