Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Bir ülkenin gerçek gücü ne madenlerinde, ne gökdelenlerinde, ne köprülerinde, ne de duble yollarındadır. O güç, çocuklarının aldığı nitelikli eğitimde yatar. Ancak, Türkiye’deki manzara ne yazık ki yürek burkuyor: Bir yanda kapısına kilit vurulan köy okulları, diğer yanda masa başında üretilmiş diplomalarla koltuk kapma peşinde koşanlar…
Geçen hafta Balıkesir’in Bigadiç ilçesine bağlı Özgören köyünde, çok sevdiğim arkadaşlarımın çocuklarının sünnet düğününe katıldım. Doğru ailesine bu mutlu günlerinde hayırlı olsun dileklerimi sunuyorum. Düğün, yıllardır kapalı olan köy okulunun bahçesinde yapılıyordu. Bir zamanlar çocuk kahkahalarıyla, tebeşir tozu kokusuyla dolu olan o bahçe, şimdi düğün masaları ve hoparlörlerden yükselen oyun havalarıyla doluydu. Eski sıraların yerinde ise koca bir boşluk… Bu görüntü, sadece nostaljik bir anı değil, aynı zamanda büyük bir kaybın ve sessiz bir çığlığın fotoğrafıydı.
Kapatılan köy okulları, çocukları eğitimden kilometrelerce uzağa itiyor. “Taşımalı eğitim” adı altında yürütülen sistem, aslında köylerdeki eğitimi yok saymanın bir başka adı. Eğitim-İş Bursa Şubesi, geçtiğimiz günlerde bu uygulamaya tepki göstererek, çocukların kendi köylerinde, kendi ortamlarında eğitim almasının önemine dikkat çekti. Haklılar; taşımalı eğitim, sadece çocukları değil, köylerin geleceğini de taşıyamıyor.
Tam da bu sırada, ekranlarda ve kürsülerde süslü cümleler kuran bazı isimlerin diplomaları tartışma konusu. Gerçekten okuyarak mı aldılar, yoksa bir yerlerden mi “ayarladılar”? Bu soru, toplumun diline pelesenk olmuş durumda. Emek vererek eğitim alan milyonların hakkını gaspeden bu zihniyet, sadece bir belgeyi değil; insanların umudunu, geleceğini ve çocuklarımızın hayallerini söndürüyor.
Bu tablo, yalnızca eğitimdeki çifte standardın değil, aynı zamanda adalet anlayışımızdaki derin yarığın da acı bir resmi. Gerçek liyakat, ancak köy okulunda bir çocuğun alın teriyle kazandığı başarıya değer verildiğinde başlar. Aksi takdirde, diploma hırsızları hep kazanır gibi görünür. Ta ki toplum, bu hırsızlığı en büyük ayıp olarak görmeye başlayana kadar.
Fırsat eşitliği olmadan gelecek inşa edilemez
Bir ülkenin geleceği, eğitimdeki fırsat eşitliğinden geçer. Ne yazık ki bugün, bir çocuğun doğduğu şehir, ailesinin gelir düzeyi ya da yaşadığı köy, onun eğitim yolculuğunun kaderini belirliyor. Oysa gerçek adalet, çocukların hayallerini adreslerine göre sınırlamamakla başlar.
Kapatılan köy okulları, taşımalı eğitimle uzun yollar aşan çocuklar, teknolojiden yoksun sınıflar… Bunların hepsi, yarının mühendislerini, doktorlarını, bilim insanlarını daha yola çıkmadan geride bırakıyor. Eğitim bir lüks değil, herkesin eşit, ücretsiz ve erişilebilir hakkıdır. Bu, aynı zamanda anayasal bir zorunluluktur. Anayasa’nın 42. maddesi açıkça der ki:
“Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. İlköğretim, devlet tarafından tüm vatandaşlar için parasız ve zorunludur.” Eğitim lütuf değil haktır. O hakkı çocuklarımızdan alan, yarınlarımızı da alır.
Bir çıkış yolu mümkün
Bu karanlık tabloya rağmen umut var. Eğitimde adaleti sağlamak için köy okullarını yeniden açmak, taşımalı eğitime son vermek ve her çocuğa eşit fırsat sunmak zorundayız. Öğretmenlerin, öğrencilerin ve toplumun sesine kulak vererek, liyakati ve emeği yeniden merkeze almalıyız. Ancak o zaman, diploma hırsızlarının gölgesinde değil, alın teriyle parlayan bir gelecek inşa edebiliriz. Çünkü bir ülke, çocuklarının hayalleri kadar büyüktür.