‘Suriye’deki kriz bitmez’

DAİŞ’in Suriye krizinden 2 yıl sonra ortaya çıktığını hatırlatan Başbakan Ahmet Davutoğlu, DAİŞ ortadan kaldırılsa bile Suriye’deki krizin sona ermeyeceğini kaydetti.

‘Suriye’deki kriz bitmez’

Başbakan Ahmet Davutoğlu, ABD’nin New York kentindeki temasları kapsamında Ritz Otel’de yatırımcı işadamlarını kabul etmesinin ardından, Dış İlişkiler Konseyi Yıllık Kurumsal Konferansı’na şeref konuğu olarak katıldı.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Uluslararası kamuoyunda şöyle bir algı var, ‘Türkiye birliklerini yollamadığı için DAİŞ devam ediyor’. Türkiye neden bunu yapsın? Neden diğer müttefikler de dahil olmuyor? Neden sadece Türkiye bu sorumluluğu almalı?” dedi.

Burada, Türkiye’nin DAİŞ’e karşı politikaları, terör örgütüne karşı mücadelede ordunun kullanımı ve yabancı savaşçıların engellenmesi konusunda görüşlerinin sorulması üzerine Davutoğlu, DAİŞ’in Mart 2013’te, Suriye’deki krizden 2 yıl sonra ortaya çıktığını söyledi.

Bu iki yılda çok sayıda Suriyelinin öldüğünü, milyonlarca kişinin mülteci konumuna düştüğünü ifade eden Davutoğlu, DAİŞ ortadan kaldırılsa bile Suriye’deki krizin sona ermeyeceğini kaydetti. Davutoğlu, “DAİŞ, Suriye krizinden 2 yıl sonra ortaya çıktı. DAİŞ yok edilse bile DAİŞ’ten sonra bambaşka yeni bir terör örgütü bu bağlamda ortaya çıkacaktır” yorumunda bulundu.

Türkiye’nin DAİŞ’e destek verdiği yönünde bazı provokasyonlar bulunduğunu dile getiren Davutoğlu, örgütün El Kaide ile bağlantılarının olduğunu dile getirdi. Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Bu terör örgütü Ebu Gureyb hapishanesindeydi. Burada ABD güçleri vardı. Bu terör örgütü hapishanede ABD’nin çekilişine kadar kaldı. Bu terör örgütü Irak’tan Suriye’ye geçti. Suriye’ye giriş yaptıklarında Suriye rejimi onlara karşı hiçbir şey yapmadı. Hatta bu terör örgütünün üyeleri Suriye hapishanelerinden salıverildi. 2009’da Maliki, Beşşar Esed’i Bağdat’taki terörist saldırılardan sorumlu tuttu. Suriye rejiminin bu grupla temasları vardı. Mart 2013’ten Haziran 2014’e kadar yani Musul’daki saldırıya kadar Suriye ile DAİŞ arasında hiçbir sıkıntı yoktu. Özgür Suriye Ordusu’na karşı çıktılar. Daha sonra başka yerleri ele geçirdiler. Suriye buralara hava saldırıları düzenledi ve ÖSO bu bölgeleri bırakmak zorunda kaldı. Sonra da bu bölgelere DAİŞ konuşlandı. Yani aslında taktik sebepler dolayısıyla DAİŞ daha geniş bir alana yayılmış oldu.”

‘Neden sadece Türkiye bu sorumluluğu almalı?’

DAİŞ’in, Musul’a girene kadar ne Irak’ın ne de Suriye’nin gündeminde bulunduğunu aktaran Davutoğlu, “Böyle büyük bir tehditle karşı karşıyayız, ne yapacağız? Bunu ortadan kaldırmak için elimizden gelen her şeyi yapacağız. DAİŞ terör örgütü en çok Türkiye’ye zarar verme potansiyeline sahip. Çünkü Suriye ile çok büyük bir sınırımız var. Bu sınırın yüzde 60’ı DAİŞ kontrolü altında” diye konuştu.

Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Suriye ile ilgili sorunumuz daha büyük, çünkü mevkidaşımız yok. Irak’ta en azından bir mevkidaşımız var. Bizim yetkililerimiz dün Bağdat’taydı, bugün Erbil’deler. Türk güçleri Peşmerge’ye eğitim sağlıyor. Böylece aynı zamanda Musul’a da eğitim sağlıyor. Musullular özgürleşebilir. Ancak Suriye’de kiminle çalışacaksınız? Bizim Suriye’de son 4 yıldır karşılaştığımız sorun bu. Biz Amerikalı ve Avrupalı dostlarımıza ılımlı güçlerin desteklenmesi gerektiğini söylüyoruz. Ilımlı güçlere destek sağlanmalı. Bu güç boşluğu nedeniyle kontrolü ele geçirdiler. DAİŞ’e sanki bir orduymuş gibi davranılıyor. DAİŞ, Irak ordusunun bıraktığı ABD silahlarını ele geçirdi. Irak’ın ağır silahları, tankları DAİŞ’in eline geçti. O zamana kadar ÖSO ile olan dengeden dolayı neredeyse DAİŞ ile ÖSO eşdeğerdeydi. Çünkü hafif silahlar vardı. Fakat DAİŞ, ABD’nin silahlarını ele geçirdi. Irak ordusuna bırakmıştı. Irak ordusu ağır silahları bırakarak Musul’u boşalttı. Sonra DAİŞ, bu ağır silahları eline geçirdi.” 

