‘Bank Asya kararı tamamen hukukidir’

Başbakan Davutoğlu, Bank Asya yönetiminin, TMSF’ye devrine ilişkin, “Bu tamamen hukuki bir karardır, hiçbir siyasi boyutu yoktur, talimatla alınmış bir karar değildir” dedi.

‘Bank Asya kararı tamamen hukukidir’

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Bank Asya yönetiminin, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devrine ilişkin, “Bu tamamen hukuki bir karardır, hiçbir siyasi boyutu yoktur, talimatla veya herhangi bir şekilde alınmış bir karar değil, hukuki boyutu ise objektif kriterlerle test edilebilir” dedi.

Davutoğlu, Kanal 7 ve Ülke TV kanallarının ortak canlı yayınında, gündeme dair soruları yanıtladı.

Bank Asya yönetiminin TMSF’ye devriyle ilgili soruya karşılık Davutoğlu, toplumsal hayatta şeffaflığın çok önemli olduğunu, şeffaflığın en fazla önem taşıdığı hususlardan birisinin de finansal sistemle ilgili olduğunu söyledi.

Finansal sistemde şeffaf olmayan unsurlar varsa, çok ciddi hak ihlalleri oluşabileceğine ve o finansal sistemin istikrarı konusunda çok ciddi şüphelerin olabileceğine işaret eden Davutoğlu, “Şeffaflığı herkesten isteyip, bankacılık sektöründe şeffaflık istisnai bir durummuş gibi yansıtmak doğru değil. Şunu ifade etmek isterim; bu tamamen hukuki bir karardır, hiçbir siyasi boyutu yoktur, talimatla veya herhangi bir şekilde alınmış bir karar değil, hukuki boyutu ise objektif kriterlerle test edilebilir” ifadesini kullandı.

Davutoğlu, bu gelişmeler olduktan sonra verilen ve kamuoyuyla paylaşılan bilgilerden de çok açık hukuki kriterlerin ortaya konulduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:

“Bu hukuki kriterler yerine getirilmiş de el konulmuşsa, getirilmiş olmasına rağmen tartışma yapılabilir. Fakat herkes için geçerli olan bu hukuki kriterler yerine getirilmemiş ve el konulmuşsa, kimsenin buna siyasi bir boyut getirme hakkı yok. Nedir bu hukuki kriter? BDDK, bankacılıkla ilgili bütün düzenlemeler çerçevesinde Bank Asya’dan imtiyazlı ortaklık hisseleri yüzde 40’ının şeffaf bilgilerini istiyor. Herkesten istiyor bunu, sadece Bank Asya’dan değil. Yani ana kurucu üye niteliği taşıyan imtiyazlı ortakların bilgilerini istiyor, süre veriyor. O süre içinde sadece 185 imtiyazlı ortaktan 63’ünün ismi veriliyor. Onlar da tam verilmiyor, eksik veriliyor ama geri kalan verilmiyor. Tekrar süre veriliyor, yine verilmiyor. Yani karanlık gölge altında bir grup hisse var. Onun üzerinden bütün bu süre vermelere rağmen, bunlar verilemeyince bu 63 hisse, toplamda yüzde 37’ye tekabül ettiği için, onlar bilindiği için onlarla ilgili değil, yüzde 63 hissenin tasarruf yetkisi TMSF tarafından kullanılma kararı alınıyor.”

“Başka bir banka da yapmış olsa aynı işlem yapılırdı”

“Burada 185 ortağın isimleri verildi de BDDK ve TMSF bu kararı aldıysa tartışılabilir” diyen Davutoğlu, “İsimler verilmemiş, şeffaflık ortaya konulmamış, hem bir şeyler saklanıyor hem de o yolla, oraya mevduat yatırmış, mevduatta bulunan tasarruf sahiplerinin hakları ihlal ediliyor. Böyle bir durum varken, açık bir ihlal söz konusuyken BDDK’nın TMSF’nin susup, beklemesi mi söz konusu olacaktı” değerlendirmesinde bulundu.

Davutoğlu, hukuk devletinin işlediği ülkelerde herkesin hesap verilebilir durumda olduğunun kabul edilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Kimsenin baştan suçlu ilan edilemeyeceğini kaydeden Davutoğlu, “Ancak kimse de ‘ben, şu veya bu gerekçeyle zaten kamuoyu gündemindeyim, dolayısıyla bana yapılan bir baskı görüntüsü verilirse ben bu zorunluluklardan azade olabilirim’ deme hakkına sahip değil. Bunu başka bir banka da yapmış olsa aynı işlem yapılırdı. Dolayısıyla olayın hiçbir siyasi boyutu yok, hukuki boyutu var. Bu hukuki boyutuyla işleyen süreçle ilgili başka yorumlar, yani o çerçevede bunun neyi gösterdiği bütün bu olayın nasıl bir hastalığa, yanlışlığa tekabül ettiği ayrıca tartışılabilir” diye konuştu.

“Kalan 122 isim bilinmiyorsa ortada şüpheli bir durum var”

“Burada paralel yapı vurgusu öne çıkıyor. Bank Asya, paralel yapının ekonomik ayağını oluşturuyordu’ diye tartışmalar var. Onun için siyasi bir karar mıdır?” sorusuna karşılık Davutoğlu, kimsenin, Türkiye’de hukukun işleyişi konusunda şüpheli ifadeleri kullanmaması gerektiğini, kullanıldığı takdirde de delil getirilmesi gerektiğini vurguladı.

“Bu bankada 185 üyenin bir kısmının da ismi bilinmesin’ diye biri söylüyorsa bunu tartışalım” ifadesini kullanan Davutoğlu, şunları söyledi:

“Bu bir kuralsa, bu kurala herkes uyacak. Geri kalan 122 isim bilinmiyorsa ortada şüpheli bir durum var demektir. Bir hukuk kuralı varsa, bu hukuk kuralının gereği yapılır. Bu sürecin kendisinde herhangi bir sübjektivite, ayrı bir tutum, ön yargılı bir tutum söz konusu değil. Objektif kurallar işlemiştir, gereken yapılmıştır bu kurallar içinde. Başka bir bankayla da ilgili olsa aynı şeyler söz konusu olurdu. Fakat bunu dedikten sonra tabi ki şu soruyu sormak hepimiz için geçerli bir husustur: Niye dini cemaat mahiyeti taşıyan bir grubun bankası olsun, savcısı olsun, hukuk ayağı olsun, medya ayağı olsun?’

Herkes her faaliyeti yapabilir ama bütün bu faaliyetleri koordineli bir şekilde toplum hayatının, kendi istediği düzeni ya da yaklaşımını yapıyorsa bir hedef doğrultusunda o zaman bunu sormak gerekir. Sivil toplum sivil toplumdur, banka bankacı işlevi yapar, medya medya işleri yapar. Onları doğasından çıkardığın zaman o banka, bankacılık yapmamaya başlar.”

“TMSF tarafından atılan adım hukukidir”

Davutoğlu, eskiden bankacılık sektöründe olanların diğer sektörlerle ilişkilerinin hep tartışıldığını özellikle de 1990’lı yıllarda bu durumun yaşandığını dile getirdi.

Bankacılık faaliyeti dışına çıkan her türlü faaliyetin, finansal sektörü risk altına almasının söz konusu olduğunu kaydeden Davutoğlu, “Ancak dün TMSF tarafından atılan adımın bütün boyutlarla da ilgisi olmayan tamamıyla objektif, hukuki bir adımdır. Bunu da konuşmak hepimiz için bir zarurettir. Çünkü neden? Niye ihtiyaç hissediliyor? Hangi motivasyonla?” diye konuştu.

Davutoğlu, eğer bir ekonomik güç sahibi olunmak isteniyorsa her bir şirketin kendisinin ekonomik güç sahibi olduğunu, ayrıca bir şeye ihtiyaç olmadığını ifade etti.

“Bu ayağı kurup, diğer tarafta finansal ayak, öbür tarafta bürokratik ayak… birçok ayaklar biraraya gelip eğer bir şey inşa edilecekse işte o zaman ‘paralel yapı’ denen şey ortaya çıkar” diyen Davutoğlu, şunları kaydetti:

“Herkes işini yapmalı, taşları yerine koymanın vakti geldi. Sivil toplumlara bizim ihtiyacımız var. Türkiye’de din özgürlüğü var, herkes dini faaliyet yapar, kimseye bu konuda engel çıkmaz. Ancak, dini nitelikte olan bir faaliyeti oradan çıkarıp, bürokratik, finansal bir faaliyete dönüştürüp sonra da buradan devşirilen güçle belli bir siyasi gündemi ülkeye dayatmak isterseniz işte o zaman demokrasinin ve hukuk çizgisinin dışına çıkmış olursunuz. Diğer vatandaşları, dini toplulukları, seküler toplulukları, farklı düşüncelere sahip toplulukları mağdur eden bir başka hegemonya doğmaya başlar ki buna izin vermek hukuk devletinde de demokraside de mümkün değil.”

