Olay Gazetesi Bursa

Reklamdan öte: Topluluk bazlı pazarlamanın gücü

Her gün yüzlerce reklamın arasından geçiyoruz. Sabah işe giderken billboardlarda, akşam evde otururken televizyon ekranında, sosyal medyada parmağımızı kaydırırken… Ama dürüst olalım: Kaçı aklımızda kalıyor? Kaçı bizi etkiliyor? Artık görünür olmak yeterli değil. Asıl mesele, kalıcı bir güven ve bağ yaratabilmek. İşte bu yüzden son yıllarda öne çıkan yeni bir kavram var: topluluk bazlı pazarlama. […]

Her gün yüzlerce reklamın arasından geçiyoruz. Sabah işe giderken billboardlarda, akşam evde otururken televizyon ekranında, sosyal medyada parmağımızı kaydırırken… Ama dürüst olalım: Kaçı aklımızda kalıyor? Kaçı bizi etkiliyor?

Artık görünür olmak yeterli değil. Asıl mesele, kalıcı bir güven ve bağ yaratabilmek. İşte bu yüzden son yıllarda öne çıkan yeni bir kavram var: topluluk bazlı pazarlama.

İnsanların aradığı: Aitlik

Bir markayı tercih ederken yalnızca fiyatına ya da kalitesine bakmıyoruz. İnsanlar artık “Bu marka benim değerlerimle örtüşüyor mu? Bana kendimi nerede hissettiriyor?” diye soruyor.

Apple bunun en bilinen örneği. Yeni bir iPhone çıktığında, mağaza önünde saatlerce bekleyen insanları düşünün. O insanlar sadece bir telefon almıyor; aslında bir topluluğa katıldıklarını hissediyor.

Benzer bir örneği Türkiye’den vereyim. Bursa’da küçük bir kahve dükkânı, her pazar sabahı “Günaydın Bursa” videosu paylaşıyor. Bir fincan kahve eşliğinde çekilmiş bu 10 saniyelik samimi video, kısa sürede o kahvenin müdavimlerini bir topluluğa dönüştürdü. İnsanlar sadece kahve için değil, o samimiyetin parçası olmak için oraya uğruyor. İşte topluluk bazlı pazarlamanın özü bu: aitlik hissi.

Reklamdan daha etkili: Topluluk

Reklamlar çoğu zaman tek yönlüdür. Marka anlatır, biz dinleriz. Ama topluluklar çift yönlüdür. İnsanlar markayla konuşur, deneyimlerini paylaşır, birbirine tavsiye eder.

Geçenlerde tanıştığım genç bir girişimci, sosyal medya üzerinden sattığı el yapımı defterleri için bir topluluk kurmuş. Sadece ürün satmak yerine, müşterilerini “yazı atölyeleri”ne davet ediyor. İnsanlar hem yazıyor, hem sohbet ediyor, hem de birbirini tanıyor. O topluluk öyle büyümüş ki, artık defter alan herkes kendini bir “yazı ailesi”nin parçası gibi hissediyor. Bu bağlılığı hiçbir reklam filmi sağlayamazdı.

Peki, nasıl kurulur?

Burada işin sırrı samimiyet. Bir markanın yalnızca satış odaklı topluluk kurmaya çalıştığını insanlar çok çabuk fark ediyor. O topluluk kısa sürede dağılır.

Ama eğer insanlar ortak bir değer etrafında buluşuyorsa, işte o zaman gerçek bağ kuruluyor. Bu bir koşu kulübü olabilir, bir çevre etkinliği olabilir, hatta sadece küçük bir sosyal medya grubu bile olabilir. Önemli olan, markanın kendini “satıcı” değil, “katılımcı” olarak konumlandırması.

Topluluklar sadece sadakat yaratmıyor, aynı zamanda markaya yön veriyor. Çünkü orada insanlar geri bildirim veriyor, “şunu geliştirin” diyor, “bunu daha çok yapın” diyor. Yani topluluk, markanın hem en güçlü reklamcısı hem de en dürüst danışmanı haline geliyor.

Geleceğin pazarlaması: Aidiyet

Bugün geldiğimiz noktada, ürün satmak kolay. Reklamla, kampanyayla, indirimle bir satış yapılabilir. Ama asıl zor olan, kalıcı bir topluluk yaratmak. Çünkü insanlar bir ürünü unutabilir, ama kendini ait hissettiği bir topluluğu kolay kolay terk etmez.

O yüzden markaların önünde artık yeni bir soru var:
Sadece müşteri mi istiyoruz, yoksa birlikte büyüyebileceğimiz bir topluluk mu?

Cevap bence çok net. Geleceğin kazanan markaları, yalnızca ürün satanlar değil; etrafında samimi topluluklar inşa edenler olacak.