“Türkiye bu resimde nerede? Biz büyük bir yükün altındayız” ifadesini kullanan Davutoğlu, şunları kaydetti:

“İki milyon mülteci var ülkemizde. Kobani’ye baktığımız zaman 200 bin kadar mülteci Türkiye’ye birkaç gün içinde giriş yaptı. Kobani halkının ülkemize girişine izin vermeseydik onlar katliama uğrayacaktı. Biz ÖSO’nun Kobani’ye girmesine izin verdik. uluslararası kamuoyunda şöyle bir algı var, ‘Türkiye birliklerini yollamadığı için DAİŞ devam ediyor’. Türkiye neden bunu yapsın? Neden diğer müttefikler de dahil olmuyor? Neden sadece Türkiye bu sorumluluğu almalı? Biz 600 kadar ordu mensubunu eğitim araçlarını gönderdik ve aynı zamanda Osmanlı zamanından kalma türbenin yer değiştirilmesi operasyonunu gerçekleştirdik. Biz bu operasyonu sabah 09.00’dan akşama kadar yürüttük. Bu, çok başarılı bir operasyon oldu. Bu Türk toprağına karşı bir tehditti ve biz bu tehdidi başarılı bir şekilde hallettik.”

‘Eğit donat tarihi adım’

DAİŞ’e karşı çabaların işbirliği ile yürütülmesi gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, “Şimdi Türkiye neler yapıyor? Ilımlı güçlere eğitim sağlıyor ve onlar donatılıyor. Suriyelilere baktığımızda. Suriye halkı iki taraf arasında ezilmiş durumda” dedi.

Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Biz şunu söylüyoruz, ılımlı güçleri eğitip donatmazsanız radikalleşme ortaya çıkacaktır ve rejimin barbar adımları git gide artacaktır. Bu topraklara bakıldığında 60-70 bin kadar ılımlı güç var. Bunlar da güç dengesini değiştirebilir. Bu çok önemli. Suriye halkına sadece iki hak vermek çok adil olmaz. Ya gaddar bir rejim ya da gaddar bir terör örgütü. Bu iki seçim yetersiz. DAİŞ tehdidi yüzünden Beşşar Esed’in rejimimin meşru olduğunu söylememek lazım. 

Eğit donat önemli. İkincisi güvenli bölge sağlama. Türkiye, mülteci kamplarına milyonlarca para harcıyor. Üçüncü olarak uçuşa yasak bölge gerekli. ABD ve Türkiye arasındaki eğit donat anlaşması tarihi bir adımdır. Biz daha fazla şey yapmak istiyoruz. Ancak tünelin ucundaki ışığı da görmek istiyoruz. Şu an karanlık bir tünel içindeyiz.”

DAİŞ’e katılımlar

Türkiye’den DAİŞ’e katılım olduğu yönündeki iddiaları da değerlendiren Davutoğlu, “Hiç geçiş yok demiyorum ancak Türkiye’den olduğu kadar başka ülkelerden de var” yorumunda bulundu.

Davutoğlu, Türkiye’nin geçişleri engellemek için çaba sarf ettiğini vurgulayarak, şunları söyledi:

“Avrupalı bir meslektaşım 1,5 yıl önce bana ‘Bu yabancı savaşçıların geçişi engellenebilir mi’ diye sordu. Ben de dedim ki, ‘Biz elimizden gelen bütün tedbirleri alıyoruz ancak Türkiye’ye çok fazla turist geliyor ve insanların yüzüne bakarak terörist olup olmadığını söyleyemeyiz. Şüpheli kişilerin isimlerini bize verin. Bu isimler bize verilirse biz bu kişilerin Türkiye’ye girişini engelleyebiliriz’. Fakat, ‘Biz demokratik bir ülkeyiz suç işlememiş kişilerin isimlerini size nasıl verebiliriz’ karşılığını aldım. Ben de dedim ki, ‘Kişileri tanımadan, elimizde hiçbir istihbarat bilgisi olmadan girişleri nasıl engelleyebiliriz?’ Sonunda bize bazı isimler gelmeye başladı ve geçtiğimiz yıl da 10 bin kadar kişinin Türkiye’ye girişi engellendi. Bu 10 bin kişinin 2 bin kadarı da Türkiye’den sınır dışı edildi. 911 kilometrelik bir sınırdan bahsediyoruz. Göçün engellenmesi o kadar kolay değil.

Diyelim ki sınırı kapattık ve kişilerin geçişini engelledik. O zaman mültecileri de alamayız. Bizim sınırımız açık ve biz mültecileri kabul ediyoruz. Açık kapı politikası uyguluyoruz, bunun sebebi tabii ki insani hususlardır. Açık kapı politikası uyguladığınızda bütün sınır kapatmak çok zor. Çünkü saldırılar olduğu zaman yüzlerce kişi giriş yapıyor. Mülteciler ancak güvenli olduğu zaman geri dönmek istiyorlar. Bu o kadar kolay değil. Ancak elimizden gelen her şeyi yapıyoruz.”