“Kendi rüyalarında yaşasınlar”

“Bu kararın ekonomiye vereceği bir zarar var mı? Diğer bankalarda bir tedirginlik gözlemleniyor mu? Bir tetikleme olacak diye birtakım şeyler de var” sorusuna Davutoğlu, “Hayır, bunlar Türkiye’de kaos beklentisi, havası oluşturmak isteyenlerin karanlık rüyaları. Kendi rüyalarında yaşasınlar ama Türkiye’yi öyle bir karanlık dehlize, tünele kimse sokamaz. Herhangi bir olumsuzluk da bu anlamda olamaz. Çünkü herkes biliyor bunun objektif bir kural olduğunu, bu kuralın uygulandığını herkes biliyor. Kurallara uyan kişi hiçbir zaman tedirgin olmayacaktır. Kurallara uydun mu, kimse sana herhangi bir şekilde ön yargılı yaklaşmaz. Bu da sistem tarafından çok iyi bilindiği için ve bu bankanın zaten eskiden beri sistemi bypass eden çok uygulamalara herkes şahit olduğu için, bu bypassın da hukuka takılmasından kimsenin tedirgin olacağını zannetmiyorum” şeklinde cevap verdi.

“Bunlar Türkiye’de bir kaos çıksın istiyorlar”

Başbakan Davutoğlu, Fethullah Gülen’in New York Times’taki yazısını eleştirerek, “Bunlar Türkiye’de bir kaos çıksın, yurtdışında itibar zedelenmesi yaşasın, kampanyalar yürütülsün ve bir başarı hikayesi ölsün istiyorlar. Emin olun mesele Türkiye meselesi değil sadece. Mesele terörle ve otoriter rejimlerle anılan İslam dünyasında bir başarı hikayesinin öldürülmesi meselesi” dedi. 

Fethullah Gülen’in pasaportunun iptal edilmesi hatırlatılarak, paralel yapıyla mücadelede yeni olan bir şeyler olup olmadığı sorusu üzerine Başbakan Davutoğlu, pasaportla ilgili konunun tamamen hukuk içinde yapılan işlem olduğunu, başka bir işlemin söz konusu olmadığını, mücadelede hukuk dışına çıkılmadığını ve çıkılmayacağını söyledi. 

Türkiye’nin çok sancılı bir normalleşme süreci yaşadığını, 12 yıldır ülkeyi daha demokratik, evrensel standartlarda hukuk düzeni içinde işleyen bir devet yapısı haline getirmeye çalıştıklarını, bu çerçevde çok sayıda demokratikleşme paketi açıkladıklarını, ekonomide büyük devrimler yaşandığını anlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Bir şekilde devletin, hukuk düzeninin, sosyal ve siyasal hayatın bütün vesayetlerden kurtulması lazım. Sadece vesayetçilik üzerinden, askeri, bürokratik vesayet üzerinden olmuyor. Bürokrasiye sızmış unsurlar öylesine bir virüs ki bu. Güç sahibi olmak bir virüs bulaştığında eğer adaletle siz o gücü kullanıyorsanız sağlıklı bir vucüttaki gibi olumlu etki yapıyor ama adalet dışında onu kendi nefsiniz ya da ait olduğunuz topluluk adına, bu bazen cuntalar eskiden olduğu gibi şimdi de paralel yapıyla kullanmaya başlarsanız, kendinize mensup olmayan herkesi önce rakip, sonra düşman olarak görmeye başlarsınız. Burada bu yaşandı. Türkiye’de hiçbir zaman bu ya da başka grupların önüne bürokraside engel çıkartılmadı ama onlar önce eşit yarışmak istedi, buyrun denildi. 28 Şubat’ta eşit yarışılmıyordu, herkese eşit yarış hakkı tanındı. Eşit yarışta elde ettikleri gücü bu sefer rakip olanları bloke etmek için kullanmaya başladılar. Oraya kadar değişik rekabetler olabilir sistem içinde ama bir aşamadan sonra düşman olarak görmeye başlıyor, tasfiye edilmesi gereken düşman. İşte burada aynen cunta şeyi gibi, kendisiyle uyum göstermeyen kişi, Hanefi Avcı olayında, basında Ahmet Şık olayında olduğu gibi. Önce rakip, sonra tasfiye edilmesi gereken düşman gördüğünde işte o andan itibaren o yapı bir habis ur haline dönüşür. Bugün olan budur. Bizim de demokrasi adına, devlet, kamu düzeni adına engellemek durumunda olduğumuz husus bu.”

“Paralelle mücadele benim için sadece bir grupla mücadele değil…”

Başbakan Davutoğlu, geçmişte kendisinin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da paralel yapının okullarına destek verdiğini, bizzat Türkçe Olimpiyatları’na katıldıklarını, bu tür faaliyetlere hiçbir zaman karşı çıkmayıp, hep destek verdiklerini belirterek, şöyle konuştu:

“Ama aynı kişiler… Şimdiki Böcek Davası’nda olduğu gibi Başbakanlığa niye sızsın bir cemaat? Neden MİT tırlarını durdurmak için bazı devlet içine soktuğu unsurlarla devlete karşı operasyon yapsın, niye Dışişleri’ni dinlesin? ‘Biz dinlemedik’ diye argümanlar hep dillendiriliyor, peki o zaman niye sahip çıkıyorsunuz? Paralelle mücadele benim için sadece bir grupla mücadele değil, bir anlayışla, zihniyetle mücadele.” 

Paralel yapı için “cemaat” ifadesini kullanmaktan üzüntü duyduğunu dile getiren Davutoğlu, devlet düzeninin bürokrasideki hiyerarşiye bağlı olduğunu, bürokratların paralel yapı içindeki hiyerarşiye göre davranmaları halinde devlet düzeninin kalmayacağını söyledi. Kendilerinin halktan yetki aldığını, bunun sorumluluğuyla hareket edip, hesabı yine halka vereceklerini vurgulayan Başbakan Davutoğlu, “Paralel bu anlamda habis bir ur haline gelmiş. Bu unsurlar kendi doğal mecrasına girene kadar, bürokrasi açısından söylüyorum, bu unsurlarla mücadele devam edecek” diye konuştu. 

Gülen’in New York Times’taki makalesi

Başbakan Davutoğlu, Fethullah Gülen’in New York Times’ta yayımlanan makalesine ilişkin soruya da şöyle yanıt verdi:

“Şu soruyu sormak lazım; dini bir cemaatin öncüsü olduğunu, hatta ceketi bile olmadığını söyleyen, görünüşte onlarca yıldır mahfiyet sahibi, köşede, orada inzivada olduğunu söyleyen birisi New York Times’a niye yazı yazar? Bu zat köşe yazarı mı? Değil. Bir akademisyen mi? Değil. Ülkeyi temsil eden memur ya da büyükelçi mi? Değil. Niye yazı yazar, niye kendi ülkesini şikayet eder, ne gördü Türkiye’den, bu hükümetten ne gördü? İyilik dışında, ülkeye sağlanan demokratik imkanları kullanmak dışında ne gördü? Gerçekten büyük bir şeyle, hissederek söylüyorum, bu ülkenin kamu düzeninden sorumlu olan birisi olarak değil, bu zata inandığı için onlarca yılını, emeğini, alın terini, helal rızkını vermiş insanlar adına soruyorum; hiç tahayyül edebilirler miydi? New York Times’ta okuduğumda yazıyı çok üzüntü duydum. Öfkelendim, nasıl olur da Allah adını, Resullah adını her şeyde zikrederek bu yere gelmiş birisi, bu topraklara ait olduğunu iddia eden birisi böyle bir yazı yazar.

Bu yazıda kendi rücu ettiği husus bu, bana üzüntü veren taraf bu, misyon bu… Eskiden gerçekten yanlış düşünüldüğü kanaatini taşırdık, aldatılıyor, çevre faktörü vesaire… Cumhurbaşkanımız kaç kere davet etti, biz davet ettik gelmedi. Demek ki bugünler için gelmiyormuş, New York Times’ta Türkiye aleyhine kampanya yapmak için gelmiyormuş. Bunu özellikle Anadolu’da gönül vermiş, öyle ya da böyle hala gönlünde muhabbet duyanlar için söylüyorum, yüreğimiz yanıyor. Hadi yazdı, ne diyor içeriğe baktığınızda. Diyor ki ‘Türk, Kürt, Alevi, Sünni, gayrimüslim herkes Türkiye’de baskı altında’ diyor. Ben 1 ay önce gayrimüslim azınlık liderleriyle yemek yedim, hepsi teşekkür ettiler, ‘AK Parti iktidarı döneminde görmediğimiz şeyi gördük’ dediler.

Başdanışmanım, cumhuriyet döneminde bu makama gelmiş Ermeni vatandaşımız, o vesileyle getirmedik ama hepsi teşekkür ettiler. Niye gayrimüslimleri zikrediyor? Çünkü oradaki lobilere hitap ediyor. Türkiye’deyken muhafazakar kesimin hissiyatını hareket geçireceksiniz, oraya gidip lobilere, Rum lobisine, Ermeni lobisine ‘Türkiye’de gayrimüslimler baskı altında’ diyeceksiniz. Kürt meselesi senin için bu kadar önemliyse 3 senedir yürüttüğümüz Çözüm Süreci’ne niye engel olmaya kalktınız? En kritik yerlerde, emniyetteki unsurlarla  Çözüm Süreci’ni niye baltalamaya çalıştınız. Türkiye’de 12 yıl içinde Kürt vatandaşlarımızın haklarıyla ilgili katedilen mesafeyi Türkiye’deki vatandaşlarımız görmüyor mu? Alevi-Sünni farkını kışkırtmacılık gibi yapıyor. Hani müspet hareketti bu, hani Mavi Marmara’da Gazze’deki kardeşlerimize yardım için giden ve açık denizlerde vurulan kardeşlerimiz için ‘niye otoriteyi dinlemediniz’ diye açıklamalarda bulundunuz da Türkiye’de halkoyu ile seçilmiş cumhurbaşkanı, yüzde 52 halkoyu ile seçildi, hükümet ise yüzde 50 ile iş başına geldi. Tablo ortaya çıkıyor, vatandaşlarımız bunu görüyor.”

