Talebeleri onun sarıktan perdesinin önünde oturmuş neler söyleyeceğini merakla dinliyordu.
Şeyh Küşteri şöyle devam etti:
– Bu yanan ışık ise ruhtur. İnsanlar içlerinde bu ruh olduğu müddetçe bu dünyada gezerler.
Mumu üfledi ve devam etti:
– İşte ışık sönünce ruh da kaybolur ceset de. Yalnız perde yani dünya kalır.
Karagöz oyununun piri olarak kabul edilen Şeyh Küşteri’nin hikayesine geçmeden önce Osmanlı Devleti’nin ikinci padişahı Orhan Bey zamanına, kendi adına yaptırdığı Orhan Bey Camii’nin inşaatına gidelim.
Orhan Gazi zamanın payitahtı Bursa’da adına bir cami yapılmasını emretti. Ustabaşılığı da Hacı İvaz Ağa adlı mimara verdi. İnşaat hemen başladı. İşçiler harıl harıl çalışıyordu. İçlerinde ismi Karagöz bir de demirci ustası vardı. Onun işi taşları birbirine bağlayan kenet demirlerini yapmaktı. İlk günlerde diğerleriyle birlikte sessiz sedasız çalışıyordu. Fakat işçilerle dostluğu ilerlettikçe tuhaf konuşmalarla, şakalarla onları güldürmeye başladı. Birkaç gün sonra ustabaşı Hacı İvaz (Hacivat) Ağa ile de ahbap oldu. Hacivat da Karagöz gibi hoşsohbetti ama aynı zamanda okumuş ve mutasavvıf bir adamdı. Karagöz Hacivat’ın hoşuna gitti. Onu yanından hiç ayırmaz oldu. Artık Hacivat ile Karagöz her gün karşı karşıya oturuyor, şakalarla, esprlerle dolu bir konuşmaya başlıyorlardı.
Karagöz lafı hep ters anlıyor, soruların yanıtını komik hale sokuyor, bunu da halkın sade diliyle yapıyordu. Hacivat ise okumuş olduğundan zamanın kibar sınıfının konuştuğu Arapça ve Farsça ile karışık dilden laf açıyor, Karagöz’ü söyletmekten keyif alıyordu.
Orhan Camii’nin inşaatında çalışan işçiler, işi gücü bırakıp bütün gün bu ikisinin atışmalarını eğlenerek izliyordu.
Cami inşatı bir türlü ilerlemiyordu
Bir gün Orhan Gazi adamlarına sordu:
– Bizim cami ne durumda inşaat ilerliyor mu?
Adamları padişaha inşaatın yerinde saydığını söylediler. Orhan Gazi hayret ederek kalktı inşaatın başına geldi. Bir de ne görsün; cami daha temelinden iki karış bile yukarı çıkmamış. Ortalıkta da ne işçi var ne mimar.
Biraz ilerden ise kahkahalar yükseliyor. Hemen o yana doğru gitti, ortada kara sakallı, esmer, kaba saba bir adam, karşısında da ustabaşı sivri sakallı, ince yapılı Hacı İvaz Ağa. İkisi laf yarıştırıyor, etraflarına toplanan işçiler de onları kahkahalar atarak seyrediyor. Orhan Gazi hemen Hacı İvaz Ağa’yı yanına çağırdı;
– Ben caminin inşaasını emredeli çok zaman oldu. Bu bina hala temelden yukarı çıkmamış. Bunun sebebi ne ola?
Hacı İvaz Ağa yanıt veremedi, sustu. Bu suskunluk, az önce gördüğü manzara ve inşaatın durumu karşısında Orhan Gazi gazaba geldi kısa bir değerlendirmeden sonra emir verdi;
– Demirci Karagöz ustanın kellesini vurun…
Aradan günler aylar geçti. Artık caminin inşaatı hızla ilerliyordu ama Orhan Gazi’nin vicdanı verdiği karardan ötürü rahatsızdı. Nüktedan Karagöz’ün idamı sadece inşaatta çalışan işçileri değil halkı da üzmüş, gönüllere bir kırgınlık vermişti.
Orhan Gazi, Karagöz’ün idamını emrettiği gün görevden kovduğu Hacivat’ı arattı. Hacivat padişahın kendi boynunu da vurduracağından korkup hacca gitmiş ama hac yolunda yolunu kesen eşkıya tarafından katledilmişti. Bu haber Orhan Gazi’yi bir defa daha üzdü. Artık adaletsiz bir karar verdiğine inanıyor ve bunun telafisi için yollar arıyordu. Kendisine Şeyh Küşteri adında bir zatın Karagöz ile Hacivat’ın çok iyi dostu olduğunu ve onların bütün muhaverelerini bildiğini söylediler.
Şeyh Küşteri ilk Karagöz perdesini Orhan Gazi için kurdu
Orhan Gazi adamlarından Şeyh Küşteri’yi bulup derhal karşısına getirmelerini istedi. Emri ikiletmeden hemen Şeyh Küşteri’yi padişahın huzuruna çıkardılar. Orhan Gazi, “Siz Karagöz’le Hacivat’ı tanıyor musunuz?” diye sordu, Şeyh Küşteri, “evet” dedi. Orhan Gazi, kendisine onların hallerini anlatmasını istedi, Şeyh Küşteri biraz düşündükten sonra, “İzin verin ben size onların hayallerini bir ata oyunuyla canlandırayım” dedi ve hemen oracıkta Karagöz perdesini kuruverdi.