Başbakan Davutoğlu, sanki sadece Türkiye yüzünden yabancı savaşçı varmış gibi yargıya varmanın çok yanlış olduğunu dile getirerek, şöyle konuştu:

“Türkiye geçen 30 yıl içinde terörizmden çok zarar gördü. İslam’ın radikalleşmesine karşıyız. Çünkü bizim İslamımız onların İslam’ı değil. Türkiye İslam’ı içinde uyum, hoşgörü, çok kültürlülük var. Türkiye’de El Kaide neden yok, neden güçlü değil? Çünkü Türkiye’deki İslam kültürü çok hoşgörülü. Tabii ki böyle terör örgütleri yeşeremiyor. Bu bize karşı ideolojik bir tehdit. Çünkü onların varlığı bizim İslami varlığımıza bir tehdit. Bize bir güvenlik tehdidi. Onlara karşı neler yapacağımız çok önemli. Suriye ve Irak konusunda ne yapacağız? Bir stratejinin gerçekleşmesi ve bunun adım adım yapılandırılması lazım. Bir operasyon gerçekleştirildiğinde DAİŞ’e karşı bir sonraki adımın ne olduğunu bilmemiz lazım. Ancak bu şekilde uygun bir planlama yapılabilir.”

Konsey Başkanı Richard Haass moderatörlüğünde yöneltilen soruları yanıtlayan Davutoğlu, Charle Hebdo ile ilgili Paris’te katıldığı yürüyüş hatırlatılarak, “Türkiye’de, bu Fransız dergisinin yaptığıyla ilgili tartışmalar yürüyor. Bu sizin yayınlarınızdan bir tanesi bu karikatürü yayınladı, aslında sormak istediğim sizin görüşünüz. Bir kişi dine saygı duyarken ifade özgürlüğünü aynı anda nasıl koruyabilir ve sizce Türkiye’de bu denge nasıl korunuyor” sorusu üzerine,  “Ben bir akademisyenim ve benim için en önemli ilkelerden bir tanesi de ifade özgürlüğüdür. Akademik hayatınızda ifade özgürlüğü hakkına sahip olmazsanız hiçbir şey üretemezsiniz. Düşünme ve özgür düşünce çok önemlidir. Konuşmak ve düşünce dedim. Hakaret, demedim. Bu ikisinin arasında farklar var” diye konuştu.

Bir kişinin, kendi kimliğine saygı duyuyorsa diğerlerine de empati yapıp, saygı duyması gerektiğini ifade eden Davutoğlu, şunları söyledi:

“İfade özgürlüğü hakaret özgürlüğü anlamına gelmemektedir. Ben burada konuşuyorum, herkes beni eleştirebilir. Ancak bir kişi hakarete girerse bu medeni hayatın sınırları dışına çıkmış olur. Ben kendimi savunabilirim ancak ben bir kişiye bakarak o kişinin belli dine mensup olduğunu düşünerek, bu kişinin dine hakaret ettiği ve aynı zamanda kişiye hakaret ettiğini düşünürsem o başka bir şey olur. Kim demokratik toplumlarda bunu yapar? Buna aslında sosyal değerler karar verir. Kimi sosyal ortamlarda bazı kelimeler, hakaret değeri taşımayabilir ancak bir başka kültürde, başka ortamda bu hakaret içeriği taşıyabilir. Her bir bireyin kendi değerleri vardır ve bireylerin değerlerine saygı duymak da aslında ifade özgürlüğü kadar değerlidir. Bir kişi Hazreti Muhammed ve Hazreti İsa’ya hakaret ederse bunu da bizim orada olduğumuzda yaparsa ben şöyle sorarım, ‘Neden bu dili kullanıyorsunuz, nefret dili kullanılmamalı’. Medeni ve demokratik bir toplumda eleştiri olmalı ancak hakaret olmamalı. Böyle bir fark var.”

‘Çok kültürlü yapının eksikliğini görüyoruz’

Türkiye’de yüzyıllardır çok dinli, çok kültürlü bir toplumun var olduğuna işaret eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar aynı sokakta yaşıyor, İstanbul’da. Bazı sokaklara gittiğinizde camiler, sinagoglar ve kiliselerin duvarları birlikte. Sinagoga giden kişiler, Müslümanlara ve Hristiyanlara da selam veriyor. Yani böyle güzel, barış dolu bir ortam var ancak bunun karşısında şiddet ve hakaret kültürü vardır. Böyle bir şeyle karşılaştığımızda aslında çok kültürlü yapının eksikliğini görüyoruz. Bir kültüre hakaret gördüğümüzde böyle bir eksiklikten bahsedebiliriz. Ben Paris’te katıldığımda ifade özgürlüğümü kullandım ve bir gün sonra Berlin’e gittim, Berlin’de bir cami, Avrupa’da aşırıcılar tarafından yakılmıştı. İşte Avrupa’da karşılaştığımız tezatlıklar, bunlar. Biz tabii ki eleştiri hakkına tam destek vermeliyiz ancak bu hakarete girmemeli.”