“Bu ülkenin en loş, kör hapishanesi benim için yurtışındaki en parlak hayattan daha iyidir”

Başbakan Davutoğlu, 28 Şubat döneminde kendisinin de çok çile çektiğini ama hiçbir zaman Türkiye aleyhine konuşmadığını ifade ederek, “Bir tek akademik toplantıda Türkiye aleyhine konuştu diye çıkartırlarsa hesap vermeye hazırım. İsim vermeyeyim, üniversiteler davet ettikleri halde, düşüncem, siyasi görüşüm, inancım sebebiyle mesafe koydular. Yeni Şafak’ta yazarken yazılarımla ilgili birçok baskı gördüm, birçok şey yaşadık ama bir tek yerde bu ülke aleyhine konuşmadık. Bu ülkenin en loş, kör hapishanesi benim için yurtışındaki en parlak hayattan daha iyidir, bunu dışarıyı kötülemek için söylemiyorum ama aidiyet hissimizin nerede oldunu hissetmek için…” değerlendirmesinde bulundu. 

Fethullah Gülen’in yazısının New York Times’te yayımlandığı gün, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da “hep beraber hükümete karşı direnelim” mahiyetinde açıklamaları olduğunu, Bank Asya’ya mevduat yatıran CHP milletvekilleri bulunduğunu, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın bütün partileri İç Güvenlik Yasası’na direnmeye çağırdığını, MHP’nin de aynı çizgide bulunduğunu anlatan Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:

“Ne istiyorlar bunlar? Bunlar Türkiye’de bir kaos çıksın, yurtdışında itibar zedelenmesi yaşasın, kampanyalar yürütülsün ve bir başarı hikayesi ölsün istiyorlar. Emin olun mesele Türkiye meselesi değil sadece. Mesele terörle ve otoriter rejimlerle anılan İslam dünyasında bir başarı hikayesinin öldürülmesi meselesi. Belli çevreler bunu istiyorlar, bu kişiler de bu çevrelerle birlikte hareket ediyor. Artık bu mesele bir Türkiye’deki paralel yapının meselesinin de ötesine geçmiştir. Hem ulusal güvenlik hem de uluslararası bir çevrenin bundan daha oryantalist bir makale görmedim ben.”

Gülen’in makalesinde “AK Parti’ye biz destek verdik” mahiyetinde ifadeler bulunduğunu hatırlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Kusura bakmasın biz desteği ondan almadık. Konya’da ben milletvekili olarak hiç kimseden destek almadım, Konya’da nasırlı elleriyle dağda, bayırda çalışan vatandaşımızdan, fabrikalarda olan, çile çeken 150 yıllık, 200 yıllık bir rüya için insanlar bize destek verdi. Ya da cumhurbaşkanı destek aldığında bütün Türkiye’den aldı, Rize’den, yiğit Karadeniz insanlarından… Hiç kimseden, hiçbir özel destek görmedik, ihtiyacımız da yok, kimsenin desteğine ihtiyacımız yok, milletin desteği varken başka destek aramak gaflettir. O desteği aradığımız zaman, işte şimdi oldukları gibi Allah sizi zelil eder. Eğer milletten destek almayıp da yurtdışındaki birtakım çevrelerden destek alıp, bu ülkenin başına geleceğini düşünenler varsa, geçmişte vardı bugün de var, onlar zelil olurlar.

Biz, çileyse bu ülkede çileye hazırız, mahfiyetse her şeyi terk etmeye hazırız, nefsten uzaklaşmaksa hiçbir şey talep etmemeye hazırız ama Allah bizi hiçbir zaman bu toprakların çocuğu olarak böyle bir tutumla karşı karşıya bırakma zilletine düşürmesin. Bütün bu paralelliği Türkiye’deki gündemle bu makalenin yayımlanması arasındaki paralelliği de herkesin görmesi lazım. Kılıçdaroğlu’na önce ulusalcı olduğunu iddia eden milletvekillerinin daha çok soru sorması lazım. Niye aynı gün, niye sen ‘ben gençlerle önüne çıkarım’ dediğin gün New York’ta böyle bir çağrı yapılıyor. Niçin gençlerin önüne geçiyorsun? Bırak gençler yürüsün, yürüyecek misin? Sen de yürü. Molotofkokteyli alman şart mı, yüzüne maske takman şart mı, sapan alman şart mı eline? Yürü, 1 milyon kişiyi toplayabilirsen, toplayamazsın, ama yürü. Kimse seni durdurmayacak, yeter ki gösteri yaptığın yer nizami yer olsun, yeter ki kurallara uy. Diyor ki gençler gaz maskesi karşılığı için yüzlerini örtüyormuş, peki resimlerini görmedin mi Okmeydanı’nda eli sopalı, silahlı, yüzleri maskelileri, görmedin mi 6-7 Ekim olaylarında Kobani’yi bahane ederek, ellerinde silahlarla yüzlerini kapatanları. Özgürlükse bunun mücadelesini biz verdik, vermeye hazırız, bedelini de ödemeye hazırız ama böyle ucuz kahramanlıklara kalkışılacaksa anamuhalefet lideri olma vasfı kaybedilir.”

İç Güvenlik Kanunu’nun siyasi partiler için tam bir sınav hali olduğunu, kanundaki maddelerinin hiçbirinin AB standartlarının gerisinde bulunmadığını dile getiren Davutoğlu, kanunla ilgili objektif ve tahrik etmeyen sorular gelirse cevaplamaya hazır olduklarını, yanlışları düzeltebilceklerini kaydetti. 

Kobani bahanesiyle yaşanan 6-7 Ekim olaylarını hatırlatarak, “Biz o manzaralardan sonra Türkiye’yi Suriye’ye döndürmek isteyenlere fırsat mı veririz zannediliyor?” diyen Davutoğlu, Demirtaş’ın o günlerde “çıkın sokağa” diyerek tahriklerde bulunduğunu, bugün de Kılıçdaroğlu’nun “çıkın sokağa” dediğini, Bahçeli’nin de buna destek verdiğini söyledi. 

Davutoğlu, “Bunlar şunu gösteriyor, üçünün de anlaştığı, arkalarında da Pensilivanya’daki, New York Times’a yazı yazan yeni köşe yazarının anlaştığı husus şu; hepsi bir kaos istiyor, seçimden önce bir kaos. Biz, bunu hissettiğimiz için şu ana kadar 55’e yakın vilayetimizi dolaştım. Neden, çünkü çizmeyi giymeden, halkın içine girmeden Ankara’dan siyaset yapmak mümkün değil. Halk bunları görüyor, bu kaos beklentilerine karşı da biz Çözüm Süreci’ni yürüteceğiz, kimsenin ne dediğine bakmadan ki göz yaşartıcı tablolarla karşılaşıyoruz” dedi.

Manisa ziyareti sırasında, bir annenin, oğlunun Şırnak’ta bulunduğunu ve kendilerine emanet olduğunu söylediğini, bir başka kişinin de “Askere gidiyorum Sayın Başbakanım. Dua edin” dediğini aktaran Davutoğlu, “Diyarbakır’da, Diyarbakır anneleri geldiler. ‘Dağa kaçırılan çocuklarımızı kurtar Sayın Başbakanım. Size emanet’ dediler. Biz o emanetlerin hakkını verelim diye gözümüze uyku girmedi, girmeyecek. Biz bu emanetlerin davası peşindeyken, birileri siyaset dizaynı yapıyorsa, birileri küçük hesapların içine girmişlerse biz o hesaplarla ne geri adım atarız, ne inandığımız değerlerden döneriz, ne yılarız, ne bıkarız, ne de yoruluruz” diye konuştu.

“Başkanlık sistemiyle ilgili ne düşündüğü ve bu konuda nerede durduğu” sorusu üzerine Davutoğlu, başkanlık sisteminin, Türkiye’de iki aydır değil, yıllardır gündemde bulunduğunu, yeni bir olgu olmadığını belirtti.

Bu konuda da meselenin öncelikle sistem ve ilke bazında ele alınması gerektiğini kaydeden Davutoğlu, “O anlamda son başkanlık sistemi tartışması etrafındaki tartışma ortamını, psikolojisini doğru görmüyorum. Yani hepimizin öncelikle Türkiye’nin geleceğiyle ilgili bir konuyu tartışırken soğukkanlı bir şekilde ve rasyonel argümanlarla tartışmamız lazım. Olayı kişiselleştirmeden ve kesinlikle bir karşılık içine girmeden tartışmamız lazım” diye konuştu.

Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Nihayet sistem parlamenter sistem de olsa başkanlık sistemi de olsa bu ülkenin sistemi olacak. Şöyle bir argüman, ‘başkanlık sistemiyle otoriter yapılara geçilir’. Delilin ne? Yani politika, siyaset bilimi okuyan en iptidai düzeyde olan kişiler de bilir ki demokrasi, başkanlık sistemiyle de yürür, geçerli hale gelir, uygulanır, parlamenter sistemle de. Mukayeseli siyasi çalışmaların hepsinde bunlar demokratik sistemlerdir. Otoriter bir eğilim varsa parlamenter sistemden de çıkabilir. Weimar Cumhuriyeti, Almanya’da, parlamenter sistemin ilk tecrübeleri, 1. Dünya Savaşı öncesi Hitler’i çıkardı. Başkanlık sisteminden de çıkabilir, parlamenter sistemden de. Önemli olan şu siyasi zihniyet ve olaya nasıl baktığınız. Bir defa insan haklarına inanan, evrensel temel ilkelerden hareket eden bir siyasi kültürün ve zihniyetin olduğu yerde başkanlık sistemi de hürriyetçi, özgürlükçü olur, parlamenter sistemi de olur. Eğer böyle bir zihniyet, böyle bir kültür gelişmemişse her ikisinde de otoriter yapılara gidiş olur. Yani normatif olarak ‘Başkanlık sistemi otoriterdir, parlamenter sistem demokratiktir’ diye bir ayrım yapmak siyaset bilimi açısından cehalettir. Ben öncelikle hani başbakan olarak değil, kavramları netleştirmek bakımından buna önem veriyorum.”

Davutoğlu, “İkincisi Türkiye’de pür parlamenter sistem oldu mu? Bu da ayrı bir soru. Sanki öyle bir kanaat var ki pür parlamenter bir sistem gayet iyi işliyordu da bir gün Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak, AK Parti veya belli bir siyasi yaklaşım içinde olanlar, Türkiye’de çok iyi işleyen bir parlamenter sistemden aldılar, başkanlık sistemine geçmek istiyorlar. Böyle bir şey de yok” ifadesini kullandı.

“Bu, vesayetçi bir yapı”

Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:

“Türkiye’de cumhurbaşkanlığı makamı niçin bu şekilde tartışmalı hale geldi. Bunun sorumlusu AK Parti değil ki. Bunun sorumlusu Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı sistemini, devlet başkanlığı diyeyim hatta, çünkü bunun içinde Evren de var, yani darbe lideri olarak, cumhur seçmediği halde iş başına gelmiş, getirenler bu makama bir rol biçtiler. AK Parti’nin, bana sorarsanız, yaptığı en büyük devrim, yani çok yol yapmamız, dış politikada şu faaliyeti yapmamız, çok büyükelçilik açmamız falan değil. Bir özgüven, iki daha önemlisi Türkiye’de AK Parti iş başına gelene kadar başbakanlara ve millet iradesiyle parlamenter olduğu varsayılan sistemde iş başına gelenlere şu deniyordu; ‘Sen şunlarla ilgilen. Yani yol yap’, Menderes’e denen. Karayolları, yollar hep o dönemde yapıldı. ‘Baraj yap’, Demirel baraj kralıydı. Özal’a da ‘dünyaya Türkiye’yi aç’. ‘Ama zinhar devletin yüksek stratejilerine karışma’. Kıbrıs politikası ne olacak? ‘Onu Milli Güvenlik Kurulu’nda bir daire bilir’. Türkiye’de Kürt sorununa nasıl yaklaşılacak? ‘Ona sen karışamazsın, bu 100 yıllık meseledir, bir karışırsan ortalık dağılır’. Efendim Alevi sorunu ne olacak? ‘Milli güvenlik meselesidir, Milli Güvenlik Kurulu bilir’. Başbakanların alanları sadece lojistiğe ayrılmıştır tabiri caizse. AK Parti’nin, yaptığı devrim nedir? Türkiye’nin dış politikasında da ekonomisinde de stratejisinde de temel demokratik alanlarda da kararın ancak ve ancak seçilmişler tarafından verilmesi gerektiğidir, fikridir.”

Davutoğlu, “Neydi biliyor musunuz? Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı, bir kurucu devlet başkanı olarak ve cumhuriyete geçişle birlikte zaten üzerinde bir konumdaydı. İnönü devlet başkanı ve parti başkanlığını neredeyse birleştiren bir otoriter yapıya işte eğer CHP rahatsızsa o dönemi, onu bildiği için belki de rahatsız oluyor. Daha sonra Bayar, Menderes şeyi. Aynı partiden gelmekle cumhuriyetin kurucu kadrolarındandır Bayar, onun bir ağırlığı içinde” görüşünü dile getirdi.

Başbakan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Ama esas 27 Mayıs’tan sonra cumhurbaşkanlığı makamı şöyle görüldü, ‘Halkın seçtiği kişiler, yaramaz çocuk gibidir tabiri caizse. Her an yoldan çıkabilirler. Yukarıda birisi otursun ve oraya müdahale etsin. Yoldan çıkıldığı zaman şöyle bir düzene konsun’. Bu, millete olan güvensizliktendi. Bir vesayet rejiminin kurumu gibi görüldü, cumhurbaşkanlığı ve devlet başkanlığı gibi son derece mübarek ve temsil bakımından önemli bir makam. Bu yüzden de 27 Mayıs ihtilali sonrasında herkes, bir gelenek neredeyse oluştu, genelkurmay başkanlığından sonra gelinen makam. O bakımdan hesaplar yapılırdı eskiden. En çarpıcı hesap 1977, Demirel ile Korutürk’ün ihtilafa düşüp iki ayrı kuvvet komutanı iş başına getirmek için büyük rekabet sürdü. Sebep? Çünkü Genelkurmay hiyerarşisi içinde hangi kuvvet komutanının, nereye geleceği bir sonraki devlet başkanını da belirleyeceği için önemli görülüyordu. Aradan Kenan Evren çıktı biliyorsunuz o ihtilaftan. Bu vesayetçi bir yapı.”

“Bugün tartışılan şey parlamenter sistemin başarısızlığı değildir”

12 Eylül’den sonra bunun daha da kurumsallaştığını vurgulayan Davutoğlu, 12 Eylül Anayasa’sının, hiçbir hesap verme sorumluluğu olmayan ama çok büyük yetkilerle donatılmış bir cumhurbaşkanlığını öngördüğünü kaydetti.

Davutoğlu, “O anayasayı yazanlar, cumhurbaşkanının hep ya asker ya da yani bürokrasinin onay verdiği bir isim olacağını düşünerek yaptılar. Bir gün Abdullah Gül’ün, hatta Özal’ın, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın geleceğini düşünerek yazmadılar. Yazsalardı başka türlü yazarlardı. Onu engellemek için ne olur diye yazarlardı” görüşünü dile getirdi.

Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Özal’ın o yıllarda ne çileler çektiğini hepimiz biliriz. Şimdi böyle bir süreçten geliyor. Burada parlamenter sistemin seçtiği başbakan, parlamenter sistem işliyor olsaydı, Özal o kadar çile çekmezdi, en ufak kararda Evren’i ikna etmeye çalışmazdı. 28 Şubat’ta rahmetli Necmettin Erbakan’ı, hocamızı, MGK önünde, sınava çıkmış çocuk gibi bir muamele, yani terletmek için o yaşta, o itibarda, o cehdi, gayreti göstermiş bir insanı, orada, Milli Güvenlik Kurulu’nda hesap veren başbakan durumuna, hani savunan adam noktasına gelmezdi.”

Parlamenter sistemin işletilmediğini ve buna izin verilmediğini ifade eden Davutoğlu, “Dolayısıyla bugün tartışılan şey parlamenter sistemin başarısızlığı değildir. Parlamenter sistem olup da başarılı olan son derece iyi örnekler var. İngiltere örneğinde, 200-300 yıla giden parlamenter sistemi var” dedi.

Almanya örneğinin daha da çarpıcı olduğunu dile getiren Davutoğlu, “Almanya var. O da ayrı bir varsayımdır. ‘Başkanlık sistemine geçildiğinde federal yapıya geçilir’. Hayır. Parlamenter sistem olmakla birlikte Almanya federal bir devlettir. Yani bunun illa böyle olması da gerekmiyor. Bu kurallar öylesine yerleştiriliyor ki alternatifler daraltılsın” diye konuştu.

“Bu kişisel bir mesele değildir”

Parlamenter sistemde zorluk çeken herkesin bu fikirleri savunduğunu anımsatan Davutoğlu, şunları kaydetti:

“Özal da savundu, Demirel de savundu, Erbakan hoca da savundu, Türkeş de savundu. Çünkü bir çıkış yolu arıyorlardı. Açık söyleyeyim, reaktif savunuldu. Yani buradaki her yanlışlık şurada kurtulacak, çözülecek gibi. Doğru dürüst, sağlıklı bunu tartışamadık. Şimdi yapmamız gereken, ben şeyde mesela çok ümitlenmiştim, açık söyleyeyim, iki sefer bu konuda. 2007’de 367 fırtınasını yaşadıktan sonra ki bugünkü seçilmiş cumhurbaşkanına da AK Parti kendi iradesiyle gelmedi. Zorladılar bizi. e-muhtıra olmamış olsaydı, 367 yaşanmamış olsaydı, normal süreçte halk seçip, tartışma bile belki olmayacaktı. Ama bugün halkın seçtiği cumhurbaşkanı yetkileri konusunda spekülasyon yapanlar, onlar bu işin müsebbibi olacak şekilde o zaman CHP, 367 safsatasının arkasında durdu. Şimdi buradan zorlanarak sistem, zorlaya zorlaya ve zorlana zorlana bir yere geldi. Düşünün Ecevit’le Sezer’in yaşadığı bir kitap atmakla sistemdeki bir kriz, bir uyum krizi, ekonomik krize dönüştü.”

