Olay Gazetesi Bursa

Gıda teröristleriyle mücadelede 4 maddelik reçete

Tarım ve Orman Bakanlığı, düzenli olarak halkın sağlığıyla oynayan gıda firmalarını deşifre ediyor. Ancak aynı kişiler farklı şirket isimleriyle aynı suçu işlemeye devam ediyor. Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Serkan Durmuş, gıda teröristlerine karşı 4 maddelik reçete sundu: “Hapis cezası gelsin. Halkın sağlığıyla oynayan  firmalar kapatılsın. Şirket değil şahıslar üretimden men edilsin. Bakanlığın  denetim […]

Tarım ve Orman Bakanlığı, düzenli olarak halkın sağlığıyla oynayan gıda firmalarını deşifre ediyor. Ancak aynı kişiler farklı şirket isimleriyle aynı suçu işlemeye devam ediyor. Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Serkan Durmuş, gıda teröristlerine karşı 4 maddelik reçete sundu:

“Hapis cezası gelsin. Halkın sağlığıyla oynayan  firmalar kapatılsın. Şirket değil şahıslar üretimden men edilsin. Bakanlığın  denetim elamanı  gibi çalışan personel istihdam edilsin.”

Gıda terörizmine karşı bugüne kadar uygulanan tedbirlerin hiçbirinin yeterli olmadığının ortaya çıktığını söyleyen Durmuş, tüm eski söylem ve eylemlerin terk edilmesi gerektiğini belirtti:

“Daha önceki yıllarda taklit ve tağşiş yapan bir işletmenin 3 veya 4 ürün gamı üzerinde taklit ve tağşiş yaptığı ortaya çıktı. Ve halen ticaretine devam ediyor. Bu firma, adli soruşturmaya uğradı, cezasını ödedi ve üretim yapmaya devam ediyor.”

 

———————————-

 

Pazartesi Söyleşileri’nde bu hafta gıda konusunu masaya yatırdık.

Konuğumuz Gıda Mühendisleri Odası Bursa  Şube Başkanı Serkan Durmuş.

 

“DAHA AKTİF BİR YÖNETİM OLACAĞIZ”

 

Öncelikle yeniden başkanlığa seçildiğiniz için, hayırlı olsun diyelim. Yeni dönemde nasıl bir Gıda Mühendisleri Odası göreceğiz.

 

2006 ile 2016 arasında 10 yıl başkanlık yapmıştım.  Ocak ayında yeniden seçildik. Geçmişteki deneyimlerle, üretimin içinde olan bir mühendis olarak hem mesleğe hem de halkımıza yönelik sorumluluklarımızı  daha aktif şekilde hayata geçirmek, bununla ilgili çalışmalarda yön verici olmak için bu dönem faaliyete başladık. Şansızlığımız pandemi sürecinde işe başlamamız oldu. Bundan sonra çalışmalarımızı sosyal medya, eğitim ve seminerler üzerinden yürütüyoruz. Sizler aracılığıyla da kamuoyunu  bilgilendirmeye çalışıyoruz. Umarım daha aktif ve hızlı bir yönetim olacak.

 

“EN BÜYÜK SORUNUMUZ İSTİHDAM”

 

Gıda mühendislerinin sorunlarıyla devam edelim. Meslektaşlarınız hangi sorunlarla mücadele ediyor?

 

İstihdam en büyük sorunumuz. Bu mesleğin eğitimini  almış uzmanlaşmış meslektaşların asıl uzmanlık  alanlarında çalışmamasından kaynaklanan sorunlar yaşıyoruz. Gıda mühendisliği aslında  gıda güvenliği ve bilinci konusunda halkın beklentilerini karşılayan bir meslek dalı. Bunun yanında kanun önerilerimiz ve hükümete sunduğumuz raporlar doğrultusunda meslek haklarıyla ilgili sorunlarımız var. Gıda mühendisi eşitir gıda güvenliği ve halkın gıda güvencesidir. Otomatikman gıda konusunda yeni yasalar, yönetmelikler, yeni mevzuatlarla birlikte sadece gıda mühendislerinin değil halkın   gıda güvenliğiyle ilgili sorunlarını da ortadan kaldırmış olacağız.  Bu da ikinci büyük sorunumuz.

 

Toplumda gıda güvenliğine yönelik bir bilincin oluştuğunu söyleyebilir miyiz?

 

Bu gözlemi yapmak adına şanslı bir şube başkanıyım. 2006’daki çalışmalar, eğitimler ve seminerlerde gıda bilinci konusunda pozitif yönde bir gelişme olduğunu gördük.  Yeterli mi? Hayır.  Ama gün geçtikçe gıda güvenliği bilinci artıyor. Zaten bu durum bakanlık verilerine de yansıyor. Vatandaş,  Alo 174 gıda hattına ve CİMER’e  şikayet  ve eleştirilerini aktarıyor. Ama bilincin daha da artması gerekir.