‘İç Güvenlik Paketi’

Davutoğlu, “Güvenlik paketi neden gerekli? Neden ülke içinde protesto etme hakkı, bir araya gelme hakkıyla ilgili kaygılar var” sorusu üzerine de şunları söyledi:

“Keşke elimde size ve bütün dinleyicilere elimde metin olsaydı da verseydim. Bu metin sadece güvenlikle ilgili değil. Güvenlik ve özgürlükler kanunu korumayla ilgili güvenlik paketi. Peki neden sordunuz? Geçen yıl 6-7 Ekim’de hükümet kurulduktan sonra, bazı şiddet dolu saldırılar gerçekleşti. Özellikle de bu saldırılar güneydoğu şehirlerinde oldu, bazı terör örgütleri tarafından. Bu terör örgütleri, evleri yakmak için molotofkokteyleri kullandılar. Bu saldırılar esnasında insanlar hayatlarını kullandı. Protestoları esnasında şiddet dolu araçlar kullandılar. Bu da tabii ki kaygı verici bir olay ve provokasyon yaratan çevreler tarafından destekleniyor. Bu konuda bizim tabii ki tedbir almamız gerekiyor. Tedbir alacakken şunu da söylemek lazım; İçişleri Bakanlığı’ndan benim elime brifing geldi, 15 Ekim’de. Bu brifing içinde AB standartları vardı. Pakete baktığınızda, AB güvenlik ile ilgili tedbirlerin dışına çıkmadığını göreceksiniz. Mesela molotofkokteyli konusunda Avrupa’da, ABD’de bunun kullanılmasıyla ilgili çok ciddi yaptırımlar var. İngiltere’ye baktığımızda 3 PKK üyesi, molotofkokteyli kullandığı için 14 yıl hüküm giydiler.

Fakat Türkiye’ye bakalım, Türkiye’de molotofkokteyli ile ilgili doğrudan bir atıf yoktu. Yani aslında protestolar esnasında şiddet içerikli faaliyetler yaparken molotofkokteyli kullanıyorlar, insanlar zarar görüyor ve bu konuda gerekli yaptırımlar yok. Biz serbest protestoları destekleyebilmek için hiç kimsenin yüzünün kapatmaması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü insanlar yüzlerini kapatarak insanlara saldırıyor. Sözde bazı protestolar var. Bu protestolar içinde böyle şiddet dolu faaliyetleri görüyoruz.”

‘Yeni kanunda Fransa’daki standartları sağlamış oluyoruz’

Davutoğlu, söz konusu pakette en çok tartışılan konulardan birinin de polisin yetkileriyle ilgili olduğunu belirterek, şöyle devam etti:

“Türkiye’de şu anki durumda polisin protestocuları korumak için olsa bile hiç kimseyi gözaltına alma hakkı yok. Fransa’da polis bir kişiyi 24 saat gözaltına alabiliyor. Bir savcı, soruşturma bağlamında 48 saat gözaltına alabiliyor. Almanya’da bu 36 saat. Türkiye’de hiç böyle bir yetki yok. Şimdi bizim önerdiğimiz yeni kanunda Fransa’daki standartları sağlamış oluyoruz. Olağanüstü durumlarda, bir eylem şiddet içeriyorsa polis 24 saat gözaltına alma hakkına sahip oluyor ve savcılarda 48 saat. Bu aslında Avrupa Birliği’yle karşılaştırdığımızda minimum değer. Mesela İspanya’da 48 saat, bazı başka ülkelerde 72 saate kadar çıkabiliyor. Yani aslında Avrupa standartlarına baktığımızda bizim güvenlik paketimizde hiç tezat içeren bir şey yok.”

Türkiye’nin dış politikası

Davutoğlu, “Siz şunu söylemekle meşhursunuz. Türk dış politikası komşularla sıfır sorun politikası üzerine inşa edildi. Ancak hükümetiniz Suriye ile savaş içerisinde, aynı zamanda İsrail ve Mısır ile çok hoş ilişkileriniz olmadığını söyleyebiliriz. Ne yanlış gitti” sorusuna da şu yanıtı verdi:

“Evet biz komşularla sıfır sorun politikasını ilan ettik. Böyle komşularınız var mı? Mesela Suriye örneğine gelelim. Suriye’de mevkidaşlarınız, yani Beşar Esad halkını öldürmese, başka olurdu. Fakat Beşar Esad kendi halkını öldürmeye başladığında, Türkiye’ye mülteci gelmeye başladığında, size şunu söylemem lazım; şu an Türkiye’de 2 milyon mülteci var. Aslında Suriye halkının yüzde 10’u Türkiye’de yaşıyor. Kilis gibi bazı şehirlerde mültecilerin sayısı, Türk vatandaşlarının sayısını geçti. Bu problem, Suriye ile ilgili sorun. Ancak Şam’da konuşabileceğiniz bir mevkidaşınız yok. Çünkü biz kendi ordusunu halkına karşı kullanmama konusunda ikna etmeye çalıştık fakat Beşar Esad kendi halkına karşı kimyasal silahlar kullandı. Yani aslında böyle bir kişiyle kendi değerleriniz doğrultusunda hiçbir sorununuz olmasa başka bir husus olurdu. Yani aslında Suriye ile olan kötü ilişkiler bizim hatamız değil. Ancak bizim için değerlerin önceliği vardır. Politikada ve sosyal hayatta en önemli ilke insan onurudur. Bu temel ilke doğrultusunda komşularla sıfır politika ikinci önem sahip oluyor.”