Davutoğlu, “Bu yetki karmaşası, kargaşası içinde ancak kişisel ilişkilerin iyiliği ve bir dava ahlakıyla AK Parti iktidarları bu meseleyi aştı. Gerek, Sayın Abdullah Gül, Sayın Recep Tayyip Erdoğan, hani iki cumhurbaşkanı olarak devir teslim esnasında, bütün o süreçte olanlar, şimdi de bizim hem cumhurbaşkanımızın hem benim sahip olduğumuz dava ahlakı ve kişisel ahlak ki bunları tartışma konusu yapmayız, ne o yapar, ne ben yaparım, Türkiye’nin istikrarı açısından önemli bir unsur haline geldi. Çünkü sistem başka türlü yürümüyor” ifadesini kullandı.

Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:

“Halbuki sistem dediğimiz şey, mesela Belçika’da çok uzun krizler yaşandı, hükümet kurulamadı. Kimse fark etmiyor. Neden? Çünkü sistem işliyor. Şimdi Türkiye’de bu anlamda başkanlık sistemi de dahil olmak üzere bu konular ele alındığı zaman önce birkaç şey sormamız lazım. Bir, bu kişisel bir mesele değildir. Şu kişiyi bu makama getirmek ya da bu kişiyi o makamdan uzaklaştırmak için sistem tartışması yapılmaz. Sistem bir kere kurduğunuzda 50-100 yıl işleyecek şekilde inşa edildiği zaman yürür. Makyavel’in söylediği çok çarpıcı bir misal vardır. 16. yüzyıl, ‘Osmanlı Devleti gibi bir devleti kurmak çok zordur, kurduktan sonra idare etmek çok kolaydır. Fransa gibi bir devleti kurmak çok kolaydır ama kurduktan sonra idare etmek mümkün değildir’. Önemli olan öyle bir sistem kuralım ki bu sistem, bu siyasal sistem hem ülkenin ihtiyaçlarına cevap teşkil etsin hem geçmiş bütün olumsuzluklardan gerekli dersler çıkartılarak, rasyonel bir zemine oturtulsun hem de temel siyasal zihniyeti, kültürü yansıtsın. Bu çerçevede olaylara bakmak gerektiği kanaatindeyim.”

Davutoğlu, “Türkiye’de şu anda seçilmiş cumhurbaşkanı, seçilmiş başbakan, ikisi de güçlü motif olarak, her ikisi de ülkesi için koşturduğunda büyük bir sinerji doğar. Elhamdülillah bu sinerji doğdu. Bu sinerji ülkede yeni bir heyecan da oluşturdu. Her yerde gördüğümüz” ifadesini kullandı.

“(Başkanlık Sistemi’ni getirmek istiyoruz) diyor musunuz” sorusunu yanıtlayan Davutoğlu, siyasal sistem tartışmasını başkanlık sistemi öncelikli olarak soğukkanlılıkla yürütmek gerektiğini ifade etti. AK Parti’nin bu konuda dogmatik bir tutumunun bulunmadığına işaret eden Davutoğlu, “Öyle bir kanaat var ki sanki AK Parti çok dogmatik bir şekilde tutum takınıyor, diğerleri daha esnek. Hayır” diye konuştu. 

AK Parti’nin bütün seçim beyannamelerine bakılması gerektiğini dile getiren Davutoğlu, “2001 kurucu belgeleri, 2002, 2007 seçim beyannamesi, 2011 seçim beyannamesi illa ve mutlaka başkanlık sistemi dememiş ama özellikle 2007’de parlamenter sistemin güçlendirilmesi 367’ye karşı ama buna bir düzen getirmek lazım. Artık geri dönüş mümkün değil. Seçilmiş bir cumhurbaşkanı referandumla tayin edilmişse…” ifadesini kullandı.

Davutoğlu, 2007’de katılımcı bir TBMM oluştuğunu, BDP, MHP, AK Parti, CHP’nin Meclis’te bulunduğunu ve o zaman ümitlendiğini ifade ederek, o zaman yeni bir anayasal tartışma yapılabilecek bir zeminin belirdiğini, Dağlıca baskınına kadar da bunun yapıldığını belirtti. 

Uzlaşma Komisyonu’nun 2011’den sonra anayasa için oluşturulduğunu anımsatan Davutoğlu, “Bu komisyonlarda hiçbir katkıda bulunmayan muhalefet partileri, şimdi başkanlık meselesi gündeme geldi diye rahatsızlık beyan ediyorlar. Burada herkesin eteğindeki taşı ortaya koyması, sağlıklı bir tartışma içinde seçilmiş bir cumhurbaşkanı, halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı gerçekliğinden sonra bu meseleyi başkanlık sistemini de öncelikli olarak konuşmamız lazım” değerlendirmesinde bulundu.  

Temel meselenin yeni bir anayasa olduğuna işaret eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Ben sistemi boşlukta tasavvur etmeyi doğru görmüyorum. Her zaman siyaset yazdığım makalelerde de mekanizmalardan önce değerler, ilkeler ve zihniyet gelir. Mekanizmayı değerli kılan o zihniyettir. Şu anda yapmayı hedeflediğimiz şey şu, şimdi başbakan olarak bu ülkede önümüzdeki dönemle ilgili olarak birincisi ben görevi sayın cumhurbaşkanımızdan devraldım. Kendime biçtiğim hedefler var. Bir; ülkede herhangi bir hükümet değişimi olmuş gibi bir intiba olmadan hükümet işlerinde sürekliliği sağlamak. Hamdolsun Türkiye büyük bir değişim yaşadı. Ben Yunanistan’a gittiğimde sayın Samaras’la görüşmem esnasında oradakiler sordu, ‘Avrupa’da bir değişiklik kriz doğururken sizde cumhurbaşkanlığı makamı el değiştirdi, başbakanlık makamı el değiştirdi, AK Parti genel başkanlığı el değiştirdi’ diye. Bu Sayın Cumhurbaşkanımızın basiretiyle ve benim bu basirete verdiğim katkıyla ortaya çıktı ve şu ana kadar da hükümet işlerinde tek bir aksaklık olmasın diye her an omzumda ağır bir yük hissediyorum. Birinci hedefim buydu. Bu sağlandı. Türkiye’de kimse hükümet krizi çıkaramadı ve çıkaramayacak.

İkincisi, AK Parti içinde hiçbir surette 12 yıllık karizmatik liderlikten sonra Sayın Cumhurbaşkanımızın, AK Parti’nin ahenginde bir sıkıntı olmaması ve AK Parti’nin her süreci doğrudan yönetebilme kabiliyetini muhafaza etmemiz gerekiyordu. Elhamdülillah… Kritik süreçlerden geçtik, ne senaryolar ürettiler. Ben hepsini dün MKYK’da söyledim arkadaşlara. Hepsini takdir ettiğimi ifade ettim. Üç dönemini tamamlayan arkadaşlarla ilgili ne tahrikler yapıldı, ne psikolojik operasyonlar yapıldı. Ne olacaklar diye. Hiçbirisi dava ve ahlakını küçük hesaplara feda etmediler. Dün MKYK’da zikrettim, hepsini buradan bir kez daha takdirle anıyorum. Bazı bakan arkadaşlarıma ‘görevlerinin yerine başka arkadaşları düşündüm’ dediğimde bir tanesi itiraz etmedi hükümeti kurarken. Şu anda AK Parti her zamanki gibi güçlüdür. Kimse de AK Parti’nin gücünden tereddüt edemez, seçim anketleri vesaireler ortada. 

Üçüncüsü Türkiye’yi suhuletle haziran seçimlerine götürmemiz ve çok güçlü bir meşruiyetle halktan bu yetkiyi tekrar almamız… “

“Şu anki anayasa insanı hedef almıyor”

Davutoğlu, halktan yetkiyi aldıktan sonra dördüncü hedefinin yepyeni bir anayasa olduğunu belirtti. “Kısa, öz, millete güvenen, insanı öne çıkartan, hiçbir kısıtlayıcı hüküm taşımayan, insan haklarını temel alan yeni bir siyaset zihniyeti felsefesi öngören” ifadelerini kullanan Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Anayasaların esası şudur: Bir, neyi hedef aldığı önemli. Bizim şu anki anayasa insanı hedef almıyor ya da insanı odak almıyor. Devleti odak alıyor. Bir özgürlük veriyor sonra iki paragraf o özgürlüğü nasıl kısıtlayacağını anlatıyor. Okumaktan bazen sinirleniyorum. Çünkü ne kadar bütün hinlikler düşünülerek o özgürlükler nasıl kullanılmayacak onu formüle etmek için uğraşmışlar. Yine öyle bir anayasa olmalı ki halka güveni yansıtmalı. Detaya girmemeli. Halkın iradesine, halkın seçtiği kişilere güveni yansıtmalı. Bu anayasa yansıtmıyor.”  