Padişahın adamlarının gerdiği tülbentin arkasına geçti, kül ile zeytinyağını karıştırıp bir meşale yaptı, sonra ayağındaki sivri uçlu çedik pabuçlarını çıkardı. Sağ papucunu Karagöz, sol papucunu da Haccivat farzederek ikisinin gölgesini karşı karşıya perdeye düşürdü.
Alim ve mutasavvıf Şeyh Küşteri bir gazel okuduktan sonra Hacivat’ın ağzından konuştu:
– Huzur-u haziran, cemiyet-i irfan, vakt-ı safa’yı meydan; la’indir, bi-dindir, münafıktır şeytan; şeytanın dinsizliğine, Rahman’ın birliğine, beni temaşaya tenezzül buyuran devletlü hünkarım efendimin sağlığına…
Derken Karagöz çıktı perdeye ve karşılıklı atışma başladı:
– Hoş geldin Hacivat!
– Bir yar-ı kafadar olsa, ben söylesem o dinlese, o söylese ben dinlesem…
Şeyh Küşteri kah iki papucu birbirine vurup onları kavga ettirdi, kah konuşturdu, söyletti. Biri halk dilinden diğeri Osmanlı dilinden, Arapça ve Farsça ile konuştular. Karagöz Hacivat’ın sözlerini anlamıyor, ona ters ters yanıtlar veriyordu. Karşılıklı atışma bsöylece devam etti.
Orhan Gazi hoşuna giden bu oyunun her zaman oynanmasını emretti. Şeyh Küşteri bundan sonraki oyunlarda deve derisinden Karagöz ve Haciveat tasvirleri yaptı ve hayali oyunlarına böylece devam etti.
Şeyh Küşteri için perde dünya demekti
Gelelim Şeyh Küşteri’ye!
Bursa’nın manevi şahısları arasında özel bir yeri olan Şeyh Küşteri, Horasan’da doğdu ve Bursa’ya gelmeden önce İran’ın Küşter şehrinde yaşadı. Bursa’da bir zaviye kurarak etrafına topladığı talebelerine tasavvuf dersleri verdi. Yukarda anlatılan hikayeyi kuvvetli bir rivayet kabul edin.
Ancak eski kaynaklarda Şeyh Kuşteri’nin Karagöz oynattığına dair bir kesin kanıta rastlanmıyor. Ama bir perdeden bahsediliyor ki Şeyh Küşteri o perdeyi ‘dünya’ olarak yorumluyor.
Karagöz Evi Müzesi ve Karagöz Anıtı
Gölge oyununun öncüsü kabul edilen Şeyh Küşteri, Karagöz ve Hacivat’ın hatıraları, Bursa’da sembolleştirilmiştir.
Bursa’nın en eski kabristanı olan Çekirge Caddesi’ndeki Yoğurtlu Baba Dergahı’nda bulunduğu düşünülen kabir, 1950 yılında anıt mezara dönüştürülmüştür.
Beton, geniş platform üzerindeki sembolik bir perdeye Karagöz ve Hacivat’ın çiniden rölyef heykelleri yaptırılmıştır.
Anıtın arkasında temsili üç mezar taşı vardır.
Anıt mezarın hemen karşısında yer alan Karagöz Müzesi, geleneksel gölge oyununun yanı sıra, farklı etkinliklerin de yapıldığı bir kültür merkezi özelliğini taşımaktadır.
Türkiye’nin tek Karagöz Müzesi olan binada, düzenli olarak Karagöz gösterileri yapılmaktadır.
1997 yılında açılan müzede, Şinasi Çelikkol’un özel koleksiyonundan geleneksel Karagöz figürleri ile çeşitli ülkelerden toplanan kukla ve gölge oyunları figürleriyle Türkmen ve Yörük köylerine ait etnografya eserleri sergilenmektedir.
Gazi Orhan Camii
1326 Yılında Orhan Gazi Bursa’yı aldığında kent, Kale içindeki yerleşmeden ibaretti.
Daha sonraki Osmanlı sultanlarının da benimsediği bir kentleşme modeli ilk kez Sultan Orhan tarafından 1339 yılında uygulanmış ve kent duvarlarının dışında, o dönemde Çakırhamam’dan Setbaşına kadar uzanan geniş Gökdere yatağının fundalık ve bataklık zemininde cami, medrese, imaret, hamam ve handan (bedesten) oluşan bir külliye yaptırılmıştır.
Ters T planlı camilerden olan Orhan Camisi’nin giriş eyvanın üzeri ufak bir kubbeyle, eyvanın iki yanında odaların üzeri ise tonozla örtülüdür.
Caminin ana ibadet mekanının üzerinde sekizgen kasnağa oturan iki kubbe ile yandaki eyvanların üzerinde daha küçük kubbeler bulunmaktadır.
Duvarları üç sıra tuğla ve bir sıra kesme taş ile örülen son cemaat bölümünün önünde kesme taştan yapılmış altı adet ayak, sivri tuğla kemerlerle birbirine bağlanmıştır.
Son cemaat yerinin üzeri ortada üç kubbe, iki yandan tonozla örtülüdür.