Türkiye’nin, geçmişte İsrail ile de çok iyi ilişkileri olduğunu anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İsrail ve Suriye arasında, Türkiye hatta ben arabuluculuk yapıyordum. İsrail, Gazze’nin çocuklarına saldırmadığı zaman bizim ilişkilerimiz çok iyiydi. 2008 Aralık’ta, bu tarihte İsrail ve Suriye arasında son bir anlaşmaya çok yakındık. İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Sayın Recep Tayyip Erdoğan aynı odadaydı. Biz de Beşar Esad ile başka bir odadaydık. Bir anlaşmasının imzalanmasına çok yakındık. Bir hafta sonra zirve gerçekleşecekti. Bütün metinler hazırdı sadece tek bir kelime eksikti. Bana da bu metni tamamlamak için üç gün verildi. Cuma gecesi biz bu metni tamamladık ve cumartesi sabahı İsrail, Gazze’ye saldırdı ve yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Bu bizim seçeneğimiz değildi. Bizim İsrail ile Suriye ile de iyi ilişkilerimiz vardı ama bazı bizim dışımızda olaylar oldu. Şimdi Yunanistan ile üst düzey stratejik konseyimiz var. İran ile yine dengeli ilişkilerimiz var, doğrudan bir sorunumuz yok. Irak ile mükemmel bir ilişkimiz var. Eskiden Maliki’nin mezhepsel politikaları dolayısıyla bazı pürüzler vardı. Ancak geçtiğimiz tarihte üst düzey ziyaretler gerçekleşti. Şimdi Rusya ile iyi ilişkilerimiz var. Ukrayna ile üst düzey stratejik ilişkilerimiz var. Azerbaycan ve Gürcistan ile çok iyi ilişkilerimiz var. Yani artık Gürcistan’a girmek için pasaporta bile ihtiyacımız yok.”

Davutoğlu, moderatörün, “Rusya iyi ilişkileriniz olması sorun olarak tanımlanabilir. Burada şöyle bir görüş var; Türkiye, Rusya’ya doğalgaz açısından çok bağımlı, yüzde 60 derecesinde bağımlı. O yüzden de Rusya ile olan ilişkilerde Ukrayna bağlamında sorunlu görünüyor” sözleri üzerine de şunları kaydetti:

 “Biz Rusya’yı, Esad rejimini desteklediği için izole ettik. Bu noktada diğer ülkeler bunu yapmadı. Neden böyle, bunu sormak lazım. Suriye’de ölen insanlar Suriyeli ve Müslüman olduğu için mi hiç kimse Rusya’yı dışlamadı. Ukrayna’da ölenler Hristiyan olduğu için mi herkes şimdi Rusya’ya şu an yaptırım alıyor. Alınan kararların istikrarlı olması lazım. Beşar Esad’ın Suriye’de yaptığı şeyler yanlıştı. Diğer ülkelerin yaptığı şeyler neydi peki? Ben şimdi kimseyi suçlamak istemiyorum ancak Avrupa ve Amerika’ya baktığımda, Beşar Esad yüz binlerce insanı öldürme konusunda adım attığında Avrupa ve Amerika, Rusya’nın yanındaydı. Biz uzun zamandır, Birleşmiş Milletler’i Suriye’deki insanları koruma konusunda adım atmaya çağırıyoruz. Biz Ankara’da Putin ile görüştüğümüzde çok açık tutumuzu gösterdik.”

Özgüven eksikliği

Dünya ekonomisi 1990’larda büyürken Türkiye ekonomisinin çok ilerlemediğini ve kişi başı gelir ve gayrisafi milli hasılanın 1991’den 2001’e kadar oldukça durgun bir hal aldığını ifade eden Davutoğlu, 2001’deki ekonomik kriz değerlendirildiğinde Türk ekonomisinde büyük bir deprem olduğunun söylenebileceğini kaydetti.

Davutoğlu, hükümete geldiklerinde karşılaştıkları en büyük negatif etkinin özgüven eksikliği olduğunu bildirerek, AK Parti hükümetinin 12 yılda özgüveni artırma konusunda çalışmalar yürüttüğünü, ekonomi ve demokraside yapısal değişiklikler yapıldığını, ekonomik gelişmenin yanı sıra birden fazla demokratikleşme paketi de uyguladıklarını dile getirdi. 2008’deki ekonomik krize ve dünya ekonomisindeki daralmaya rağmen Türkiye’nin ekonomide açık bir başarı gösterdiğini anlatan Davutoğlu, “Biz hükümete geçtiğimizde gayrisafi milli hasıla 240 milyardan 800 milyara kadar çıktı. Kişi başı milli gelir de aynı şekilde arttı” dedi.