“Niyet, iyi bir niyet değil”

Seçim kampanyasında ana unsurun yeni anayasa olacağını dile getiren Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdüdü:

“Ama yeni anayasayı sadece başkanlık mekanizmasına değil, esas itibarıyla bu yeni siyasi anlayışa yeni Türkiye’nin özgürlükçü, ön alıcı ve kısıtlamayan alana odaklamak. Başkanlık sistemi buna dayalı olursa ki öyle olmalı hiçbir zaman otoriter olmaz. Ama böyle bir çerçeve çizmeden başkanlık sistemini değil parlamenter sistemi getirseniz o da otoriter olur. Çünkü parlamenter sistemde yasama ile yürütme o kadar iç içedir ki nihayet başbakanın kontrolündeki parlamento grubu istediğini yaptırabilir. Otoriterleşmeye mütemayil kavramını yıkmak için söylüyorum. Bunu belirleyecek olan şey, öyle bir anayasal çerçeve olmalı ki güçlerin kuvvetler ayrılığı prensibini benimsemeli. Hiçbir kuvvet denetimsiz olmamalı. Başkanlık sisteminde denetimli, işte Obama’nın büyükelçi tayin ederken bile bir denetimi var. Tek kuruş para harcasa hesabı soruluyor Kongre’de. Bu cumhurbaşkanımızın zikrettiği gibi tek kamaralı olsa da aynıdır, aynı olmalıdır, hiçbir şekilde başkan ya da başbakan, başkanlık sistemi ya da parlamenter sistem denetimsiz ve hesap vermeyecek bir gücü kullanmamalı, kullanamaz zaten. Biz başkanlık sistemi darken hiçbir zaman böyle bir sistem tasavvur etmiyoruz zaten. Bir kişinin bütün yetkiyi…”

“Anayasa herkesin katılımıyla olursa iyidir”

Davutoğlu, ‘başkanlık sistemi olursa Erdoğan gelecek ve o idare edecek’ şeklinde varsayımların olduğunu dile getirerek, aslında bu değişimin muhalefet için yeni bir şans olduğunu belirtti.

Davutoğlu, şunları ifade etti:

“Hiç kendilerine güvenmedikleri için başkanlık sistemi olursa yine AK Parti, AK Parti’den aday olarak da Sayın Erdoğan seçilir. Varsayım bu. Aslında bu varsayımın kendisi dahi muhalefetin ne kadar özgüven eksikliği içinde olduğunu gösteriyor. Diyelim cumhurbaşkanımız devam ettiğinde 5 sene daha orada. Diyelim başkanlık sistemine geçildi, yeniden seçim yapılmak durumunda, yeni bir siyasal sistem… O zaman şansınızı denersiniz. Hayır, mesele o değil. Mesele bir şekilde ister parlamenter sistem olsun şimdiye kadar olduğu gibi, başbakanı Demokles’in kılıcı altında tutmak, seçilmiş cumhurbaşkanını da Demokles’in kılıcı altında tutmak. Niyet iyi bir niyet değil. “

Hedefilerinin seçimde anayasayı değiştirecek güce ulaşmak olduğunu anlatan Davutoğlu, buna ulaşmak için de ilkeleri, prensipleri, mekanizmalarla birlikte ve onunla zikretmek. Önemli olan, yeni anayasanın hangi temelde inşa edileceği… Bir gecekondudan değil, devletten bahsediyoruz. Hiçbir meseleyi temeli doğru olmadan tartışmamalıyız ve soğukkanlı bir şekilde ele almalıyız her meseleyi. Anayasanın da temeli insan. Bugün varız, yarın yokuz. Hiçbirimiz olmayacağız. Ne liderler geçti, uzun dönem iktidarda kalacağı düşüncesinde olan, kalmadılar. En doğru olanı konuşarak, anlaşarak, prensipleri tartışarak, ‘Sayın Erdoğan olmasın da ne olursa olsun. AK Parti’nin önüne engel çıkaralım da ne yapılırsa yapılsın, sonuç ne olursa olsun’ diyerek bir ülkeye katkıda bulunulmaz. Biz inşallah haziran seçimlerinde anayasa değişikliği yapacak güce ulaşırız. Ulaşacağız. Şu anda birinci hedefim bu. Halkın önüne çıkıp oy isteyecek kişi olarak hedefim bu. O hedefe geldiğimizde o zaman bütün bu çerçevede özgürlükçü bir anayasanın altyapısını mümkün olan en geniş mutabakatla sağlamak. Anayasa herkesin katılımıyla olursa iyidir.”

Davutoğlu, “Baskıcı, otoriter” dedikleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, başbakanlığı döneminde Uzlaşma Komisyonu’na partilerin oranına bile bakmadan, herkesin 4 temsilci vermesini istediğini dile getirerek, şunları kaydetti:

“(Ben birinci partiyim, oranıma göre şu kadar alacağım) diyebilirdi ama demedi. Anayasada otoriter bir tutum takınılmaz. Anayasada herkesin kanaati alınır ki cumhurbaşkanımız bu erdemli tavrı gösterdi. Peki muhalefet aynı erdemli tavrı gösterdi mi? Bizim başkanlıkla ilgili bütün AK Parti müktesabatında diyeyim, dogmatik bir tutumu olmadı. Yani ‘şu olsun’ diye bir şartlanmış içinde bakılmadı. 

Uzlaşma Komisyonu kurulduğunda ilk defa başkanlık teklifini bu tartışmalardan önce, bütün belgeleri getirttim. Arkadaşlar biz yeni bir parti değiliz, ‘AK Parti 2001 1 Ağustos’ta Afyon’da yapılan toplantıdan sonra üretilen bütün belgeleri bana getirin’ dedim. Hepsini okudum. Biz burada kendi geleneğimize sahibiz, bu gelenek içinden geliyoruz ve güçlü bir siyasi gelenektir AK Parti. Ben şimdi iliklerime kadar hissediyorum gittiğim her yerde. Halkla iletişim kurmak bakımından oradaki teşkilatların bağları itibarıyla Türk siyasi tarihinde AK Parti kadar organik bir parti yoktur. Kendi ilişkileriyle organik, doğallığı itibarıyla organik… Bitki anlamında, onlara kıyasen söylüyorum. Böyle bir organik yapı, iyice düşünür, tartışır, konuşur. Nitekim yaşadığı zorluklar ve tecrübeler üzerinden 2007’de parlamenter sistemi öne çıkartırken hemen sonrasında baktı ki başka çözüm yok. O kriz bizi halkın cumhurbaşkanını doğrudan seçmesini ve şimdi de seçilmiş bir cumhurbaşkanı seçilmiş başbakan noktasına getirdi. Ha şu haklı bir kaygıdır, Sayın Cumhurbaşkanımızın vurguladığı kaygı da toplumda olan da bugün keşmekeş, kaos çıkarmak için yazılmış anayasa diyeyim ve denetlemeye dayalı anayasa başka otorite elinde çok krize sebebiyet verir, Sezer-Ecevit krizinde olduğu gibi.

O zaman bunun sürdürülebilme imkanı yoksa hepimiz bunu soğukkanlılıkla tartışalım. Başkanlık sistemi de özgürlükçü olur, parlamenter sistem de olabilir ama ona önyargıyla yaklaşmadan… Sanki parlamenter sistem savunucuları Türkiye’de bu uygulanıyormuş gibi savunuyorlar. O da yok, o zaman anayasaya biz seçim beyannamemizde ve seçime giderken ısrarla ‘yeni anayasa’ diyeceğiz. Bu yetki çatışmasına yol açan anayasal çerçeveyi tartışmaya açacağız. Sonrasında da başkanlık sistemini bu bağlamda ele alacağız. Yani mesele bu anayasal sistem içinde veya özgürlükçü olmayan bir anayasal sistem içinde gücü bir kişinin elinde toplamak değil. Ne cumhurbaşkanımız bunu ister ne ben isterim ne de Türkiye’de aklı başında bir siyasi sadece kendi geleceği için bir şey tasavvur eder…”

Başkanlık sistemine ilişkin açıklamalarda bulunan Davutoğlu, sistemin ön yargı ile yaklaşılmadan tartışılması gerektiğini söyledi. Davutoğlu, muhalefet partilerine tavsiyede bulunarak, “Bir kere öncelikle ön yargılarından arınsınlar. Bu AK Parti karşıtlığı, Erdoğan karşıtlığına yönelik söylemin şu ana kadar onlara bir hayrı olmadı. Bundan sonra da olmaz. ‘Her şeyi tartışmaya hazırız’ desinler” ifadesini kullandı.

Devletlerin kuruluşunda kritik aşamalar olduğunu anlatan Davutoğlu, “Eğer Osmanlı, Fetret Devri’ni yaşamasaydı, daha sonra fethe kadar gidecek devleti inşa edemezdi. Fatih Sultan Mehmet’in kanunnameleri ve İstanbul’un fethi olmamış olsa Kanuni Sultan Süleyman dönemini, bakın yine yaklaşık 100 yıl sonraya giden temel taşları dökülmezdi. Ben, ‘Fetret’i bitiyoruz’ dedim. ‘AK Parti ile bitirdik’ dedim” değerlendirmesinde bulundu. 

