Irak’ta artan ABD-İran gerilimiyle birlikte, ABD tarafı iki askeri üssüne Patriot füze savunma sistemlerini konuşlandırmaya başladı. Bu hareketliliğin yanı sıra, ABD ordusunun bölgede yeni bir konuşlanma şekli aldığını gösteren gelişmeler de ortaya çıktı. ABD’nin Irak’taki askeri birliklerini iki büyük üste toplama çabalarıyla yeni bir askeri nakil hareketliliği yaşandı. Bu sırada ABD ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) “Native Fury 20” adlı ortak bir askeri tatbikat düzenledi. Bunun yanı sıra, Pentagon’un Ketaib Hizbullah ile alakalı yeni saldırı senaryosu çalıştığı iddia edildi ve USS Bataan amfibi savaş gemisi Hürmüz boğazından geçiş yaparak Basra körfezine geri döndü.
ABD ordusu, Irak’ta güçlerini iki büyük üsse toplayarak “defansif” bir pozisyon alırken, Körfez’de İran’a doğrudan karşılık verebilecek “agresif” bir pozisyona yönelmiş durumda.
Bu askeri gelişmeler ışığında, yeni hareketlilik sürecini anlamak için bazı soruları sormak elzem hale geldi: Öncelikle, iddia edildiği gibi, ABD, Ketaib Hizbullah başta olmak üzere İran destekli milis yapılanmalara yönelik bir saldırı hazırlığı mı yapıyor? Yoksa ABD bu önlemlerle daha uzun vadeli bir askeri-siyasi strateji mi izliyor? Yeni ABD stratejisi Irak ile sınırlı mı kalacak, yoksa daha geniş bir alana yayılmak üzere mi planlandı? Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) kriziyle mücadele eden ABD ve İran’ın, birbirlerini bu krizden ötürü kırılgan olarak var sayması, yanlış değerlendirmelere ve doğrudan çatışmaya yol açabilir mi? Son olarak, halihazırda tanık olduğumuz durum, tarafların askeri-stratejik pozisyonlarında ne gibi süreklilik ve değişimleri yansıtıyor?
ABD uyguladığı ağır yaptırımlar ve stratejik kuşatmayla İran ekonomisini çöküş noktasına getirmişken, bu aşamada yüksek maliyetli ve riskli askeri seçeneklere başvurmak istemiyor, gözüküyor.
İran’ın stratejisi
İran “Irak milliyetçiliğini ve direniş ruhunu” çağrıştıran isimler altında yeni milis grupları örgütlüyor. Zira İran, Irak’ta yükselen muhalif Şii kuşağı bastırmak için öldürmeye varacak seviyede güç kullanan milis yapılanmaların Irak halkı nezdinde imaj kaybına uğradığını biliyor. Ayrıca İran desteklediği yapılanmaları ABD’nin misilleme saldırılarından korumayı da amaçlıyor. Bu doğrultuda, Ketaib Hizbullah gibi Devrim Muhafızları’yla bağlantısı bilinen örgütler yerine, yeni milis grupların ABD’ye yapılan saldırıları üstlenmesi planlanmıştır. İki ABD askerinin ölümüyle sonuçlanan ve Ketaib Hizbullah operasyonlarının izini taşıyan Taci askeri üssü saldırısını Usbet us-Sairin isimli “yeni” bir milis grubun üstlenmesi bunun en bariz örneğidir. Arapçada “Devrimciler Birliği” anlamına gelen Usbet us-Sairin örgütüne “direnişçi hücre” süsü verilerek Iraklıların ABD’ye karşı ayaklandığı imajı oluşturulmak istenmektedir.
