Olay Gazetesi Bursa

Bir varmış bir yokmuş

“Ama bazen, devam etmek, yalnızca devam etmek insanüstü bir şeydir..” Albert Camus Ülkemizde her geçen gün “kötülük” artıyor. Güzel şeyler bizden, bizim taraftan uzaklaştı. Materyalist felsefeye göre, doğada hiçbir şey yoktan var olmaz. Var olan da yok olmaz, başka bir şeye dönüşür. Sanırım iyi olan bir bir kötülüğe dönüşüyor olmalı. Kadınlarını öldürmeye devam ediyor yurdumuz […]

Ama bazen, devam etmek,

yalnızca devam etmek

insanüstü bir şeydir..”

Albert Camus

Ülkemizde her geçen gün kötülük artıyor.

Güzel şeyler bizden, bizim taraftan uzaklaştı.

Materyalist felsefeye göre, doğada hiçbir şey yoktan var olmaz. Var olan da yok olmaz, başka bir şeye dönüşür. Sanırım iyi olan bir bir kötülüğe dönüşüyor olmalı.

Kadınlarını öldürmeye devam ediyor yurdumuz insanı. İnsanlığa, vicdana sığmayacak yöntemlerle bir bir hayattan koparılıyor gencecik kızlar.

İnsanımız kanıksıyor sanki bu durumu. Bilmiyorum belki de alışıyoruz bunca kötülüğe.

Hayatımızda iyi olan, yaşamı iyileştiren tüm unsurlar azalıyor gittikçe.

Daha az hukuk, daha az adalet, daha az hürriyet!..

Eğitim azalıyor.

Artan şeyler de var bu arada.

Dostlar başına bir Ticaret Bakanımız var; Ömer Bolat. Profesör unvanına da sahip. Bakanlık görevine getirildiğinden bu yana, her ay Cumhuriyet tarihinin ihracat rekorunu kırdık diyor.

Ne Cumhuriyet’miş böyle; herkes bir yerini koparıyor ama yine de bitiremiyorlar. Kendisiyle yarışmak kişiye mahsus, dünyanın diğer milletleri sıralamasında üstlerde olabiliyor musun?

Doğası gereği olması gereken bir akış olduğunu bilmemesi imkansız.

Günümüz üretim araçlarının gelişmişliği, teknolojinin olağanüstü kolaylıklar sağlaması ve en önemlisi bilginin kolay ulaşılabilir olmasının bir sonucudur.

Ayrıca ulaşım ve tedarik zincirinin hızı ve yaygınlığını da hesaba katmak gerek.

Mesele ihracat rekoru kırmak değil…

Dünya ülkeleri arasında, olman gereken yerde misin?

Hemen her alanda, Cumhuriyetin ilk yirmi yılında neredeydik, son yirmi yılda neredeyiz?

Ülkemiz akademisyenlerinin son yirmi yılda aldıkları unvanlar uzun süredir kafamda soru işaretleri oluşturuluyor…

Bunların en başında da Ömer Bolat var!..

Bir de ülkenin zaten kötü olan eğitim sistemini yerle bir eden Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin…

Ünlü yazarımız Çetin Altan bıkmadan, yorulmadan tekrarlardı yazılarında: Bizim politikacılar ülkeyi hamasetle yönetiyorlar. Türk’e Türk propagandası yapılıyor sabahtan akşama diye yazardı.

İşte bugünün politikacıları da, Türkiye olmadığı bir konumda bulunduğu halde, söyledikleri yerdeymişiz gibi bizim inanmamızı bekliyorlar.

Siyasilerin Türkiye gerçekliğinden ne kadar uzak olduğunu, gündeme bakarak görebilirsiniz.

Fiyatlar baş edilemez bir artış gösteriyor.

Emekliler feryat figan içinde. Özgür Özel’in deyişiyle, geçmiş yıllara göre daha az küçük altın alıyor. Çiftçi ürününü satamıyor.

Zenginlik alabildiğince bir avuç insanda toplanmış… Nüfusun neredeyse yüzde sekseni gelecek kaygısı taşıyor. Fakirlik hat safhada.

Ama hamaset tüm bunları kalın bir battaniye gibi örtüyor.

Bakın en son söylem Bir küresel lider, dünya bizi bekler diyorlar.

İçeride ne olduğunun önemi yok demek ki…

Hangi dünya bekliyor bizi?

Büyük ülke hamaseti yapmak, kitlelere mesaj vermek ya da onları yanında tutmak için öyle söylemek siyasetçiyi iyi hissettirebilir.

Ancak bu pek sürdürülebilir bir durum değil. Büyük olabilmenin başka kriterleri var.

2017’den bu yana ülke gittikçe daha zor koşullar yaratan bir kriz içinde. Sekiz yıldır süren bir ekonomik kriz de olmaz.

Ülkemiz yıllardır dünyanın en yüksek enflasyonu ile yaşıyor. Dünya ülkeleri arasında en yüksek faiz oranına ulaşmış beş ülke arasında olmak nasıl bir büyüklük?

Demokrasi az. Demokrasi az olunca şeffaflık yok oluyor.

Hukuk az! Ülke coğrafyasında hukuk metinlerinin farklı yorumlanıp, farklı uygulamalarına tanık oluyoruz.

Hiçbir alanda yeterince denetim yapılamıyor.

Hal böyle olunca olumsuzluklar, kötülükler artıyor.

İşsizlik artıyor. İş kazalarında kaybettiğimiz insan sayısı artıyor. Doğal afetlerde, özellikle depremde çok insan kaybediyoruz.

Yaratılan korku ve endişe iklimi insanı sessizleştirdi. Hayatından iyi şeylerin tek tek gitmesini adeta kabullendi. Nerdeyse her şeyin daha azına razı edilir hale geldi.

Türkiye’nin siyaset aktörleri bir iki istisna dışında aynı kişiler. Uzun süredir bu görevde olmalarına karşın temel ve acil sorunları bir siyasi hesap ve siyasi çıkar gözetmeden ortaya koymamaları, ya da koyamamaları sorunları çözümsüz kılıyor.

Aynı koşullarda, benzer ülkelerin aldıkları yola ve insanlarına sağladıkları yaşam koşullarına bakınca ister istemez karamsarlaşıyor insan.

Siyasetin, ülkeyi yönetmenin birincil ve vazgeçilmez görevi; ülke insanının refahını yükseltmektir. Bundan ötesi, söylenen her söz hamasettir.

İnsanımızın refah ve güven içinde yaşamasının koşullarını oluşturmak hiç de zor değil.

Bunu yapan ülkelere şöyle bir bakınca, Türkiye’nin çoktan yapmış olması gerektiğini düşünüyorum.

Ne kadar yazık, geçen onca yıla…