Dünyadaki ilk 3 katlı tünel

Hükümetleri döneminde ciddi altyapı yatırımları da yapıldığını vurgulayan Davutoğlu, otoyollar ve havayolu ulaşımında önemli gelişme yakalandığını söyledi. Son olarak İstanbul’a dünyanın en büyük havalimanı inşa edildiğini bildiren Davutoğlu, “Bence ekonomik kalkınmanın en büyük göstergesi şudur, bir ülkeye vardığınızda o şehirde ışıklar yanıyorsa ve indiğiniz havalimanı meşgul bir havalimanıysa ekonomik bir dinamizmi görmüş oluyoruz. Geçen hafta ben bir mega proje açıkladım. Boğazın altında 3 katlı bir tünel inşa edilecek. İki tanesi araçlar için, bir tanesi metroya ayrılacak ve iki kıtayı birbirine bağlayan bü tünel dünyada ilk 3 katlı tünel olacak” diye konuştu.

Davutoğlu, sağlık, tarım ve turizm sektörlerine bakıldığında Türkiye’de yine olumlu gelişmelerin görülebileceğini ifade ederek, tarım sektöründe Türkiye’nin dünyada altıncı, Avrupa’da birinci sırada bulunduğunu, turizm sektöründe de yine aynı şekilde Türkiye’nin dünyadaki altıncı büyük turizm destinasyonu olduğunu kaydetti. Türkiye’yi 35 milyon turistin ziyaret ettiğini anlatan Davutoğlu, hükümete geldiklerinde bu sayının 12 milyon olduğunu, turizmde gelinen noktanın Avrupa ve çevredeki bölgelere göre oldukça iyi durumda bulunduğunu ifade etti. 

Türkiye’de son 12 yılda ekonomide önemli yapısal reformlar yapıldığını söyleyen Davutoğlu, bütçe açığı ve banka sistemindeki iyileşmelere dikkati çekti. 

Davutoğlu, “İyi günlerin geçmişte kaldığından endişelenmiyorsunuz. Partinizin çok iyi bir başarı gösterdiği açık ancak şimdi durum değişti mi?” değerlendirmesi üzerine, “Hayır değişmedi. Mali disiplin her gün gittikçe güçleniyor. Banka sektörü… Krize rağmen hiçbir Türk bankası zorlukla karşılaşmadı” dedi.

Kasımda 9,2 olan enflasyonun 7,4’e düştüğünü anımsatan Davutoğlu, iktidarlarının ilk yıllarında 2023 hedeflerini koyduklarını, kendisinin de Türk ekonomisinde ikinci paradigma değişimini ilan ettiğini söyledi. Davutoğlu, “12 yılda biz ekonomimizde nicel bir değişiklik yaratmaya çalıştık. Var olan, durağan kapasiteyi kullanmak istedik. Şimdi biz ekonomik alanda dönüşümlü bir değişiklik sağlamak istiyoruz. Yani imalat artacak, Araştırma-Geliştirme çalışmaları artacak, teknoloji de artmış olacak” diye konuştu.

Araştırma-Geliştirme ve bilimsel çalışmalar

Geçen kasımda 25 değişim alanı ilan ettiklerini belirten Davutoğlu, bu alanlarda üretkenlik ve araştırma gelişmelerinin artacağını, ulaşımdan lojistiğe birçok alanda bunun gerçekleşeceğini bildirdi. Davutoğlu, yolsuzluk gibi ekonominin üzerine gölge düşüren işlerin engelleneceğini belirtti.

Bu dönüşümün en önemli ilkesinin üretimin kalitesini artırmak, yüksek teknolojili Araştırma-Geliştirme çalışmaları ve eğitimin artırılması olduğunu dile getiren Davutoğlu, üniversite sayısı ve eğitim yılının arttığını da kaydetti. Davutoğlu, “Biz bir değişiklik yapmak istiyorsak Araştırma-Geliştirme çalışmaları ve bilimsel çalışmalara önem vermeliyiz. Bunu yaparken de iş dünyasını dışarıda bırakmamalıyız” diye konuştu.

Başbakan Davutoğlu, 2023’e kadar 3 trilyon gayrisafi milli hasıla hedeflediklerini, bunun ekonomik krizler göz önüne alındığında oldukça hırslı bir plan gibi görüldüğünü, 2002’de koydukları hedeflerin de böyle görüldüğünü ancak bunları gerçekleştirdiklerini belirtti.

Türkiye’nin yüzde 3 büyüdüğünü hatırlatan Davutoğlu, ancak bu oranın Avrupa ortalamasının 3 katı olduğunu kaydetti. Davutoğlu, Latin Amerika’da büyümenin 1,2 olduğunu, Avrupa’daki gelişmekte olan ülkelerin yüzde 2,5 büyüdüğünü, Çin ve Hindistan dışarıda bırakıldığında Türkiye’nin Asya ülkelerinden de daha fazla büyüdüğünü aktardı. Davutoğlu, Türkiye’nin büyümesinin OECD ve dünya ortalamasının üstünde olduğunu belirterek, “Biz Avrupa’da en hızlı büyüyen ikinci, OECD ülkeleri arasında da üçündü ülkeyiz. Biz tabii ki yüzde 3’ü yeterli bulmuyoruz. Büyümemiz bu yıl en az 4, sonraki yıllarda 5, 6 ve 7’yi hedefliyoruz” dedi.

