Olay Gazetesi Bursa

Kültür

‘Kültür, bir cemiyetin sahip olduğu maddi ve manevi değerlerden teşekkül eden bir bütündür ki, o cemiyette her çeşit bilgiyi, alakaları, alışkanlıkları, değer ölçülerini, umumi tavır, görüş ve zihniyet ile her çeşit davranış şekillerini içine alır ve bütün bunlar, birlikte o cemiyet mensuplarının ekserisinde mevcut olan ve onu diğer cemiyetlerden ayıran hususi bir hayat tarzı temin […]

‘Kültür, bir cemiyetin sahip olduğu maddi ve manevi değerlerden teşekkül eden bir bütündür ki, o cemiyette her çeşit bilgiyi, alakaları, alışkanlıkları, değer ölçülerini, umumi tavır, görüş ve zihniyet ile her çeşit davranış şekillerini içine alır ve bütün bunlar, birlikte o cemiyet mensuplarının ekserisinde mevcut olan ve onu diğer cemiyetlerden ayıran hususi bir hayat tarzı temin eder’ (Mümtaz Turhan).

Daha kısa söylersek: “Bir halkın yaşama tarzıdır.”

Kültür içtimai verasete tabidir, standart davranış şekilleri oluşturur; her cemiyette ayrı bir organizma halini alır. Bir tek kültürden değil kültürlerden bahsedilebilir. Tek tip kültür olsaydı, kültürden bahsetmeye bile lüzum kalmazdı.

“Her kültürün kendine has orijinalliği, toplumun  yaşaması için kendi kendine yeterliliği, başka kültürlerden unsurlar alsa bile, yine istiklal ve hürriyetini muhafaza etme özelliği vardır”( Mümtaz Turhan, Kültür değişmeleri).

Bir kültürün mana ve tertibi, ancak diğerleriyle olan münasebetleri göz önüne tutulursa anlaşılabilir.

Kültürler, ilk insan gruplarından başlayarak tarih içinde, biyolojik, sosyal ve ruhi ihtiyaçlarını, kendilerine göre, dolayısıyla farklı biçimde giderme yolunda kurulmuş, tecrübe ve alışkanlık birikimleri oluşmuştur. Bu şekliyle kültür, dini, ahlaki,lisani,bedii(güzellik), iktisadi, fenni hayat tarzlarını ihtiva etmektedir. Bunlar kendine has bir bütünlük kazanmıştır. Adeta insan şahsiyetleri gibi kültür şahsiyetleri teşekkül etmiştir. Öyleyse kültür, tarihi seyir içinde kabilevî, kavmi ve günümüzün deyimiyle bugün millidir. Belirli bir öz devam ettirmek kaydıyla, gittikçe genişleyebilir, yükselebilir, yayılabilir, yahut özü devam ettirmezse başkalaşabilir.

Kültürlerin kendini kaybetmeden ve başkalaşmadan, aşılması çoğu kere şarttır. Milli bir kültür, İslam ile birlik kuramamışsa, daima dar bir sahadır ve insan cinsi için hakikat karşısında bir şey ifade etmez.

Kültür ile evrensel din arasındaki münasebet şu üç şekilde olabilir: 1- Açıkça çatışırlar. 2- Mutaba kat vardır. Uyuşmuşlardır. 3- Nötrdür. Yani ne lehte ne aleyhte bir durum söz konusudur. Evrensel din ile milli kültür arasındaki ilgi, bazen karşılıklı tepkiler şeklinde olabilir, aşıkça çatışılabilir fakat bu, uzun süre devam etmez. Bir ayıklama, sonra bir birlik meydana gelir. Bu birlik daima dinin muharrik rol oynadığı birlik şeklindedir.

Evrensel din, mahalli kültürler karşısında pasif değil, aktiftir. Bir kere kültür, yüksek inançlar meydana getirmez, onun uyarıcı kaynağı da değildir. Fakat inancı besleyebilir, ona kendinden de damga vurmaya çalışır. Burada kültür inancın formu olmak durumundadır. Çünkü inancın bir özü bir formu vardır. Bir Müslüman Hintli ile Müslüman Türk’ün din noktasından inanç özü aynı, fakat formu farklıdır.

En hassas saha, kültürün örf ve adetler sahasıdır. İslamiyet’in bu sahadaki tavrını anlamak o kadar da zor değildir.” İslamiyet’te farklı toplumların örf ve adetleri mutlak olarak kabul veya reddedilmek yerine, dinin temel esaslarına uygunluğu açısından değerlendirilmiş, bu esaslara uygun olanlar benimsenirken, diğerleri reddedilmiştir. Bu bakımdan örf ve adetler İslamiyet’te hukukun da kaynağı kabul edilmiştir. Mecellenin 43.maddesi” örfen ma’ruf olan şey, şart kılınmış gibidir. 45.maddesi, “örf ile tayin, nas ile tayin gibidir.”