Mustafa Özdal
Mustafa Özdal

Aşı meselesi

Dün sabah olay.com.tr’de konuğum olan Bursa Eczacı Odası Başkanı Okan Şahin, ‘tek firmadan aldığımız grip aşısı nereden geliyor biliyor musun?’ diye sordu.

Hayır bilmiyordum.

“Fransa’dan geliyor” deyince, “eyvah” demekten alamadım kendimi.

Fransa ile ilişkiler malum.

Doğu Akdeniz’de başlayan gerginlik Macron’un İslam’ı hedef alan kabul edilemez açıklamalarıyla iyice gerginleşti.

Hele dün Charlie Hebdo isimli derginin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret eden skandal kapağı çıktıktan sonra iki ülke arasındaki ilişkiler, son yılların en kötü günlerini yaşıyor.

Tüm bunların üzerine Sanofi isimli Fransız menşeli ilaç şirketinden aşı alıyoruz.

Aşının hikâyesi de şöyle:

Türkiye, bu yıl tek firmayla grip aşısı anlaşması yaptı.

Sanofi firmasından 1 milyon 350 bin doz aşı gelecek 4 parti halinde.

İlk parti 21 Ekim’de Türkiye’ye geldi.

Diğer 3 parti kasım sonuna kadar Türkiye’ye gelecek.

Sanofi’nin, Türkiye’nin Fransa’ya boykotu nedeniyle, kalan doz aşıları göndermeme gibi bir kararı yok.

Ancak ‘acaba’ sorusu da, beynimizi kemirmiyor değil.

Ve bu durum, başka şeyleri de sorgulatıyor bize.

Mesela, grip aşısında talep patlaması yaşanacağı belliyken, neden tek bir firmaya bağlanıldı?

Nitekim, Avrupa çok önceden ilaç firmalarıyla anlaşmalarını yapıp, nüfuslarının yarısı kadar ilaç temin etti.

Komşumuz İran 7,5 milyon doz aşı temin etti, ek olarak 1,5 milyon doz aşı daha getirtiyorlar.

Ve daha önemlisi…

Bir zamanlar bu ülkede aşı üreten ve dahası aşı ihraç eden Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü vardı.

2011 yılında kapısına kilit vuruldu.

Bu enstitü kapatılmasaydı, bugün Fransız şirketten aşı alır mıydık?

 

Bu zor günlerde rehberimiz Atatürk’ün kamucu, halkçı ekonomisi olmalı

Bugün Cumhuriyet’in 97. yılını kutluyoruz.

Pandemi koşulları nedeniyle, belki alanlara çıkamayacak, meydanlarda Atatürk posterleri ve Türk bayraklarıyla doyasıya, “Yaşaşın Cumhuriyet’  diye haykıramayacağız.

Ancak kutlama şeklinin ne önemi var?

Yeter ki heyecanımızda, coşkumuzda bir eksiklik olmasın.

Ve hiç kuşkusuz kâh balkonlarımızda bayraklarımızı dalgalandırarak, kâh sosyal medyada paylaşımlar yaparak da Cumhuriyet’e sahip çıktığımızı gösterebilir, içinde bulunduğumuz zorlu koşullara rağmen devrimin ortak paydasında tek vücut olabiliriz.

Çünkü buna çok ihtiyacımız var.

Ateş çemberi bir coğrafyada, küresel salgının en yakıcı günlerinde ve ekonomik zorlukların dayanılmaz bir hal aldığı şu dönemde, yol haritamız Cumhuriyet devrimi olmalı.

Düşünün, Osmanlı’dan kalan yüklü borç,  kapitülasyonların ağır yükü, ulaşımdan, ticarete, hizmet sektöründen, madenlere varıncaya kadar yabancıların elinde olan harap bir ekonomiyi ayağa kaldırmayı başarıp, ikinci Kurtuluş Savaşı mücadelesini ekonomi alanında vermişti Atatürk.

Çünkü eğer ekonomik savaşı kazanamasaydı, topla tüfekle meydanlarda kazanılan savaşın önemini yitireceğini çok iyi biliyordu Ulu Önder.

İşte bu nedenle önce ekonominin üzerinde büyük bir kambur olan kapitülasyonları kaldırmak için mücadele etti.

Daha sonra yabancıların elinde olan ekonomiyi millileştirerek, milli bir ekonomi yaratmak için olağanüstü çaba sarf etti, dünyayı kasıp kavuran 1929 buhranından sonra  devletçiliği hayata geçirip, üretim ekonomisinin çarklarını döndürmeye başladı.

Ve genç Türkiye Cumhuriyeti tüm imkânsızlıklara rağmen ekonomik savaşı da kazandı.

Kaç yıldır gündemimizde ne var?

Ekonomi değil mi?

Bugünkü ekonomik koşullar o dönemden daha ağır olmadığına göre, tek rehberimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün üretimi esas alan kamucu, halkçı milli ekonomi modeli olmalı.

 

Köylülerin örnek davranışı

Dün, günün en ilginç haberlerinden biri Bağlı Köyü’nden geldi.

Uludağ’ın zirvesine 7 km uzaklıktaki köyde tek bir korona vakası görülmemiş.

Köylüler, yiyip, içtikleri her şeyi kendi yetiştiriyorlar.

Yani yüzde yüz doğal yaşıyorlarmış.

Ancak benim asıl vurgulamak istediğim, köylülerin pandemi kurallarına tam anlamıyla uymaları.

Nitekim, köylerinde toplu etkinlilere izin vermemişler, düğün, kına gibi kalabalıklara davetiye çıkaran cemiyetlerini iptal etmişler ve dışarıdan  misafir kabul etmemişler.

Sonuç ortada.

Başta Sağlık Bakanı olmak üzere tüm yetkililer her gün vatandaşları kurallara uymaya davet ediyor.

Ancak nafile.

Kentlerdeki vaka  sayısı aldı başını gidiyor.

O halde şu soru yerinde olur:

Köylüler mi daha medeni, kentliler mi?

 

Mehmet Hoca uyarıyor

Prof. Dr. Mehmet Ceyhan koronavirüs vakalarındaki artışı önlemenin tek yolunun, kademeli mesaiye geçilmesi olduğunu söylemiş.

Neden?

Dün de yazdık, tüm uzmanların virüsün en fazla kalabalık ortamlarda yayıldığını söylüyor.

Ve mesai saatleri de bölünmediği sürece, toplu taşıma araçlarındaki yığılmayı önleyemezsiniz.

Bazı kentler kademeli mesaiye geçtiler.

Bursa’da ise çok sayıda toplantı yapılmasına rağmen  henüz bir karar alınmış değil.

Kasım, aralık ve ocak aylarında vaka sayılarının daha da artması bekleniyor.

Radikal tedbirlerin zamanı gelmedi mi?

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X