Son bir yılda yaşanılanların hızına yetişmek zor.
Akıl yürütmek ise neredeyse imkânsız.
Türkiye’nin politik aktörleri geçen yılın sonbaharından bugüne kendilerinden hiç beklenmedik söylemlerle kamuoyunu şaşırtıyorlar.
Yaptıkları hamleler, bir yıl öncekinin tam tersi.
Birbirleriyle kan davalı gibi düşmanken, bugün bunun tam tersi, “biz o değiliz, aslında kardeşiz” diyorlar adeta.
Sanırsınız bu zamana kadar olan biten bir spor müsabakasıydı, süre dolunca hakem düdüğünü çaldı ve müsabaka bitti. Tüm sporcular da bir dostluk maçına çıkmış gibi, düdüğün çalmasıyla birlikte birbirleriyle sıkı sıkı kucaklaşıyorlar.
Ortaya çıkan bu yeni duruma partilerin yandaşları, uyum göstermekte hiç zorlanmıyorlar. Bu yandaşlar, kendilerini herkesten önce gösterme yarışında, yeni rotaya doğru büyük bir çaba içerisinde.
PKK, 40 yıldan fazla sürdürdüğü silahlı mücadeleyi sembolik bir törenle sonlandırdı, tüm dünyaya, silahları bıraktığını ilan etti.
Hemen ertesi gün, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın günler öncesinden anons ettikleri, kamuoyunu büyük bir beklenti içerisine soktukları “tarihi” konuşması geldi.
Erdoğan, konuşmasında Ortadoğu’da Türk, Kürt ve Arap ittifakı başladığına vurgu yaparak, süreci AKP, MHP ve DEM ile birlikte yürüteceklerini ilan etti. Konuşmanın içeriğinde ümmet vurgusu öne çıktı.
Bu konuşmanın ertesi günü Cumhuriyet gazetesinin 13 Temmuz günlü birinci sayfasında Cumhurbaşkanı’nın sağ elinin üç parmağını kaldırmış bir karikatürü yayımlandı. Bugüne kadar hep dört parmağını kaldırdığına gönderme yapılarak.
Yandaş medya yayınları ve yazarları bu üç parmakla sembolleşen yeni duruma hemen daldılar.
Şüphesiz en hızlısı, Yeni Şafak gazetesi yazarı Mehmet Metiner’di. Metiner, 15 Temmuz günü “Elhamdülillah ümmetçiyiz biz!” başlığıyla yayımlanan yazısıyla herkesten önce yeni rotaya girdiğini duyurdu. Keşke, bu yazıyı bir hafta önce yazmış olsaydı. O zaman aklına gelmedi mi “ümmetçiliği” diye insan sormadan edemiyor.
Doç. Dr. Ümit İnatçı, 14 Temmuz günü T24 internet sitesinde “Hayranlık zihin donukluğu ve adanmışlık” başlıklı denemesinde günümüzün kitle davranışları üzerine düşüncelerini yazmış…
Bugünün siyasal figürlerini anlamamız açısından çok güzel bir konuyu işlemiş.
Yazar, günümüz kitle davranışları üzerine düşünceleri ile başlıyor yazısına.
Yandaşlığı şöyle tanımlıyor Ümit İnatçı: “Hayranlık çoğu zaman bir öz-sevgi eksikliğinin, bir iç boşluğun telafi biçimidir.
İnsan, kendini yeterince değerli, yeterince güçlü, yeterince anlamlı hissetmediğinde; bu boşluğu bir figüre duyduğu hayranlıkla doldurmaya çalışabilir. Bu da doğrudan düşünsel teslimiyete zemin hazırlar. Liderin ya da figürün hatalarını görmek bile bir ‘ihanet’ gibi hissediliyorsa, o noktada sevgi artık bir düşünsel teslimiyete evrilmiş demektir. Bu tür teslimiyet: Eleştiriyi imkânsız hale getirir. Dahası, işte böylesine sayrıl bir hayranlık ve zihin donukluğunu yaşamayanlar, eleştirel düşünenler, adanmışların tehlike olarak gördükleri bir hedefe dönüşür…
Özellikle siyasi lider ya da ünlü figürlere duyulan hayranlığın nasıl bir zihin donukluğu yarattığı ve bu donukluk nedeniyle de eleştirel düşünme yetisinin nasıl köreldiğini gözlemliyorum. Bu hayranlık ve kapılmanın yarattığı zihin donukluğu aynı zamanda kitlelerin kolay güdülebilmesini kolaylaştıran duyu yitimine de neden oluyor… Belki de demokrasiler içinde yeniden hortlayan otokrasinin en etkin nedeni de budur…”
Bu anlatılana en güzel örnek CHP milletvekili listesinden seçime giren, Gelecek Partili Prof. Serap Yazıcı Özbudun’dur.