 

“KÖYDE YETİŞEN HER ÜRÜN ORGANİK DEĞİLDİR”

 

Son yıllarda ‘doğal gıda’ veya ‘organik gıda’ kavramlarının öne çıktığını görüyoruz. Market raflarında bu tür ürünleri daha çok görüyoruz. Ancak bu ürünlerin fiyatları biraz daha pahalı. Etiketinde, ‘organik’ yazan her ürüne güvenebilir miyiz?

 

Organik ve doğal ürün, halkımızın daha nitelikli,  daha güvenlikli gıdaya ulaşması konusunda, arz-talep dengesiyle oluşan bir konu. Hepimiz sağlıklı, güvenilir, şeffaf ve denetlenebilir koşullarda üretilmiş gıdaları evimize almak istiyoruz. Bakanlık bunu mevzuatlarda çok net belirlemiş. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın verdiği organik gıda onay belgesinde, organik üretim modelleri çok net belirlenmiş.  Ancak bir markete gittiğinizde samanın arasında satılan yumurtanın, köyden gelen sütün veya peynirin, bakanlığın veya mühendisin anladığı dilden organik ürünle bir bağlantısı yok. Örneğin eğer organik tarım yapıyorsanız en az 30 km çap mesafede kimyasal gübreyle yapılmış bir tarım üretiminin olmaması lazım. Kuş uçumu döllenme mesafelerinin ona göre organize edilmesi lazım.

 

Yani köyde yetişen her ürüne organik diyemeyiz

 

Kesinlikle diyemeyiz. Evet avantajları olabilir. Doğru üretim koşulları, şartlar sağlandığında lezzet ve kalite noktasında avantajları olabilir ama bizim anladığımız gibi  organik olduğunu söyleyemeyiz. Tüketici hakları noktasında da 1 liralık ürünü 2 liraya alıyorsak,  2 liralık ürünün sertifikasının olması, denetlenebilir ve üretim koşullarının bilinmesi lazım. Eğer üretici bunu sağlayamıyorsa cebimizdeki paraya göz dikmiş sayılır.  Firma, prosedüre ve üretim koşullarına uyuyorsa, kooperatifleşme söz konusuysa, yasalar ile mevzuatları uyguluyorsa organik üretim yapılmasının önünde hiçbir engel yok.

 

“ENDÜSTRİYEL TAVUK VE EKMEK  SAĞLIKLIDIR”

 

Bir de köy tavuğu modası var biliyorsunuz. Endüstriyel yöntemlerle yetiştirilen tavukları sağlıklı bulmayan tüketici köy tavuklarına yönelmiş durumda? Sizde endüstriyel ürün sağlıklı mı? Köy tavuğu diye tanımlanan tavuklar daha mı sağlıklı?

 

Bu konuda sırtımızı 5990 sayılı kanuna, yönetmeliklere ve tebliğlere dayıyoruz. Türkiye’deki tavukçuluk sektörünün  AB ülkelerinden bile daha üst seviyede ilerlemesi  söz konusu. Bursa olarak da bunlardan biriyiz. Tavuk çiftliklerimizin  üretim prosesleri gayet iyi.  Ancak vatandaşın, üretim hattıyla, çiftliğinin metrekareye düşen hayvan miktarıyla, ilaç  veya antibiyotik kalıntılarıyla, kullanılan yemlerle   ilgili herhangi bir  bilgisi olmadığına göre burada tek bir yetkili kurum var. Vatandaş adına  kontrol yapan,  sağlık açısından risk teşkil etmeyen gıdaları teyit edecek tek kurum Tarım ve Orman Bakanlığı’dır. Eğer bakanlık, işletmeleri layıkıyla denetleyebiliyorsa ki tavukçuluk sektörü fazlasıyla denetlenen bir sektör,  olumsuz bir durum yok.  Tabii merdiven altı işletmeler dışında  bunu söylüyorum. Diğer yandan köy tavukçuluğu tabii ki teşvik edilmeli, yöresel hayvancılık yapan üreticiler desteklenmeli. Bu da kanunlar ve nizamlar ölçüsünde olmalı. Ahır ve kümes koşulları, aslında her şeyin bize sunulduğu kadar güzel ve doğru işlemediğini gösteriyor. Buraların denetimini kim yapacak? Bu  bir soru işareti.

 

Ekmek konusunda da toplumun kafası karışık. Canan Karatay gibi uzmanlar, ekmeği zehirle eş değer tutuyorlar. Bir gıda uzmanı olarak, siz bu görüşe katılıyor musunuz? Ekmek tüketiyor musunuz?

