Olay Gazetesi Bursa

İslam felsefesi ve Batı-2

İslam’ın doğuşu ve onun etrafında felsefi ve bilimsel düşünceleriyle başlayan İslam uygarlığı, özellikle Abbasi halifesi Me’mun’un 829 yılında Bağdad’da açtığı ilim yuvası “Beyt’ul- Hikme” ile kültürel anlamıyla evrenselleşti. Evrenselleşme iki anlam içerir. Birincisi Yunan ve Hint gibi eski uluslardan kalan felsefi ve bilimsel eserlerin Arapça’ya çevrilerek onlardaki düşüncelerin Müslüman bilginlerin ve düşünürlerin hizmetine ve dikkatine […]

İslam’ın doğuşu ve onun etrafında felsefi ve bilimsel düşünceleriyle başlayan İslam uygarlığı, özellikle Abbasi halifesi Me’mun’un 829 yılında Bağdad’da açtığı ilim yuvası “Beyt’ul- Hikme” ile kültürel anlamıyla evrenselleşti.

Evrenselleşme iki anlam içerir. Birincisi Yunan ve Hint gibi eski uluslardan kalan felsefi ve bilimsel eserlerin Arapça’ya çevrilerek onlardaki düşüncelerin Müslüman bilginlerin ve düşünürlerin hizmetine ve dikkatine sunularak yaşatılmış olmasıdır. Müslüman filozoflar ve bilginler, o düşünceleri, duruma göre, ya İslam’a aykırı görmediklerinde İslam akideleriyle bağdaştırma ve uzlaştırma yoluna gitmişlerdir; ya da aykırı gördüklerinde reddettiler; ya da aynen veya reforma ederek benimsediler. Böylece unutulmuş eski düşünceler Müslümanlarla yeniden hayatiyet kazandı. Bunun yanı sıra, Müslüman filozoflar ve bilim insanları, eski kültürlerden miras aldıklarından daha çok özgün düşünceler ve bilimsel kuramlarıyla insanlık düşüncesine önemli katkılar sağladılar. Bunun için, 9.yüzyıl ile 13. Yüzyıl arası Müslümanların çağı, Batılılarca “ Altın Çağ” olarak anılır.

İkincisi, Müslümanlar IX. Yüzyıldan itibaren sadece düşünsel ve bilim alanında değil; bunların etkisiyle siyasi ve iktisadi alanda da zenginleşince, başlangıçta İslam’a düşmanlık besleyen Yahudiler ve Hıristiyanlar- ki bu düşüncelerini hala zihinlerinden silmiş değiller- Müslümanlardan her alanda öğrenmenin gerekliliğini anladılar. Bu sefer onlar da Arapça eserlerin İbranice ve Latince’ye çevrilmesini elzem gördüler. Bu işle bizzat Katolik papalığı ilgilendi. Endülüs medreselerinde ve Fas’ın Kayravan medresesinde Müslüman hocalardan matematik ve astronomi bilimleri öğrenen ve 2 Nisan 999 günü papa seçilince II.Sylvester adını alan Gerbert d’Aurillac, İspanya’nın bugünkü Katalan ya eyaletindeki Fransa sınırına yakın Rippol kentinde 1009 yılında Beytü’l- Hikme’ye benzer bir tercü me okulu açar ve böylece Arapça eserlerin Latince’ye ve İbranice’ye çevirilerini başlatır.

Özellikle Kuzey Afrika’da ve Endülüs’te Müslümanlarla yaşayan Yahudi bilginleri IX. Yüzyıldan itibaren, sadece Arapça eserleri sadece İbranice’ye çevirmekle kalmadılar; kendi eserlerini ya doğrudan Arapça yazmaya, ya da Arap alfabesini kullanarak İbranice yazmaya başladılar. Aynı zamanda onlar Arapçadan Latinceye çeviri işleriyle de görevlendirildiler. Daha sonra batılı Hıristiyan lar da Arapça öğrenerek çeviri faaliyetlerine katıldılar. Latinceye yapılan ilk çeviri, Kur’an’dır. Böylece Skolastik dönem başlamış oldu. Hem çevirilerle, hem de Hıristiyan ve Yahudi okullarında okutulmasıy la batılılar İslam felsefesini ve bilimini öğrenmeye başlamış oldular. Böylece de İslam uygarlığı, düşün cesi ve bilimiyle, ikinci anlamda bir evrensellik kazanmış oldu.

İslam düşüncesinin Batı için değerini birçok batılı da anlamış ve anlatmıştır. Mesela R. Briffault şöyle demiştir:”… Eğer Araplar olmasaydı, modern Avrupa medeniyetinin ortaya çıkamayacağı yüksek bir ihtimaldi. Benzer bir görüşü de İbn-i Sina üzerine çalışmalarıyla meşhur A.M. Goichon ifade etmiştir; o da şöyle demiştir:” Doğu, Yunan ve yeni fikirlerle dolmuş bir nefes gibi gelen bu Arap fesle fesi,  genç Avrupa ruhunu tamamen açtı ve canlandırdı…”

Buradan da anlaşılacağı gibi bizim, Batı’yı İslam’ın özsel bir parçası görmemiz ne bir abartıdır, ne de tarihi gerçeklere aykırı bir düşüncedir.

Prof.Dr. Mehmet Bayrakdar’ın makalesi.-Doğu’dan Batı’ya Düşüncenin Serüveni. Cit.I. İnsan Yayınları.