Hatırlatmak için yazayım, kendisi anayasa profesörüdür. Gözleri görmeyen Serap Hanım yine anayasa profesörü rahmetli Ergun Özbudun’la evlenmiş, onun soyadını ismine katmıştır.
Serap Hanım’ın en büyük iddialarından biri, 2017’de yapılan anayasa referandumunun, mühürsüz oyların sayılması nedeniyle geçersiz olduğu, bu durumun seçim kanununa ve anayasaya aykırı olduğu iddiasıdır.
Bunu söylemesine rağmen, hiç kimsenin kendisinden beklemediği bir şekilde, AKP’ye transfer olmuş, rotasını o tarafa doğru kırmıştır.
Anayasa hukukçusu bir akademisyenin söylemi ile eylemi arasındaki bu tutarsızlık anlaşılması çok güç ya da bilemiyorum çok kolay bir durumdur belki de…
Serap Yazıcı Özbudun’un sanırım yalnızca gözleri kapalı değil, yüreği ve vicdanı da kapalı demek ki…
Serap Yazıcı Özbudun gibi bizi şaşırtan rota değiştirmeleriyle ünlü, eski Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ile meşhur teğmen Mehmet Ali Çelebi’yi de buraya not düşmüş olayım.
Yeni Şafak’ta yazan iletişimci Prof. Ali Saydam’ı es geçmek olmaz.
12 Temmuz günlü köşesinde Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı değişimi üzerine yazmış. Görevden alınan Fahrettin Altun’a güzellemeler sıraladıktan sonra, yeni başkan Prof. Dr. Burhanettin Duran’a övgülerinden sonra bir dizi tavsiyeler vermiş iletişim üzerine. Ne de olsa iletişimci. Ancak yazı “ben buradayım, benden yararlan” diye bağırıyor sanki. Bu da başka bir rotadan girme sevdası işte.
Ben sosyal medyadan görmedim ama 14 Temmuz günlü gazetelerden okudum haberi.
Milat gazetesi Ankara temsilcisi Özlem Doğan’ın sosyal medyadan Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef alan paylaşımının fotoğrafı aşağıda.
Daha çok genç bu kızımız, yaptığı bu hareketten ileride büyük pişmanlık duyabilir. Kendinden, aklından çok büyük laflar etmiş. Ona tavsiyem, güneşten medet ummak yerine Atatürk’ten daha iyi fikir, onun yaptıklarından daha iyisini yaparsan,belki o zaman ulaşabilirsin amacına.
Tabii yapabilirsen!..
AKP’nin Kızılcahamam toplantısından sonra parti yönetiminde ve Cumhurbaşkanlığı kabinesinde değişiklik yapılacağı her gün kulis haberleri ile medyada gündem oluyor.
Önceki hafta Cuma günü, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç bir video yayınladı.
Ne kadar çok çalıştığını göstermek üzere kurgulanmış bir çekim olmuş.
Videodaki görüntüde önünde dosyalar yığılı bakanın… Ancak dosyalar çok düzgün konmuş… Öbek öbek ama tüm sıralar aynı boyda ve bir hizada. Bundan anlaşılıyor ki, bu dosyalar bakanın çalışması için değil, videonun çekimi için hazırlanmış. Bakan, aralarından bir tane dosyayı çekiyor, sonra imzalıyor, okuduğuna yer vermemişler.
Kimi yorumcular, saraya “ben çok çalışıyorum” mesajı vermek için yapılan bir şov olarak değerlendirmişler.
Yılmaz Tunç’un işi zor.
Televizyonlara çıkıp, ikide bir, “Türkiye bir hukuk devletidir” demekle iyi bakan olunmuyor. Türkiye bir hukuk devleti ise bunu dillendirmeye, insanların gözüne sokmaya gerek var mı?
Adalet Bakanı’nın da, diğer bakan olmaya adayların da işi zor.
Parti yönetimine girmek isteyenleri de aynı zorluklar bekliyor.
Masterchef’te bile yarışmacıların yaptıklarının hangisinin iyi olduğuna üç kişi karar veriyor.
Ama sizi tek kişi seçecek.
Bu yüzden zor…