 

Herkes gibi ben de ekmek tüketiyorum. Beyaz ekmek ve tahıllı ekmekleri yiyorum.  Şu an pandemi sürecini kim yönetiyor? Bu süreci işin uzmanları yönetiyor değil mi? Bilim Kurulu ve arkasındaki bilim ordusu…  Gıda sektöründe öyle bir şey var ki  bahsettiğiniz şahıs da dahil olmak üzere bir doktor, bir kardiyolog veya kalp uzmanı gıda sektörüyle ilgili bir söylemde bulunuyor. Ancak söylemiyle ilgili bilimsel içerik açıklayamadan kamuoyunda bir takım olumsuzluklar yaratıyor. Bilimsel niteliği olmayan ve halkı galeyana getirecek bir açıklama yaparsa para cezası söz konusu olacak. Bu önümüze gelecek yasalardan biri. Çünkü ekmeği, ekmek üretim tekniğini  yanlış yapanlar üzerinden  yorumladığınız taktirde, beyaz ekmek zararlıdır algısı doğuyor.  Ama bunun teknik ve bilimsel olarak tebliğ, yönetmelik, uygulama alanı ve insan sağlığı üzerindeki riskleriyle ilgili tam anlamıyla ortaya konmuş bir çalışma yok.

 

“HİLELİ GIDA KONUSUNDA SÖYLEM VE EYLEM DEĞİŞİKLİĞİ ŞART”

 

Tarım ve Orman Bakanlığı, geçen haftalarda gıdada tağşis, taklit ve hile yapan firmaların isimlerini deşifre etti. Ancak geriye dönüp baktığımızda hep aynı firmaların deşifre edildiğini görüyoruz. Çünkü aynı firma başka isimle aynı suçu işliyor. Yani yapanın yanına kar kalan bir durum ortaya çıkıyor. Bu durumun önüne geçmek içine ne yapılması gerekir?

 

Gerçekten bu çok komplike bir süreç. Öncelikle uzun yıllar oda başkanlığı yaptım ancak öncelikle söylemlerimizi değiştirmemiz gerekir. Gelişen olaylar, vakaların tekrarlandığını gösteriyor ve şu anki politikalarla bu tip vakaların önüne geçemediğini gösteriyor bize.  Çünkü sizin de söylediğiniz gibi geçmiş yılarda taklit ve tağşis yapıp cezai işlemlere uğramış şirketler, aynı yöntemlere başvurabiliyor.  Daha önceki yıllarda taklit ve tağşiş yapan bir işletmenin 3 veya 4 ürün gamı üzerinde taklit ve tağşiş yaptığı ortaya çıktı. Ve halen ticaretine devam ediyor. Bu firma, adli soruşturmaya uğradı, cezasını ödedi ve üretim yapmaya devam ediyor.

 

Ne kadar ceza ödedi?

 

Üst ceza limiti 28 bin lira. Bu nedenle, bakanlığın, meslek odalarının, meslektaşların ve diğer ilgili paydaşların söylemlerini değiştirmesi lazım. Çünkü demek ki bu kanun ve yönetmeliklerle bu iş olmuyor. Vatandaşın güvenli ve sağlıklı gıdaya ulaşması noktasında istediğini vermiş değiliz. Türkiye’de 674 bin gıda işletmesi var. Bunun 24 bini Bursa’da. Bu 674 bin işletmenin kanunen çalıştırması zorunlu olan sorumlu yönetici ve teknik personel sayısı yaklaşık 6 bin 500. Bu teknik personelin 2 bin 250’si gıda mühendisi. Bir hastane açtığınızda doktor olmadan veya eczane açtığınızda eczacı olmadan hizmet verebilir misiniz?

 

“HAPİS VE ÜRETİMDEN MEN CEZASI GELMELİ”

 

3 kişinin çalıştığı bir esnaf lokantasında  da mı gıda mühendisi çalıştırılmalı?

 

