Olay Gazetesi Bursa

Özelleştirme; Toplumun dönüşümü

Bu günlere gelişimiz yakın zamanda olmadı. Kamusal anlayıştan vazgeçiş, meşhur 24 Ocak kararlarıyla başladı. Asıl hayata geçiş ise 12 Eylül darbesiyle oldu. 12 Eylül’ün gölgesi: Baskıdan Neoliberalizme 12 Eylül 1980 darbesi, sadece bir askeri müdahale değil, toplumun belleğinde derin izler bırakan bir dönüm noktasıydı. Demokrasiye ağır bir darbe vuran bu süreç, siyaseti, toplumsal örgütlülüğü ve […]

Bu günlere gelişimiz yakın zamanda olmadı. Kamusal anlayıştan vazgeçiş, meşhur 24 Ocak kararlarıyla başladı. Asıl hayata geçiş ise 12 Eylül darbesiyle oldu.

12 Eylül’ün gölgesi: Baskıdan Neoliberalizme

12 Eylül 1980 darbesi, sadece bir askeri müdahale değil, toplumun belleğinde derin izler bırakan bir dönüm noktasıydı. Demokrasiye ağır bir darbe vuran bu süreç, siyaseti, toplumsal örgütlülüğü ve düşünce özgürlüğünü adeta silindir gibi ezdi. İşkenceler, idamlar, yasaklar ve fişlemelerle toplum korkutuldu, sindirildi. Ancak 12 Eylül, yalnızca fiziksel bir baskı dönemi değildi; aynı zamanda neoliberal dönüşümün kapısını aralayan bir ideolojik zemin hazırlığıydı.

Özal dönemi: Sermayeye özgürlük, emekçiye güvencesizlik

1983 seçimleriyle başlayan Turgut Özal dönemi, Türkiye’yi “küçülen devlet” politikalarıyla tanıştırdı. Özelleştirme furyası hız kazandı; fabrikalar, limanlar, bankalar, enerji santralleri ve madenler birer birer satıldı. “Devlet işletmecilik yapmaz” söylemi, iş güvencesinin ortadan kalktığı, taşeronlaşmanın yaygınlaştığı, sendikasız ve örgütsüz bir çalışma düzeninin habercisi oldu. Özal’ın liberal vitrini, özgürlüğü emekçilere değil, sermayeye sundu. Bugün hâlâ etkisini hissettiğimiz güvencesiz çalışma koşulları, esnek istihdam modelleri ve sosyal devletin geri çekilmesi, o yıllarda atılan adımların bir yansıması.

Bireyselleşen toplum: Dayanışmanın kaybı

12 Eylül’ün dönüşüm süreci, toplumu sadece baskı altına almakla yetinmedi; dayanışma kültürünü ve kolektif mücadele ruhunu da zayıflattı. Bireyselleşen, yalnızlaşan ve güvencesizleşen bir toplum yaratıldı. Bu tarihi hatırlamak, yalnızca geçmişe bakmak değil; bugünü anlamak ve yarını inşa etmek için bir sorumluluktur.

Eğitimde piyasalaşma: Paran kadar eğitim

Neoliberal dönüşümün en ağır darbelerinden biri eğitimde hissedildi. Devlet, eğitimi bir hak olmaktan çıkararak bir hizmete dönüştürdü. Özel okullar, dershaneler ve vakıf üniversiteleri çoğaldı; fırsat eşitliği yerini “paran kadar eğitim” anlayışına bıraktı. Taşımalı eğitimle köy okulları kapatıldı, şehirlerdeki okullar nitelik farkıyla ayrıştı. Öğrenciler sınav maratonlarına mahkûm edildi, eğitim sistemi rekabet üzerine kuruldu.

Sağlıkta dönüşüm: Hastadan müşteriye

Sağlık sistemi de aynı neoliberal mantıkla dönüştürüldü. 2000’li yıllarda hızlanan “sağlıkta dönüşüm” programının temelleri, 1980’lerin planlarında atılmıştı. Kamu hastaneleri özel hastanelerle rekabete zorlandı, aile hekimliğiyle bireysel hizmet öne çıktı. Sağlık, bir hak olmaktan çıkıp alınıp satılan bir hizmete dönüştü. “Hastaneler otel gibi oldu” denirken, sağlık çalışanları daha fazla çalıştırıldı, hastalar ise borç batağına sürüklendi.

Sonuç: Kurumsallaşan eşitsizlik

1980 sonrası politikalar, toplumsal eşitsizliği kalıcı hale getirdi. Halk, sağlığa ve kaliteli eğitime erişmekte zorlanır oldu. Emekçiler iş güvencesini kaybetti, sendikalar etkisizleşti. Sosyal devlet anlayışından uzaklaşarak bir şirket mantığına büründü. Bugün hâlâ bu dönemin gölgesinde yaşıyoruz. Toplum mühendisliği projesi sürüyor; bastırılan sesler kadar, sessizce satılan değerler de bu hikayenin bir parçası.

Ve bu hikâye, hâlâ yazılmaya devam ediyor.