Olay Gazetesi Bursa

Umuda yolculuk

Bütün gece sahilde oynayan çocukları, kırmızı kazaklı küçük meleği sahilde koştururken görüyorum.. Uyanıyorum, boğazım düğümleniyor. Eşime bakıyorum yorgunluktan deliksiz uyuyor. Yine beynim başlıyor: Neden, neden, sorularına. Çaresizliğimi iyice gözüme sokuyor.. Kırmızı kazaklı meleğin cenazesini düşünürken aslında söz konusu olan insanlığımızın cenazesidir diye düşünüyorum. Ölüm yorgunu anne yüreğim bana korku, hüzün pompalıyor…  Pencerenin kenarına oturup güneşin […]

Bütün gece sahilde oynayan çocukları, kırmızı kazaklı küçük meleği sahilde koştururken görüyorum.. Uyanıyorum, boğazım düğümleniyor. Eşime bakıyorum yorgunluktan deliksiz uyuyor. Yine beynim başlıyor: Neden, neden, sorularına. Çaresizliğimi iyice gözüme sokuyor.. Kırmızı kazaklı meleğin cenazesini düşünürken aslında söz konusu olan insanlığımızın cenazesidir diye düşünüyorum. Ölüm yorgunu anne yüreğim bana korku, hüzün pompalıyor… 

Pencerenin kenarına oturup güneşin doğuşunu bekliyorum, inanmak istiyorum bütün karanlıkları sileceğine.. Artık her yeni ölüm haberiyle, ölüm yorgunu beyinlerimiz ve kalplerimiz endişeyle yaşıyor. Gün olmuyor ki Güneydoğu sınırımızdan kahraman polis ve askerlerimizin şehit haberi gelmesin… 

Bütün bu haberlerden sonra biz ne mi yapıyoruz? En iyi bildiğimiz şeyi yapıyoruz tabii ki! Bütün kimyamız bozuluyor. Ağlıyoruz, üzülüyoruz, dövünüyoruz, elden bir şey gelmiyor diyor, kendi halimize şükredelim diyoruz. Dünyanın efendisi Amerika ve Avrupa’nın bu işe el atmasını diliyoruz. 

Televizyonda Ban Ki-mun  çıkıyor “Nasıl oluyor Arap baharı falan” bir şeyler söylüyor. Rahmetli  babannemin çok klasik bir sözünü hatırlıyorum “El elin eşeğini türkü söyleyerek arar, Aklınızı başınıza alın” derdi. Tam da buydu şimdi izlediklerimin özeti aslında. 

Yaklaşık on beş gün önce Bodrum merkezinde inanılmaz Suriyeli mülteci istilası vardı. Bu insanların hepsi şişme botlara binip Yunan Adaları’na oradan da Avrupa ‘ya gitmek için kitlesel çaba içindeydiler. Anlaşılan bu çoğunlukla baş etmekte zorlanan Türkiye’de, Yunanistan’da bu transfere ses çıkarmıyordu. Artık Bodrum, Çeşme ve Kuşadası sokakları yollarda yatan mültecilerden geçilmiyordu. Umut satan insan tacirleri, çaresiz mültecileri şişme botlarla Türkiye’den Yunanistan’a oradan da Avrupa’ya gitme vaadiyle ölüm yolculuğuna çıkarıyorlar. Türkiye iyi kurgulayamadığı  sınır politikasından mustarip, bu aşamada hiçbir şey yapamıyor. Yunanistan onların Avrupa’ya gideceğinden emin daha rahat davranıyor. İnanılmaz bir can pazarı da batı sahillerimizde yaşanıyor.