İran’ın stratejisinin ikinci ayağı, ABD’yi sert bir karşılık verme durumunda bırakmaktır. Başka bir deyişle, ABD askeri personelini ve Irak içinde faaliyet gösteren ABD menşeli şirketleri ve sivilleri doğrudan hedef alan milisler, ABD’yi geniş çaplı bir askeri operasyona zorluyor. Bu tür operasyonlar, milislerin yanı sıra, Irak güvenlik güçlerinin ve sivillerin de “istenmeyen zayiatına” yol açabilecektir. Böylesi bir durum, 2003 ABD işgalinin kötü hatırasını tekrar toplumun kolektif bilincine taşıyarak, halkın tepkisini tetikleyebilir. Bu durum ayrıca Iraklı siyasiler, askerler ve de Bağdat hükümetini ABD’ye karşı pozisyon almaya itebilir. ABD ordusunun 3 Ocak’ta düzenlediği Kasım Süleymani ve Mehdi el-Mühendis suikastı sonrasında oluşan gergin atmosferde, 250 bin Iraklının ABD’yi protesto ederek ülkeyi terk etmesini istemesi ve Amerikan güçlerinin Irak’tan çekilmesine dair kararın meclisten geçmesi, söz konusu tepkisel dinamiklerin tekrar devreye girebileceğini gösteriyor.
İran’ın stratejisinin üçüncü ayağı ise yıpratma savaşı. ABD ordusunun bu yıpratma savaşında karşı tarafı tamamen saf dışı bırakması neredeyse imkânsız. Zira devletin tüm kurumlarına sızmış ve ülke genelinde geniş bir ağ kurmuş olan milis yapılanmalara karşı, ABD’nin “nihai bir çözüme” başvuramayacağı açık. Hatırlanabileceği gibi, koalisyon güçlerinin Irak işgalinin ardından sahada 380 bin askeri personeli konuşlandırmasına rağmen, ABD ordusu Birinci Felluce Muharebesi’nde başarısız olmuş ve çarpışmalarda 600 sivil öldürülmüştü. Ayrıca ABD her ne kadar sofistike silahlara sahip olsa da sahadaki askeri dengenin milislerin lehine olduğu söylenebilir. Örneğin İran’a bağlı milisler, düşük maliyeti ve etkin ateş kapasitesiyle bilinen Katyuşa roketatarlarını dakikalar içinde ateşlenmeye hazır duruma getirebilir. Buna karşın ABD, roketli saldırılara karşı üslerini korumak için, kurulumu uzun süren, sayısı sınırlı ve yüksek maliyetli Patriot hava savunma sistemleri gibi önlemler almak zorundadır.
ABD’nin stratejisi
İran’ın Irak’ta ismi duyulmamış yeni örgütler kurarak “sorumluluktan kaçınma” taktiğine karşı, Trump yönetimi “Iraklı milislerin ABD güçlerine yönelik düzenleyecekleri saldırılardan Tahran’ın sorumlu olacağının” altını defalarca çizmiştir. Usbet us-Sairin ve diğer “direniş güçlerinin” eylemlerinin İran’a mal edilmesiyse, sadece ABD’ye ait ikna edici ve gerçeklik değeri olan istihbarî bilgilerin kamuoyuyla paylaşılması durumunda mümkün olacaktır.
ABD’nin ikinci önlemi, kara unsurlarının savunma kabiliyetlerini güçlendirerek ağır kayıplar vermeyi engellemek ve dolayısıyla sert bir askeri karşılık vermekten kaçınmaktır. Bu doğrultuda, 7 askeri üssü tahliye ederek bu üslerde bulunan askerlerini daha büyük üsler olan Ayn el-Esed ve Harir askeri hava üssüne konuşlandırmakta ve söz konusu üsleri hava savunma sistemleriyle korumaya almaya çalışmaktadır. Uzun menzilli füzelere karşı Patriot ve orta menzilli roket saldırılarına karşı C-RAM bataryalarının kurulması, milislerin roket saldırılarını tamamen engellemeyecektir. Ancak bu roketlerin önemli bir kısmını hedefe ulaşmadan imha edebilecektir. Söz konusu hava savunma sistemlerinin ABD güçlerine koruma şemsiyesi sağlaması ve özellikle Ayn el-Esed üssünün konumu gibi faktörler sayesinde, ABD 43. meridyenin (Ramadi yakınları) batısına geçişlerin önüne set çekebilecek ve milis güçlerin Suriye’yle bağlantılarını kesebilecektir.
