Olay Gazetesi Bursa

Baharı bekliyoruz…

Şayet sözcüklerin zihninde birbiri ardına sıralanıp da yazıya dökülmelerine geçit vermezsen bir süre sonra  küstürüyorsun. Çünkü çok da kontrol edemiyorsun, nasıl bir ruh halindeyse  yazının da iklimini belirliyor. Oysa en korktuğum bünyeyi esir alan grip virüsünden çok beyni esir alan olumsuz düşünme virüsüdür. Ben karar vermiştim kışın tüm kasvetine ölüm yorgunu ülkemin yaşadıklarına, özellikle oyun […]

Şayet sözcüklerin zihninde birbiri ardına sıralanıp da yazıya dökülmelerine geçit vermezsen bir süre sonra  küstürüyorsun. Çünkü çok da kontrol edemiyorsun, nasıl bir ruh halindeyse  yazının da iklimini belirliyor. Oysa en korktuğum bünyeyi esir alan grip virüsünden çok beyni esir alan olumsuz düşünme virüsüdür. Ben karar vermiştim kışın tüm kasvetine ölüm yorgunu ülkemin yaşadıklarına, özellikle oyun parkına yakışan çocuk ölümlerine rağmen bu virüse pabuç bırakmayacaktım. Rahmetli Çetin Altan’ın da söylediği gibi “Enseyi karartmadan yaşamaktı asıl ustalık!”

Sabahın erken saatlerinde çayımızı yudumlarken eşimle gazeteleri okuyup tartışıyoruz. Her zaman pozitif yaklaşımıyla sorunlara bakışı değişmeyen eşim “her şey için nefes aldığımız sürece umut vardır” sözünü gülerek tekrar ediyor. Her birimizin bu ülkeye katkı koymasının gerekliliğini anlatıyor yine… Zahiri ayrımlarımız olsa da bu ülkede her kişinin bütünün parçaları olduğunu anlatıyor, yeniden pozitife ivmeleniyorum tüm iç karartıcı gazete haberlerine rağmen.. 

Enseyi karartmadan yaşamak asıl beceri bu konjonktürde! Eleştirel aydının bol olduğu ama statikten kinetiğe bir türlü yol alamayan popülasyonun arttığı bu dönemler sorumluluğun hep karşı tarafa atıldığı zamanları kapsıyor… 

Geçmişi ve geleceği düşünmeden güncel olayların peşine düşüp gidenler sadece kendi yaşam aralığında kalabiliyorlar… 

Bakış açışında da bir kırılma noktasından geçiyoruz. Her şeye muhalefet yapan, zor beğenen, tarzı benimseyen aydın ve entelektüel  popülasyonun da modası geçmeye başladı.  

Birkaç yıl önce eski bir yazıyı bir uçak yolculuğunda okumuştum. Fransız düşünür Jean Lacroix’in bir yazısıydı. Kültürü yeniden tanımlıyordu: “Bir kere kültür insani değerleri yenileme bağlamında yaratıcı bir çaba, bir başka deyişle çağdaş yaşamın getirdiği sorunları kavrama ve çözme gücüdür. Dolayısıyla insani değerler üretme konusunda geleceğe yönelik aktif bir faaliyettir. Bu faaliyeti gerçekleştiren ise kültür adamıdır. Bunu geçmişin değerlerini bilmek ve kavramak konusundaki pasif çabadan ayırt etmek gerekir. Bu pasif çaba entelektüel işidir.” Enteresan değil mi? Durağanlıktan çıkıp eylemsel yaklaştığınızda gerçekten aydın tanımına dahil oluyorsunuz. Günümüzde bilgi kolay ulaşılabilir bir değer ve bunun yan etkisi de egolarımızın obezitesidir. Dolayısıyla egosu şişman entelektüellerden de geçilmiyor ortalık son dönemlerde. Aslında şapkamızı önümüze koyduğumuzda aydın – entelektüel olmanın sorumluluğu da ağırdır bu topraklarda. Sadece suyun yüzünde kalma mücadelesinin ötesinde bulunduğu ekosistem içinde değer üretmeye çalışmak buna kafa yormaktır. Sorunları işaret etmek uzmanlık gerektirmiyor, çözümün parçası olmak  ve bir şeyler üretmeye çalışana köstek değil destek olmaya çalışmak evrensel bir yaklaşımdır.. 

Mahatma Gandi’nin vakti zamanında, Doğu -Batı tüm insanlığın dikkatini çektiği yedi temel günah  belirtmiş.

Hepsi de birbirinden düşündürücü. 

Bir: Çalışmadan edinilen servet. 

İki: Bilinçten mahrum mutluluk. 

Üç: İnsanlık fikri olmaksızın yapılan bilim. 

Dört: Kişilikten yoksun bilgi. 

Beş: İlkesiz siyaset 

Altı: Ahlaksız ticaret 

Yedi: Ödünsüz ibadet   

Aslında her biri birebir ele alındığında inanın derin mevzuları içeriyor. 

Cumhuriyet tarihimiz boyunca yüzleşmemiz gereken nice karanlık olaylar da var. Maalesef geriye acılar gözyaşları, söylenmeyenler kaldı. Reaktif toplumsal yapımız kullanılarak sistematik olarak insanlar birbirine kırdırıldı. Sağ-sol, dinci- laik, Türk – Kürt fraksiyonları ulusal bağışıklığımızı zayıflatmaya yönelik makro stratejilerdir. Hep ısıtılıp, ısıtılıp önümüze konuluyor. 

Bizim aydınımız bu konuda en çok ahkâm kesiyor. Ancak karar vermek lazım üzüm mü yemek istiyoruz, bağcıyı mı dövmek istiyoruz!!! 

Gülüşüm asılı kaldı! Son fotoğraf hafızamdaydı. Televizyonda  geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybettiğini dinlerken gözyaşlarına boğuldum. Oysa sadece birkaç kez eşimin yanında rastlaşıp selamlaşmıştım. Kızlarından bahsederken gözlerindeki enerjiyi fark etmiştim, eşime biz şanslı babalarız  demişti…

Güzel ve mütevazı insan Mustafa Koç zamansız vedasıyla Türkiye’yi yasa boğdu. Her toplumsal olaya duyarlılığıyla öne çıkan, her zaman pozitif, güler yüzlü ve alçak gönüllü işadamını kaybettik. İnsanlar iki türlü saygı uyandırır. İlki sabun  köpüğüdür. Tahtına saygı duyarsınız; ikincisi  tanıdıkça seversiniz özüne, kendine saygı duyarsınız. Rahmetli Mustafa Koç  tahtına rağmen insanların kendisine saygı duyduğu ender insanlardandı. Güzel insanlar gittiğinde bir kütüphane yanarmış. Geride kalan hoş bir seda imiş!!! 

  Keyifli pazarlar…