Neden bu kaos  yaşanıyor? Ortadoğu’nun çok uzak değil yakın tarihini incelediğimizde yaşananların, sahne farklı roller aynı temasıyla hep yeniden sahnelendiğini görüyoruz. Hep çatışmadan, ayrımdan, şiddetten beslenen bu coğrafya, açgözlü Avrupa ve Amerika siyasetçilerinin şovenist ruhlarına hizmet etmiştir. Reaktif toplumsal yapısı en ufak bir kıvılcımla yangın yerine dönüşmüştür. Çünkü Ortadoğu’nun diktatör liderleri hep güç ve korku unsurunu temel alarak yönetişimi seçmişler. Yarattıkları korku toplumu daha güçlü, güç unsuru gördüklerinde de aidiyet hissetmemişlerdir. Kendi  silahları aslında kendilerini vurmuştur. Ama sorgulamayan, sorgulatmayan ilime ve fenne yakınlaşmayan bir coğrafya çok rahat çatışmaya ayrımcılığa yönelecektir. Kişilerin dini inançları üzerine kurulan yönetim sistemleri de baskı ve dikte  zorlamasını artırmıştır. 

Bir ülkede sanat, şiir ve hikâyeler o toplumu terk ederse ve sadece beşeri cinsiyetler üzerine kurgulanırsa, toplumsal yaşam şiddet ve kavga ağlarını çok rahat örebilir. Toplum güdülmeye şartlanmış oyun kurmaya hiç meyletmemiştir. 

 Büyük kızım geçen yaz Stanfort Üniversitesi’nde liderlik dersleri aldığında ve döndüğünde Amerika ve Avrupa’nın, gelişmekte olan bizim gibi ülkelere aslında hiç samimi olmadıklarını hep ikinci bir ajandaları olabileceğini anlattığında önce şaşırmıştım.. 

Şimdiki resme baktığımızda hep bir kontaminasyonun, Ortadoğu bataklığını canlı tuttuğunu görüyoruz. Bu hep bulaşıp devam ediyor ve gerçekleri manipüle etmekte orantısız zekâya sahip Amerika ve Avrupa bu oyunu kafalarındaki tilkilerin kuyruklarını birbirine değdirmeden sürdürüyorlar. Zihniyet ve paradigmalar değişmeden bu oyun biteceğe benzemiyor. Benim endişem bu enfeksiyonun bize de bulaştırılmak istenmesidir. Heterojen bir sürü mezhebi içinde barındıran ve sorgulamaktan eleştirmekten korkan bir toplum olan biz yeni oyunlarına malzeme olmamalıyız. Yeni açıklama da akıllara ziyan bir tarzdaydı: 

Irak’a ve Libya’ya demokrasi getiriyoruz. Karşılığında elbette yeterince petrol alıyoruz. Suudi Arabistan bir kalemde 35 milyon dolarlık silah aldığı için şimdilik yeterince demokrat olduklarını düşünüyoruz. Aslında yeni kral kadınlara araba kullanma hakkı tanırsa demokrasi adına çok mutlu olacağız.” 

Yazdıkları senaryoyu Ortadoğu’nun şovenist taşeronlarına sahnelettiriyorlar. Sonra havalı entelektüel gözlüklerinin arkasında timsah gözyaşı döküyorlar. 

Sorgulamayan fanatik korkudan uyuşmuş beyinleri kaldırabiliyorlar. Oysa bu oyunu sizler kurgulamadınız mı? Bu savaşta bunca masum insanı nasıl yok sayarsınız? Elbette baskıcı yönetimleri vardı, ama şimdi gelinen nokta geçmişi mumla Katolikler, Ortadokslar, Protestanlar gayet uyum içinde yaşarken  buradaki kavganın izahı olabilir mi? Din üzerine yapılan siyaset yaşam matematiğiyle örtüşmez. Bugün senin çekim alanındaki fanatikler yarın daha usta manipülatif kişilere alkış tutup taraftar olurlar… Oy aritmetiği için anlık kurgular da zayıf mesnetlere dayanmaktadır. Hukuk ve adalet herkes için önemli ve elzemdir. Bizi sokmayan yılan bin yaşasın umarsızlığından çıkmamız için Allah bize başka hangi örnekleri verdirtebilir ! 

Evet dostlar korkulu rüya görmektense uykusuzluk iyidir diyerekten uyanalım.. Biz kendi toplumsal tasarımımızı yapamazsak çok hümanist iyi niyetli süper güçler bu işi itinayla yaparlar. Niyetleri mi tabii ki çok duygusallar başka ne olabilir ki? !!! 

Keyifli pazarlar.