ABD’nin stratejisinin üçüncü ayağı ise milis yapılanmaların etkinliğini, saldırılarını ve bölgedeki gücünü düşürmek ve dolayısıyla bu örgütlerin yıpratma savaşı kapasitesini minimize etmektir. Çok sayıda zayiatla sonuçlanabilecek operasyonlardan kaçınan ABD ordusunun, önde gelen milis güçlerin komutanlarına yönelik suikast düzenlemesi muhtemeldir. Bu bakımdan, İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve İran destekli milislerin fiili komutanı Ebu Mehdi el-Mühendis’in saf dışı bırakılmasının sonuçlarının altını çizmek gerekir: Bu suikast sonrasında Kudüs Gücü’nün operasyonel kapasitesi düşüşe geçmiş ve İran destekli bu askeri-siyasi yapılanmaların etkinliği azalmaya başlamıştır. ABD’nin “hedef gözeterek öldürme” tehdidi, söz konusu örgütlerin bazı ihtiyati önlemler almasına neden olmuştur. El Kuds’ül Arabi gazetesi, milislerin mensuplarını farklı noktalara dağıttığını, tanklar gibi ağır silahlarını kamufle ettiğini ve sivil görünümlü araçlar kullanmaya başladığını aktarmıştır. Ayrıca aynı gazetenin üst düzey Iraklı bir askeri istihbarat kaynağına dayandırdığı bilgilere göre, “bazı milislerin üslerinden çekildiği ve örgüt komutanlarının milislerini kontrol noktalarından geri çektiği” iddia edilmektedir. Bunun yanında, örgüt komutanlarının telefon hatlarını dahi değiştirdiği de farklı kaynaklar tarafından ileri sürülmüştür.
Sonuç
Irak sahası her iki taraf için de kritik seviyede stratejik bir öneme sahip. İran Irak’taki askeri-siyasi etkinliğini sürdürmek ve Lübnan’a uzanan kara bağlantısını güvenceye almak isterken ABD ise milis örgütleri Suriye’ye ulaştıran güzergahı kontrol altına almak istiyor.
ABD bir yandan Irak’taki birçok üsten çekilmekte, Ayn el-Esed ve Harir üslerinde güçlerini toplamakta ve potansiyel zayiatını minimize etmeye çalışmaktadır. Diğer yandan Basra körfezi, Arap denizi ve Hint okyanusundaki deniz ve hava unsurları için de muharebe protokollerini uygulamaya başlamıştır. Başka bir deyişle, ABD ordusu Irak’ta “defansif” bir pozisyon alırken, Körfez’de İran’a doğrudan karşılık verebilecek “agresif” bir pozisyon alıyor.
Tarafların sahadaki askeri varlığı dikkate alınırsa, ABD’nin Irak’ta genişletilmiş bir askeri çatışmaya girmek istemediği anlaşılıyor. Dolayısıyla ABD’nin Irak’taki ana stratejisi “başarılı geri çekilme” stratejisidir.
ABD uyguladığı ağır yaptırımlar ve stratejik kuşatmayla İran ekonomisini çöküş noktasına getirmişken, bu aşamada yüksek maliyetli ve riskli askeri seçeneklere başvurmak istemiyor. Bununla birlikte, Kovid-19 krizi nedeniyle tarafların birbirini “kırılgan” şeklinde tanımlamasının, siyasi ve askeri karar alıcıların yanlış hesaplar yapmasına sebep olması ihtimalini de gözden kaçırmamak gerekiyor.
[Hâdi Khodabandeh Loui İran Araştırmaları Merkezi’nde (İRAM) Güvenlik Çalışmaları Koordinatörü olarak görev yapmaktadır]