Onunla yolu kesişen sanatçılardan biri de son yıllarda daha çok gazeteci kimliğiyle tanınan Aydın Engin’di. Usta gazeteci-yazar Aydın Engin T 24’de yayınlanan Tırmık Köşesi’nde Gülriz Sururi’yi ve ortak geçmişlerini etkili satırlarla anlattı.
İşte o yazı:
Patronumdu.
“Patron” gibi davranmayan patronumdu.
Gazetecilikten önce tiyatro yazarlığı, tiyatro yöneticiliği ve hatta -yetenekleri çok sınırlı- tiyatro oyunculuğu yaptığım dönemin hemen başlarında tanıdım onu.
Cüneyt Türel, Başar Sabuncu ile Ayaspaşa’da, Taksim’e çok yakın bir bekâr evindeydik.
Cüneyt Türel ülkenin en büyük oyuncusuydu ve henüz Şehir Tiyatrosu’nda bayrak tutan figürandan öte bir rolde oynamamıştı.
Başar Sabuncu ülkenin en büyük rejisörüydü ve henüz lise öğrenimi sırasında bir oyun sahneye koymaktan ibaret amatör bir deneyin ötesi geçememişti.
Aydın Engin ülkenin en büyük oyun yazarıydı. Ancak hiç bir profesyonel tiyatronun kabul etmediği bir oyun karalamış olmaktan öte meslek hüneri gösterememişti.
Nasılsa üçümüzün de evde olduğu bir akşam kapı çalındı. Kapıdan “Biz geldiiiiik” diye kıkırdaşarak Gülriz Sururi, Engin Cezzar ve Tuncel Kurtiz girdiler. Tuncel Kurtiz “Gelin size birilerini tanıştıracağım” demiş, bir kaç şişe şarapla bize gelmişler.
Tanıştık. Şaraplar içtik, gülüştük, konuştuk. Gecenin sonunda Başar ve Cüneyt dönemin en önemli tiyatro topluluklarından Engin Cezzar – Gülriz Sururi Tiyatrosunda işe alınmadılar. Ama Gülriz Sururi, Aydın Engin’in bir dosyada yatan bitmiş oyununu aldı, “Onu okuyacağım. Sen ayrıca dramaturg olarak da bizimle çalışsana” dedi.
Ayaspaşa’daki sefil bekar evinde işsiz tiyatrocu sayısı böylece üçten ikiye indi.
Bir kaç gün sonra da Gülriz Sururi ve Engin Cezzar, tıfıl oyun yazarı Aydın Engin’i evlerine çağırdılar. Engin Cezzar müjdeledi:
– Oyunu beğendim. Gülriz ise çok beğendi. Sezonun ilk oyunu olacak…
O tiyatro sezonunun başında, ilk yazdığım oyun, Aykırı, seyirciyle buluştu. Tuncel Kurtiz “oyunculuk“tan “büyük oyunculuğa” o oyunla terfi etti.
Böylece Gülriz Sururi patronum oldu.
* * *
Yaşar Kemal‘den Teneke, Haldun Taner’den Zilli Zarife, Refik Erduran‘dan Direklerarası ve Kelepçe, Nazım Hikmet‘ten Ferhat ile Şirin oyunlarında dramaturg olarak çalıştım. Bazılarında küçük roller bile oynadım. Yazarlık serüvenimde önemli ve bereketli bir dönemdi. Tiyatro mesleğinin profesyonel kurallarını, hilelerini, drama tekniklerini inceliklerini ve yazara sunduğu olanakları o tiyatroda öğrendim ya da keşfettim..
Zilli Zarife’nin provaları sırasında çok gergin ve hırçındı. Rolünde ha bire arıyor, buluyor, hoşlanmıyor, yine arıyordu… Yaradana sığındım ve “patronumu” uyardım:
– Siz başkalarına karşı değil kendinize karşı hırçınsınız ve bu size zarar veriyor. Oyuncu olarak daha iyi olmaya çabalarken kendinizi yıpratıyorsunuz…
O gün boş gözlerle ve tepkisiz yüzüme baktı. Ama çok yıllar sonra, ben artık tiyatrocu değil gazetecilik yapıyorken buluştuğumuzda o cümleyi hatırlattı.
– Hiç unutmadım o sözünü, dedi. Haklıydın; bugün de haklısın. Ama ben buyum ve başka türlü olamam. Olmak da istemem.
Cumhuriyet gazetesindeki ilk dönemimde, 90’lı yıllarda, “patronum“la bir röportaj (söyleşi değil röportaj) yaptım. Röportajda onun için “Şarap gibidir Gülriz Sururi. Yıllandıkça değeri, hüneri ve güzelliği artar” diye yazmıştım.
Buluştuğumuzda “Beni sevindirdin, çok sevindirdin. Demek kendim bile farketmeden yaşlanınca böyle anılmak istemişim” dedi. Sonra o kocaman, büyülü gözlerini kırpıştırıp hınzır bir gülücükle sordu:
– İtiraf et. Bizim tiyatroda iken bana aşık olmuştun değil mi ?
Soruyu soruyla yanıtladım:
– Sadece ben mi ?
* * *
Hayır bu yazı, genç ve acemi bir oyun yazarına mesleğin ilk adımlarında koşulsuz destek vermiş bir soy oyuncuya teşekkür yazısı filan değil.
Kendisine “patron” dedikçe kızdığı için inatla “patron” dediğimde hiç sektirmeden “Sen iflah olmaz bir fırlama, bir kopuksun” diye keyifle azarlayan sevgili “patronuma” bir veda yazısı da değil.
Hani Hamlet, “Oyuncular geliyor efendimiz. Dünyanın en iyi oyuncuları” der ya…
Dün o oyunculardan biri eksildi. Bu yazı işte bu derin kederi sözcüklere dökmek için yazıldı. O kadar…