İnan, yazısında şu ifadeleri kullandı:
“Zulmeden dindardan daha kötüsü
zalim ‘bizdendir’ diye susan dindardır”
Ali Şeriati
Sakın meraka kapılmayın.
Son dönemde ülkede yaşanan olaylardan söz etmeyeceğim. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın başlattığı ve tozu dumana kattığı ortamı da içermiyor.
İstanbul’un seçilmiş belediye başkanının yargı marifetiyle cezaevine atılması da olmayacak. Keşke aynı yargı geriye gidebildiği 25-30 hatta daha uzun bir dönemi ele alıp, tüm belediyeler soruşturulabilse. Cumhurbaşkanı’nın deyimiyle silkelenir mi diye de sormayacağım.
İyi biliyorum ki işlemez!…
Ama bu yazıyı okuyunca belki bazılarınız sorar diye tahmin ediyorum.
Tarihte yaşanmış bir olayın hikâyesini anlatacağım.
Günümüz Avrupa ülkelerinin, hatta diğer dünya ülkeleri arasında en gelişmiş ülke kabul edilen İsviçre’de yaşanan bir ibret hikâyesi.
Bu iyiyle kötünün,
Dürüstlükle yalanın,
Güç ile bilginin,
Sertlikle hoşgörünün ve asıl;
Vicdanla zorbalığın mücadelesi.
Eşsiz bir edebiyatçıdır Stefan Zweig. Okumaya doymadığım bir yazar.
Almanya’da Nazilerin iktidarda olduğu 1936’da İngiltere’ye sürgüne gitmek zorunda kaldı. Londra’da, Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castellio Calvin’e adlı muhteşem kitabını yazdı. Diğer okumalarıma göre 235 sayfa olmasına rağmen, bu kitabı bitirmem uzun sürdü. Cenevre’de 1536’da başlayan hikâyeyi yavaş okuyarak sindirebildim.
Stefan Zweig’ın Vicdan Zorbalığa Karşı kitabı tarihi değeri tartışmasız, en etkili vicdan özgürlüğü savunmalarından birini konu etti.
“21 Mayıs 1536’da Cenevre halkı fanfarların çağrısıyla halk meydanında törensel bir biçimde toplanır ve bundan böyle sadece İncil’in ve Tanrı’nın sözüne göre yaşamak istediğini, el kaldırmak suretiyle oy birliğiyle açıklar. İsviçre’de, bu bir zamanki piskoposluk başkentinde, en eski demokratik uygulama olarak bugün hâlâ başvurulan referandum yoluyla dini, şehir ve devlet dini, tek geçerli ve caiz inanç olarak kabul edilir.”
Bu referandum sonrası Katolik inancını geriletmekle yetinmeyecek, birkaç yıl içinde kökü kazınacaktır. Eski yıkılmış, yerine ‘yeni’ konacaktır. Eskiyi yıkmak için canhıraş uğraşan, halkı tahrik edip öncülük eden Farel, eskiyi yıkmıştır ama yeni olarak ne koyacağını bilmez.
Cenevre’de yeni bir düzen kurmak gerektiği anda, Farel tümüyle yetersiz kalmıştır; bütün yaptığı yıkıcı zihniyetiyle yeni düzen için alanı boşaltmaktan ibarettir. “Oysa bir sokak ihtilalcisi ortaya asla akıllı ve yapıcı işler koyamaz. Yıkıp yerle bir etmekle görevi bitmiştir, yenisini inşa etmek için bir başkası çıkmalıdır ortaya.”
Çok beklemesine gerek kalmaz.
Tarihe adını en gaddar zorba olarak yazdıracak olan kişi Fransa’dan gelmiştir Cenevre’ye.
Bu Jean Calvin’dir.
Aslında Savoie’den geçerken günü birliğine uğradığı Cenevre, onun için büyük bir şans olacaktır. Bunu haber alan Farel, fikrini almak ve yeniden inşa etmek konusunda yardımcı olmasını rica etmek üzere kaldığı hana ziyaretine gider. Jean Calvin, 26 yaşında olmasına, Farel’den en az yirmi yaş genç olmasına rağmen daha şimdiden tartışmasız biçimde bir otorite sayılmaktadır.
Bu ziyarette Farel, Calvin’den Cenevre’nin ruhani liderliğini üstlenmesini ve üstün gücüyle, kendisinin yetersiz kaldığı Reform Hareketi’nin tamamlanması için destek ister. Lakin Calvin, şehir meclisinin ona uygun gördüğü ruhani liderlikle sıradan, küçük bir maaşla herhangi bir memurdan farksız bir konumla yetinecek biri değildir.
Calvin, şeytani bir ciddiyet, en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş, muazzam bir sistematikle Cenevre’de yeryüzündeki ilk Tanrı şehrini yaratmak üzere cesur planını uygulamaya başlar.
Bütün dünyaya yayılacağı hakiki bir yeni Kudüs yaratmak hayali olacaktır.
Bu dindar despot istekleri, uygulamaları ve dayanılmaz aşırı talepleriyle insanların hayatlarını doğru biçimde yaşamalarından başka bir şey istemediğini sanmaktadır. Tanrı’nın iradesine ve kurallarına uygun bir biçimde… Lakin Tanrı’nın iradesinin aslında ne olduğu nasıl anlaşılacaktır?
Bu soruyu “İncil’de, diye yanıtlar Calvin. Zweig, “Bütün diktatörlükler bir fikirle yola çıkar. Lakin her fikir, biçimini ve rengini onu gerçekleştiren insandan alır” diyor bu bölüme ışık tutmak için.
“Ne denli nursuz, neşesiz, ne denli yalnız ve itici bir yüzdür Calvin’in çehresi!”
Böyle tasvir ediyor Zweig, kendi fikirlerinden başka her fikri ezip yok etmek, her şeyi gözünü kırpmadan yapacak olan Calvin’i…
Kısa zamanda çeşitli kurnazlıklarla şehrin tüm yönetimini eline alır. Tek yetkili kendisidir.
Yasaklar başlar bir bir…
Kızların on beşinden önce ipekli, o yaştan sonra da kadife elbiseler giymeleri yasaktır, altının ve mücevherin her türlüsü yasaktır.
Erkeklere, uzun bırakılmış; kadınlara, kabartılmış, kıvrılmış saçlar yasaktır. Yirmi kişiden daha fazla aile şenlikleri, memleketin kırmızı şarabı dışında şarap içmek, yerli halk için lokantaya gitmeyi de içeren uzun bir yasak listesi yayınlar.
“Yasak, yasak, yasak; korku verici bir ritim… ve insan hayret içinde bunca yasaktan sonra Cenevre halkına izin verilmiş ne kalır ki, diye sorabilir.
Fazla bir şey kalmaz.
İcazet verilen şeyler yaşamak, ölmek, çalışmak, itaat etmek ve kiliseye gitmektir.”
Cumhuriyetçi bir şehir, diktaya dönüşmüştür.
Olay Medya İcra Kurulu Başkanı Mehmet Ali İnan’ın yazısının tamamı için tıklayın…