Merkez Bankası bağımsız

Başbakan Davutoğlu, “Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ve politikaları sorgulanıyor. Faiz oranlarının büyüme ve enflasyon arasında doğru tutulması sağlanabilecek mi? Sizce Merkez Bankası bu oranları TL’yi güçlü tutma konusunda şekillenebilecek mi?” sorusu üzerine, Merkez Bankası’na hiçbir müdahale olmadığını söyledi.

Davutoğlu, “Kamuoyunda bazı endişe ve eleştiriler söz konusu fakat Merkez Bankası oldukça bağımsız çalışıyor. Tabii ki faiz ve büyümeyle ilgili oranları doğru tutabilmek hiç kolay değil. Yunanistan’a ya da avro kullanan ülkelere baktığımız zaman şunu görüyoruz, krizlere nasıl müdahale edilmesi gerektiği konusunda her zaman demokratik ülkelerde tartışmalar olacaktır. Merkez Bankası’nın nasıl işlev gördüğü önemlidir. Günün sonunda önemli olan husus budur. Merkez Bankası bağımsız. Kendi kararlarını kendisi alıyor” diye konuştu.

Merkez Bankası’nın eski başkan yardımcısı ve komiteden bir üyenin de kendileriyle birlikte olduğununu aktaran Davutoğlu, şunları ifade etti:

“Ancak en sonunda mali politikalar ve Merkez Bankası’nın işlevi, performansı ekonomiyi etkiliyor. Merkez Bankası izole bir alanda değil. Bazı enstrümanları kullanıyorlar ve bunlar da ekonomi için oldukça önemli. Mesela geçen yıl Merkez Bankası’nın tahminlerine baktığımızda enflasyon oranı yüzde 6 idi. Ancak yılın sonunda bu tutmadı. Biz ‘bu istikrarsızlık neden oldu’ diye sorduk. Cevap şöyle oldu: Türkiye’de ve çevre bölgelerde kuraklık söz konusu olmuştu, bu yüzden de tedarik azaldı. Bu ne demek? Hükümetin tarım politikaları istikrarı etkiliyor. Aynı zamanda Merkez Bankası’nın adımları da hükümetin politikalarının etkinliğini etkiliyor. Aslında bütün demokratik ülkelerde bu ilişkiler hukuki çerçevelerle şekillendirilir ve bu hukuki çerçeve içerisinde Merkez Bankası çalışmaktadır. Bu yüzden de de Türkiye’nin kurumsal yapısı konusunda kaygı duymaya gerek yok. Her kurum belli parametreler içinde kendi görevlerini yerine getirmektedir.”

Geçmişte Merkez Bankası’nı koordine etmek konusunda gerekli tedbirleri aldıklarını belirten Davutoğlu, “Mesela Avrupa’ya baktığımızda burada gerileme varsa bizdeki faiz oranları da bununla ilgili olacaktır. Türkiye’de büyüme artmışsa, enflasyon eğilimi varsa, daha fazla büyüme istiyor, daha az enflasyon istiyorsak ve daha az faiz oranı istiyorsak bu bir zorunluluktur ve bu konuda yapmamız gerekenler vardır” diye konuştu.

‘New York’taki demokrasi değil Kahire’deki demokrasiyi destekliyoruz’

“Biz New York’taki demokrasi değil Kahire’deki demokrasiyi destekliyoruz, Şam’daki demokrasiyi destekliyoruz” ifadesini kullanan Davutoğlu, Batı başkentlerinde demokrasiyi desteklemenin kolay olduğunu ancak Mısır’da askeri darbe olunca demokrasiyi desteklemenin o kadar kolay olmadığını söyledi.

Mısır’ın bölgedeki barış ve istikrarın bel kemiği olduğunu da vurgulayan Davutoğlu, Mısır’da demokrasiyi desteklemenin, yıllardır Arap halklarına demokrasiyi tavsiye eden ülkeler için bir test niteliği taşıdığını anlattı.

Davutoğlu, Ukrayna krizi konusunda da Türkiye’nin, Ukrayna ve Rusya’ya sınırı, Kırım’a erişimi olan tek ülke olduğunu kaydederek, Türkiye’nin, “kendi inisiyatifi olmayan ve kendisine danışılmayan” buradaki kriz gerekçesiyle her şeyi riske edemeyeceğini belirtti.

“Ukrayna’nın komşusu olmamıza rağmen kimse bize Ukrayna’nın geleceği konusunda danışmadı” diyen Davutoğlu, NATO ve AB’nin, krizleri doğma aşamasında engelleme konusunda da yetersiz kaldığını söyledi.

Türkiye’nin çevresinde istikrar ve barış aradığını vurgulayan Başbakan Davutoğlu, Ukrayna krizine yaklaşımlarının da bu ölçüde olduğunu dile getirdi.