Protein kökenli ürünleri işleyen firmalar veya bir yemek fabrikası eğer dışarıya yemek üretiyor ve dağıtıyorsa, bu risktir. Bu riski yönetebilecek teknik elemanın işin içinde olması gerekir.  Üretim, depolama, sevkiyat ve kontrol süreçlerinden bahsediyorum. Bu işletmelerin birçoğunda mühendis çalıştırılması zorunlu. Sadece gıda mühendislerini söylemiyorum. Ama istatistikler bize şunu söylüyor: Türkiye’de işletme sayısıyla orantısız bir denetleme ve kontrol söz konusu. Bu durumu nasıl aşabiliriz? Üretimden men etme, hapis cezası ve caydırıcı bir takım etkenler. Bunu AB ülkeleri böyle yapıyor. Eğer taklit ve tağşisi yapıp,  devamında hiçbir şey olmamış gibi bu işten ticari kazanım elde ederek insan sağlığını hiçe sayıyor ve aynı işi tekrarlıyorsa demek ki cezanın  caydırıcılığı yok.  Hapis, üretimden men, hatta şirketin değil şahsın üretimden men edilmesine gidilmesi lazım. Çünkü A şirketi,  yarın öbür gün B şirketi olarak yoluna devam edebilir. Bu kadar gıda işletmesinin var olduğu bir ortamda bakanlığın kontrolü ve denetim elamanı  gibi çalışan personele ihtiyaç var. Sadece gıda mühendisinden  söz etmiyorum. Gıda mühendisi, ziraat mühendisi, veteriner hekim, kimya mühendisi…Neden? Yetkilendirilmiş gıda danışmanlığı sistemi ve Tarım Bakanlığı’nın koordinesindeki bir yapıda gıda mühendisi gerekirse üretimi durdurma yetkisine sahip olmalı. Ama maaşını o işletmeden almaması lazım.

 

Türkiye genelinde 624 bin gıda işletmesi olduğunu söylüyorsunuz ama deşifre edilen firmaların sayısı çok az. Bakanlığın deşifresi Buzdağı’nın görünen yüzü mü?

 

624 bin işletmenin olduğu bir ülkede deşifre edilen firma sayısı yoruma açık.  Hakkını verelim, bakanlık aktif çalışıyor, sahadaki görevini yerine getirmek için mücadele veriyor.  Ama denetim sayısı yeterli değil. Biz gelişmekte olan, ihracat yapan ve gıda alt yapısını oturtmaya çalışan bir ülkeyiz. Gıda güvenliğini ve halk sağlığını öncelemeliyiz.

 

Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, geçen hafta yaptığı açıklamada, “Hileli ürün satan firmalara yönelik uygulanan para cezaları çok az, bu cezalar üreticinin kazandığının çok çok altında, daha caydırıcı olmalı, gerekirse bu firmalar kapatılmalı, başka bir isimle faaliyete başlamaları engellenmeli, ticaretten men edilmeli” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu açıklamayı nasıl okumalıyız?

 

Uğur başkanımızın söyledikleri çok doğru. Bu açıklama bizim meslek odalarımızın, şube başkanlarımızın ve genel merkez yöneticilerimiz tarafından da söyleniyor. Çünkü başka söylem ve eylem geliştirmemiz lazım. Ayrıca bu şekilde, işini layıkıyla yapan, tüm prosedürlere ve rekabet ilkelerine uyan diğer üreticileri de yaftalayarak zarar veriyoruz.

 

25 LİRAYA SATILAN İŞLENMİŞ ET HİLELİDİR”

 

En fazla kırmızı et grubunda hile yapıldığını biliyoruz. Hileli ürün nasıl anlaşılır?

 

Gıda üretiminde artan maliyetler, taklit ve tağşis sayısını arttırdı. Kırmızı ette, hayvancılıktaki alt yapı yetersizliği, ürüne ulaşamama gibi nedenler maliyeti arttırdı. Karkas etin 45 lira, parça etin maliyetinin  50 lira olduğu bir ortamda işlenmiş bir etin kilosu 25-30 liraya satılıyorsa tüketici bilinçli olmalı.  Ama ekonomik koşullar var. Burada denetimin hemen devreye girmesi gerekir. Maliyetler, arz-talep dengesi ve çok para kazanma hırsı, et ürünlerinde daha çok taklit ve tağşişe yol açıyor.

 

Bu kadar çok firma yasa dışı işler yapıyorken, vatandaş ne yapsın, nasıl güven duysun gıda firmalarına?

 

Çok doğru. Yıllardır söylediğim bir şey var.  Bir kere güvenilir, kamuoyunda bilinir firmalardan, etiketindeki  bilgileri okuyarak ürün satın alsınlar. Bu firmaların hata yapma ihtimalleri azdır. Bakanlığın denetimlerinde, Alo 175 hattının öne çıktığını görüyoruz.  Yani vatandaşın bilinçli bir tüketici olarak kontrol mekanizmalarını ortaya çıkarma eğilimi olduğunu görüyoruz. Diğer yandan marketlerde bahsettiğimiz kriterlere dikkat etsinler. Ayrıca bu işin uzmanlarının söylediklerini dikkate alsınlar. Çünkü işin içinde farklı bilgilerle insanları yanlış yere itenler o kadar çok var ki.  Covit 19 vakasıyla ilgili bir gıda mühendisi fikir beyan ederse çok yanlış olur.

FOTOĞRAFLAR: HATİCE DAL