“Kriz yaşamak kötü bir şey değildir, eğer krizden ders alırsanız” diyen Davutoğlu, krizin aşı gibi gelebileceğini söyledi. Davutoğlu, şunları kaydetti:

“Öksürmek, kötü bir şey değildir. Öksürmek, aynı zamanda sağlık alametidir, vücudun tepki verdiğini gösterir. Bu sistem, öksürüyor. Bunun farkında olalım. Öksürdü, çok öksürdü ama birileri dediler ki, ‘Öksürürken geçmiş dönemin başbakanları, öksürmesinler’. Yani, onlar adına cumhurbaşkanı öksürüp öksürmeyeceğine, yani Evren, Özal adına, Demirel, 28 Şubat dönemi Milli Güvenlik Kurulu, Erbakan adına… Bu yürümez. Bizim, şu anda seçilmiş başbakan ve seçilmiş cumhurbaşkanı olarak, bu uyumu Elhamdülillah koruyoruz ve korumaya da devam edeceğiz.”

“Ben, siyasete AK Parti’ye kapatma davası açıldığı gün girdim”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun eşleri ile çekilen ve basına da yansıyan fotoğrafın da bir uyuma işaret edip etmediğinin ve bu görüşmede nelerin konuşulduğunun sorulması üzerine Davutoğlu, bu görüşmenin doğal olduğunu ve medyaya yansımayan şekilde de birçok kez bir araya geldiklerini söyledi. 

Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile kendisinin ilişkisinin dün başlamadığını ve herhangi bir hesaba da dayanmadığını vurgulayarak, şöyle devam etti:

“Ben, Sayın Cumhurbaşkanımızı rahmetli babamla ziyaret ettiğimde, o zamanki ilişkimiz ne ise bugünkü ilişkimiz de odur. O zaman haksız yere zulme uğramış Medrese-i Yusufiye bir mahkum idi. Biz de onu ziyarete gelen dostlarıydık. Esas olan, ilişkilerin, makama dayalı olmamasıdır, insani ve özde ne olduğudur.

Ben, olaya böyle bakarım. Ben, İstanbul’da kitaplarını yazan bir akademisyenken ve önünde de çok kitap yazma hedefi olan birisiyken, bir telefonla hiçbir şey hesap etmeden geldiğimi en iyi Sayın Cumhurbaşkanımız bilir. 

En zor dönemlerde mesele, bir yola beraber çıkıldığında o yola, o beraberliği sürdürme iradesi ve bunun yürekten gelmesidir.”

Davutoğlu, “Ben, siyasete AK Parti’ye kapatma davası açıldığı gün girdim. Cumhurbaşkanımıza o gün söyledim. Birçok kez sizden izin istemiştim ancak bu bir savaş ilanıdır. Bu savaş ilanı, ne sizedir ne AK Parti’yedir. Bu savaş ilanı, bu ülkedeki onurlu her insanadır. ‘Bundan sonra siz neredeyseniz, ben oradayım’ dedim. Her zaman da bu sözümün arkasında oldum” diye konuştu. 

Davutoğlu, başdanışman olarak ağır ithamlarla karşılaştığını ancak hem o dönemlerde hem Dışişleri Bakanı olduğunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yanında ve önünde gördüğünü bildirdi. Bu ilişkinin mahiyetinin hiçbir zaman değişmediğinin altını çizen Davutoğlu, “Arkamda, güvendiğim insan olarak da gördüm. Onun için de aynı şey geçerli” dedi. 

Erdoğan ile herhangi bir konuda farklı kanaatleri olduğunda, bunu aralarında konuştuklarını belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Bu çocukça bir oyun muhalefetin yaptığı. Her hafta beni tahrik etmeye çalışıyorlar. ‘Başbakan kendini gösteriyor’. Başbakanlığımı görecek olan sen değilsin ki. Senin öyle bir gözün yok zaten. Başbakanlığımı görecek olan halktır.

Yaklaşık 50’nin üzerinde vilayete gittim. Sokaklarda bazen yürüyemedim muhabbetten. Diyarbakır’a çıkabilir mi? Diyarbakır’a çıkarsa İzmir’e çıkabilir mi? Ben, Diyarbakır’da da İzmir’de de o muhabbeti gördüm. Konya’da gördüğümü Rize’de gördüm. Orada da söyledim, ‘Sayın Cumhurbaşkanımız ne kadar Rizeli ise o kadar Konyalıdır. Ben de ne kadar Konyalı isem o kadar Rizeliyim’. Tüm ülke için bu böyle… Muhalefet, nefsi şeylerle bizi tahrik edeceklerini hesap ediyor. Bu ilişkinin doğasında muhabbet var.”

Söz konusu görüşmede, en çok Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın torunu Mahinur ile ilgili konuştuklarını anlatan Davutoğlu, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı eşi Sare Davutoğlu’nun zaten Erdoğan’ın torunlarının da ebesi olduğunu kaydetti.

Davutoğlu, “Bize resim çizdi ve hediye etti. Bana, üzüm salkımı çizdi. Piyano başına geçti. Siyasi boyutu olmayan görüşme oldu. 70’li yıllarda gençlik hatıralarımızı paylaştık, 12 Eylül’de gözaltına alınmalardan, gençlik hareketlerine kadar. Benim oğlum ile Sümeyye ve Esra Hanımlar da vardı. Tamamıyla bir aile sohbetiydi. Bu olağanüstü bir şey değil” diye konuştu. 

“Nerede olursa olsun Hakan Bey bulunduğu yerin hakkını verir”

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın milletvekilliği için aday olup olmayacağının sorulması üzerine Davutoğlu, Fidan’ı akademik hayattan tanıdığını belirtti.

Fidan ile TİKA, başbakan müsteşarlığı ve sonrasında MİT müsteşarlığı dönemlerinde çok yakın çalışma temposu içinde olduklarını ifade eden Davutoğlu, “Her şeyi, bu anlamda paylaştık. Ben başdanışman olduğumda Suriye-İsrail görüşmeleri sürerken yanımda Hakan Bey ile Feridun Bey vardı. Sağımda biri, solumda biri vardı. Arabuluculuk görüşmeleri Suriye ile İsrail arasında. Sayın Cumhurbaşkanımız da başbakan olarak, siyasi iradeyi temsil ederek bize yön veriyordu, ne olması gerektiği hususunu söylüyordu” diye konuştu.

Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“7 Şubat 2012’de kendisine karşı ki aslında kendisine karşı değil, başbakanımıza ve dışişleri bakanı olarak da bana karşı yapılan operasyonlarda da görüldüğü gibi dirayetiyle, çalışkanlığı, vatanseverliği, özgürlükçü tutumuyla hepimizin takdirini kazanmıştır. 

Hangi görevi alırsa da nerede bulunursa da hakkını verir, cesurdur, yiğittir, attığı adımdan da geri dönmez. Bu memlekete de daha çok hizmet edeceği alanlar olacaktır. Siyasette de olabilir, bürokraside de olabilir. Bunlarla ilgili daha değerlendireceğimiz hususlar var. Daha görüşeceğimiz, istişare edeceğimiz hususlar olur. Hakan Bey’le ilgili her konuda ve her yerde pozitif dururum.”

“Böyle kritik dönemlerde kimin hangi sınavlardan, ateşin çemberinden geçerken,  o ateşin sıcaklığını sizinle birlikte hissedenleri de hissedersiniz; ateşin sıcaklığını hissetmemek için soğuk diyarlara kaçanları da hissedersiniz” diyen Davutoğlu, şunları kaydetti:

“Biz, ateşin çemberinden geçerken yanımızda duranları hiçbir zaman terk etmeyiz. Ateşin çemberinden geçme süreci daha bitmedi. Allah, hepimize güç ve kuvvet versin. Bizim için bu bir siyasi ilke meselesidir. Bizim daha bu coğrafyada yaşadığımız zaman karşı karşıya kalacağımız tehlikeler olur, avantajlar da olur. Burada önemli olan dava ahlakı, irade ve basirettir. Hakan Fidan da bu konuda güvendiğim arkadaşlarımdan biridir. İstişarelerimizi yaparız, birlikte en doğru kararı alırız. Nerede olursa olsun Hakan Bey, bulunduğu yerin hakkını verir.”

HDP’nin seçim senaryoları, barajı geçip geçemeyeceği ve çözüm sürecine ilişkin tutumunun sorulması üzerine Davutoğlu, “Sandık hiçbir hesaba gelmez. Sandık söz konusu oldu mu önceden plan yapanlar genellikle yanılırlar. O bakımdan ne olacağını hep beraber göreceğiz” ifadesini kullandı.

HDP’nin aldığı kararın sonucuna katlanması gerektiğini belirten Davutoğlu, şöyle konuştu:

“Bunu baştan söylemek lazım. Yani oyunun kuralları belli. Siz bu kurallarla seçime giriyorsunuz, oyuna giriyorsunuz. Başarılı olursanız, yani yüzde 10’u geçerseniz çok önemli bir başarıyla… Bu şartlarda HDP tabi kendi kararını alır. Ama etik olarak şunu yapmaması lazım. ‘Ben burada başarılı olursam aliyyül ala milletvekilim 50’ye, 60’a, 70’e, neyse çıkar. Türkiye’de kritik oyuncu olurum’. Bu sonuç tamam başarırsın olur, biz de saygı duyarız. Ama o sonuca saygı duyduğun gibi başaramadığın takdirde çıkacak aynı sonuca da saygıyı göstermen lazım. Hayat risklerden ibaret. Risk alan tabir caizse ben hoşlanmam kumardan, büyük oynayan, büyük kazanları, kayıpları göze almış demektir. Bir meşruiyet tartışmasının buradan çıkmaması lazım.”