Türkiye’nin AB üyeliği

Davutoğlu, toplantıda, “Türkiye sizin döneminizde AB’ye üye olabilecek mi” sorusunu da yanıtladı. AB üyeliğinin çift taraflı bir konu olduğunu belirten Davutoğlu, “Siz bana ‘AB üyeliğini istiyor musunuz’ diye sorarsanız cevabım ‘evet’. Ama ‘bu olacak mı’ diye sorarsanız, ben Türkiye’yi kabul etmemek için birçok bahane uyduran AB üyeleri adına karar veremem” yorumunda bulundu.

Eskiden Türkiye’nin ekonomisinin zayıf olması bahanesini getirenlerin şimdi Türkiye’nin çok büyük ve güçlü olduğu bahanesini kullanmaya başladıklarını anlatan Davutoğlu, birçok AB üyesinin, Türkiye’nin üyeliğine olumlu baktığını ama bazı ülkelerin konuyu kültürel farklılık bağlamında değerlendirdiğini ifade etti.

Davutoğlu, kültürel önyargıları kırmanın çok zor olduğunu belirterek, “Sanki tüm Avrupa, Kutsal Roma Hristiyan kıtasıymış gibi bir ön yargı var. Bu kültürel bir ön yargı. Türk halkı başka kültürlere karşı Almanya’daki PEGIDA hareketi ve Avrupa’daki bazı yabancı düşmanı gruplardan çok daha hoşgörülü, anlayışlı ve AB’de olmaya hazır” değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye’nin yükselmesinden korkanlar olduğunu da kaydeden Davutoğlu, büyük kültürlerin, diğerlerini kapsayıcı olmayı bıraktığında çöküşe geçtiklerini, AB’nin de statik olma ya da daha kapsayıcı ve dinamik olarak büyüme arasında tercih yapacağını bildirdi. Davutoğlu, “Eğer AB, Türkiye’yi kabul ederse ikinci seçeneği, etmezse de birinci seçeneği tercih edecek” diye konuştu.

Türkiye’nin AB üyeliğinin artık AB için bir test olduğunu ifade eden Davutoğlu, Türkiye’nin üzerine düşeni yaptığını şimdi AB’nin nasıl bir Avrupa tasarladığına karar vermesinin zamanı olduğunu vurguladı.

Yargı bağımsızlığı

Davutoğlu, “İç Güvenlik Paketi”ne ilişkin eleştirel bir soru üzerine yaptığı açıklamada da, “Türkiye’de 6-7 Ekim olayları sırasında 4 genç, polisin gözü önünde öldürüldü ancak polis yasal olarak müdahale edemedi. Biz savcı gelene kadar en üst düzey idari yetkilinin bu kararı 24 saatliğine almasını sağlıyoruz” dedi.

Polisin ABD’deki yetkilerinden örnekler veren Davutoğlu, Avrupa’da ve ABD’de polisin şüphe üzerine araçlarda arama yapabildiğini ancak Türkiye’de şu anda bunun mümkün olmadığını ifade ederek, “Mevcut yasayı da bizim partimiz getirmişti. Niyetimiz iyiydi ancak yaşanan birçok tecrübenin ardından ABD ve Avrupa standartlarını getirmenin daha iyi olacağını gördük. Birçok IŞİD militanı, Suriye rejim ajanları ya da teröristler düşünülünce bu önlemleri almayı uygun bulduk” yorumunu yaptı.

Davutoğlu, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu konusundaki soruya ilişkin de 2010’da kurulu daha demokratik hale getirmek istediklerini ancak Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı düzenleme nedeniyle seçimlerde oluşturulan listelerin bazı grupları öne çıkardığını söyledi.

Seçimlerin ardından bir grubun yönetim kurulunu domine ettiğini anlatan Davutoğlu, “Bu grubun polis ve yargı içinde kurduğu ağ ile birçok gazeteci, entelektüel ve siyasetçi tutuklandı. Bizim adlandırmamızla bu paralel yapının yargı üzerindeki ağırlığı nedeniyle birçokları risk altındaydı” ifadesini kullandı.

Davutoğlu, kendilerinin kuralları değiştirmediğini, yeni seçimlerde kazanan listenin, tüm toplum kesimini temsil ettiğini ve hükümet yanlısı olmadığını belirterek, “Yargı bağımsızlığı çok önemlidir ancak yargının sadece yürütmeden bağımsızlığı değil bir grubun tekelinden ya da baskın olmasından bağımsız olması da önemlidir. Eğer dini görünümlü bir grup ya da herhangi bir seküler grup yargıda hakimiyetini kurarsa bu adaletin sonu olur. Her hakim, kararını kendisi vermeli, hukuk sisteminin dışında alınan kararlarla hüküm vermemeli” diye konuştu.

ABD ve Avrupa’da Türkiye hakkında birçok söylentinin yayıldığını da kaydeden Davutoğlu, Türkiye’nin bu söylentilerle değil, gerçekler ve belgelerle değerlendirilmesini istedi.

HABERİ PAYLAŞ
ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X