 Davutoğlu, HDP’nin samimi olması, seçim sonunda temsil ve meşruiyet tartışması yapmaması gerektiğini anlatarak, “Hesaplarını yapsınlar, kitaplarını yapsınlar ve ona göre de kararlarını alsınlar. Biz her şartta oyunun bu kuralları içinde mücadele etmeye hazırız. Eğer geçen sene daraltılmış bölge, dar bölge gibi teklifleri kabul etmişler de baraj ortadan kalkmış olsaydı o şartlara da hazır olurduk. Yani AK Parti’nin herhangi bir senaryoda hazırsızlığı yok.

Çözüm sürecini HDP’nin performansına bağlamak doğru değil. Neden? Çünkü çözüm süreci bir seçimlik süreç değil. Bir partinin de iradesinde olan süreç değil. Doğu, Güneydoğu Anadolu’da ülkenin her yerinde sadece HDP yok, sadece AK Parti de yok. Bütün bir milletin sahiplendiği bir süreç. Bana bir şeyler geliyor, anketler. Milletin çözüm sürecine desteği hem sürüyor hem artıyor. Çünkü herkes çözüm sürecinin getirdiği barış ortamından memnun. 6-7 Ekim olaylarında 3 günlük bir şiddet olayının neye mal olduğunu herkes gördü. Dolayısıyla şimdi çözüm sürecini kendi doğası içinde yürütmek gerekir. Seçimi kendi doğası içinde yapmak gerekir.” 

“Mızıkçılık yapmamaları lazım”

HDP’nin önünde üç yol bulunduğunu belirten Davutoğlu, “Ya bağımsız olarak yine girerler, o kendi bilecekleri. Ya parti olarak girer yüzde 10’u geçerler, yüzde 10’u geçmeleri halinde MHP gibi, CHP gibi siyasi bizim muhatabımızdır, oturur konuşuruz. Demin söylediğim anayasa konusu dahil olmak üzere. Bütün partilerle konuştuğumuz gibi onlarla da konuşuruz. Ya da o zaman giremezler, mızıkçılık yapmamaları lazım” diye konuştu.

“O zaman Ankara’da siyaset yapma imkanları kalmayacak, parlamentoda. Ciddi bir darbe anlamına gelmez mi” sorusuna Davutoğlu, şu yanıtı verdi:

“O zaman bu hesabı şimdiden yapacaklar. Nihayet o hesabı onlar adına biz yapamayız. Bu hesabı yapacaklar. Ama siyasette aldığınız bir risk sonucu giremediğiniz diye çözüm sürecini yok etmeye kalkarsanız veya bunu tehdit, şantaj aracı gibi görürseniz çözüm sürecini anlamamışsınız demektir. Yani çözüm süreci AK Parti’nin performansına bağlı bir şey değil. Olur ya bizim oylarımız düşse çözüm sürecinden vaz mı geçeceğiz? Hadi olur ya diyeyim bu sefer oylarımız yüzde 60’a, 70’e çıksa tek başımıza çok ciddi bir anayasal çoğunluğa sahip olsak, çözüm sürecine ihtiyaç yok, artık millet benim arkamda mı diyeceğiz. Hayır. Çözüm süreci önce ilkesel bir meseledir, demokratikleşme meselesidir. Türkiye’de herkesin kendi anadili, özgür vatandaşlık haklarını kullanmasıyla ilgili bir meseledir ve milli birliği sağlayan bir meseledir. Dolayısıyla bugünlerde de çözüm süreciyle ilgili olumlu işaretler var. Gayet güzel seyrediyor birçok gelişme. Ve önümüzdeki dönem bizim beklentimiz, iki yıl önce, 2013 nevruzda ilan edilen hani silahsızlanma, silahları bırakmaya dayalı ve siyasi mücadeleye dayalı süreçte daha somut adımlar bekliyoruz. Onu hep beraber göreceğiz, çalışılıyor.”

HDP heyetinin İmralı’ya gidişine de değerlendiren Davutoğlu, görüşmelerin devam ettiğini, seçime gidilirken silahlı yöntemlerin reddedilmesi gerekliğini kaydetti.

“Bizim beklentimiz tam da seçime gidilirken, ülkede de tam da olumlu bir atmosfer varken net olarak silahlı yöntemlerin hepsini reddeden bir tavrın alınması. Ve silahın bırakıldığı, tehdit veya şiddet ortamının olmadığı bir döneme geçilmesi” diyen Davutoğlu, şunları söyledi:

“Bu sadece sıradan bir eylemsizlik, ertelenen bir eylem ortamı değil silahlı bir yöntemden tümüyle vazgeçmeye yönelik bir çağrı. Birçok sürecin önünü açar. Üzerinde çalışılması gereken de budur. Bu olduğunda siyasal mücadele ortamına girildiğinde aslında o zaman o ortamda düşünüldüğünden de cazibe merkezi olabilir her parti. Yani HDP’nin böyle bir niyeti varsa yüzde 10’u geçme niyeti, tabi onlara akıl verecek değilim ama şiddet ortamını teşvik etmek yerine en barışçıl yöntemleri öne çıkarması lazım ki kendi dar kalıpları aşıp başka unsurlara hitap edebilsin.” 

Bölgesel Meclis konusunu da değerlendiren Davutoğlu, şöyle konuştu:

“Türkiye’de hukuk düzeni dışına çıkılmasına izim vermeyiz. Kamu düzeni derken ben nevi hukukun içinde herkesin barış ortamında yaşayabildiği bir ortamdan bahsediyorum. Öyle bir defakto yani Türkiye Irak da değil, Suriye de değil, Ukrayna da değil. Kimse Türkiye’yi bir şeye sürükleyebileceğini düşünmesin. HDP’nin de bunu düşündüğünü sanmıyorum. Onlar da görüyorlar orada yaşananların nelere yol açabileceğini. Ama bu senaryolar ola ki dışarıdan birileri yapıyordur, birilerini maşa, piyon olarak kullanmaya kalkışabilir. Orada da HDP’nin kendisini ikna ettiği gibi Türkiye’nin her yerine hitap eden bir siyasi parti olarak görmesi ve öyle niyetlere önce onların set çekmesi gerekir. Onlar set çekmeyi bilmezlerse biz set çekmeyi biliriz. Onların set çekmesi Türkiye’de demokratikleşmeye katkı olur.”

“Kişisel olarak HDP’nin parlamento dışı muhalefetinden daha çok parlamento içi muhalefetini desteklemez misiniz” sorusu üzerine Davutoğlu, “Tabi, HDP ile MHP’nin yan yana oturması beni çok heyecanlandırmıştı” yorumunu yaptı.

Kürtçe’yi hiçbir zaman yabancı bir dil olarak görmediğini, Türkiye’de yaşayanların Kuvva-i Milliye ruhundan kopmadığını dile getiren Davutoğlu, Yörük Türkmen ve Oğuz boyundan olduğunu, 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları bir Türk ve insan olarak benimsemesinin mümkün olmadığını söyledi.

Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Çözüm süreci önemli. HDP’nin de Meclis’te olasından ben rahatsız olmadım. Hani onlarla Meclis’te siyaset konuşmak, Meclis içinde müzakere etmek, tartışmak o çatı altında en doğru olandır. Orada tartışılmalı her şey, ortak kaderimiz orada tartışılmalı. Bu milletin gençleri dağlarda karşılaşmamalı, sokaklarda molotofkokteyli atan birileri ile onu durdurmaya çalışan güvenlik görevlisi olarak karşılaşmamalı. Halaylarda el ele, omuz omuza durmalı. Bunun samimiyetle gerçekleşmesine inanmasam bu görevi yürütmem. Bu gerçekleşir. Oturalım rahat konuşalım. İç güvenlik raporuna karşı çıkabilirsin. Getirin tartışalım ama sokağa çağrı yaparsanız, bunu Kılıçdaroğlu için söylüyorum. Anamuhalefetin lideri yapmaması gerekir, MHP’nin yapmaması gerekir. Getirsinler bana ‘şu hüküm, şu teklif Avrupa’da hiçbir ülkede olmayan gayri antidemokratik tekliftir’ desinler tekrar değerlendirmeye hazırım. Çünkü onların hepsini ben okudum, virgülüne kadar okudum.”

“Sokağa çağrıda bulunmayın”

“Muhalefet, bu işi, ‘sapan taşıyan 2 yıl, silah taşıyan 1 yıla’ indirgeyip tartışıyor” denilmesi üzerine Davutoğlu, “Bu sapan denilen şey, keskin veya sert maddeleri daha uzun hedefe, şiddet maksadıyla ve muhatabını öldürecek, yaralayabilecek bir alet. Bu, çocuk sapanı değil. Aynı şekilde molotofkokteyli… Kılıçdaroğlu hiç gördü mü molotofkokteyli sebebiyle otobüste yanan genç kızımızın veya polisimizin yüzünü? Ve bunu savunuyor. Molotofkokteyli savunan bir anamuhalefet partisi lideri olur mu?” değerlendirmesinde bulundu.

Muhalefetten, düzenlemenin “Avrupa standartlarına aykırı” kısımlarını söylemelerini isteyen Davutoğlu, “Meclis’te söyleyin, cevabınızı alın, yine beğenmiyorsanız ‘hayır’ deyin. Ama sokağa çağrıda bulunmayın. Meclis’te olması gerekeni sokağa ç

HABERİ PAYLAŞ
ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X