Neden yanıbaşımızdaki İstanbul değil de Bursa? Burada hangi koşullarda yaşıyor, ne işler yapıyorlar? Çocuklar okullarda neler yaşıyor?
Türkiye’nin ve Bursa’nın Suriyeli gerçeği Olay’da…
olay.com.tr Yayın Yönetmeni Derya İzbul, Bursa’da yaşayan Suriyeliler’le görüştü. “Kalıcı mısınız, gidici mi?” diye sordu. Ve sadece bu sorunun değil Suriyeliler hakkında merak edilen pek çok sorunun yanıtına ulaştı.
Bursa’da Suriyeliler’in yoğun olarak yaşadığı Çırpan Mahallesi ve Yavuz Selim Mahallesi’ni dolaştık, evlere, işyerlerine konuk olduk, sohbet ettik, sorular sorduk, onları anlamaya çalıştık.
Çırpan, Çarşamba bölgesini de içeren ve kent merkezinde yer alan bir mahalle. Bursalıların iyi bildiği gibi Çarşamba yoğun bir Suriyeli nüfusu ağırlıyor. Burada artık işyerlerinin tabelaları sadece Suriyeli müşterileri hedefliyor. İşyerlerinde, dükkanlarda yaşanan değişim tabelalarla sınırlı değil elbette. Bu işyerlerinin çoğunun sahibi ve çalışanları da Suriyeli. Yani kısaca özetlemek gerekirse Çarşamba artık Halep ya da Şam’ın bir semti gibi.
Yavuz Selim’de ise durum biraz daha farklı. Burada Suriyeli nüfusun yoğunluğunu hissetmek için evlere, apartmanlara girmeniz gerekiyor. Çünkü Yavuz Selim daha çok atölye ve imalathane tarzı işyerleriyle konutlardan oluşan bir semt. Konutların önemli bölümü Suriyeliler tarafından kiralanıyor.
Suriyeliler’in en yoğun olduğu iller
ŞEHİR |
SAYI |
İL NÜFUSU İLE KARŞILAŞTIRMA |
İstanbul |
560 bin 760 |
%3,73 |
Şanlıurfa* |
469 bin 12 |
%23,62 |
Hatay* |
438 bin 649 |
%27,85 |
Gaziantep* |
404 bin 979 |
%20,19 |
Adana* |
226 bin 994 |
%10,24 |
Mersin |
206 bin 966 |
%11,54 |
Bursa |
157 bin 965 |
%5,38 |
İzmir |
139 bin 618 |
%3,26 |
Kilis* |
125 bin 731 |
%92,23 |
Konya |
100 bin 971 |
%4,63 |
* işaretli illerde Geçici Barınma Merkezi bulunuyor..
3 kişi gelmişlerdi şimdi aile 5 kişi
Abdülsamee Madaratı Yavuz Selim Mahallesi’nde ev kiralayan Suriyeliler’den biri. 34 Yaşında, mesleği berberlik. Halep’de bir berber dükkanı varmış. Halep’in büyük bir şehir olduğunu, Bursa’ya benzediğini anlatıyor. En çok neyi benziyordu sorusunu, “orası da bir sanayi şehriydi, fabrikalar vardı, herkes iş güç sahibiydi” diye yanıtlıyor.
Abdülsamee’nin dükkanı bizim tarihi çarşıların bulunduğu bölge gibi “Halep Kalesi”ne yakın eski şehir merkezindeymiş. “Şükür burada da rızkımı çıkarıyorum ama orada işlerim çok iyiydi” diyor. Peki şimdi neden Bursa’da, doğup büyüdüğü ve 30 yaşına kadar yaşadığı Halep’i neden terketmiş, ardında kimleri bırakmış? Bu soruları şöyle yanıtlıyor:
“Savaş başlayınca Halep güvensiz bir yer haline geldi. Esad güçleriyle muhalifler sürekli çatışıyordu. Evde otururken yanıbaşımıza sık sık ya Esad’ın ya da muhaliflerin attığı havan mermileri düşüyordu. Elektrikler kesiliyor, sular günlerce akmıyordu. Hastanelerden, eczanelerden ilaç temin edemiyorduk. Annemin kalp, şeker ve kolestrol ilaçlarını bulamıyorduk. Biz 14 kardeşiz. Ben en küçükleriyim. Savaş nedeniyle Suriye’de seferberlik vardı. Eğer Türkiye’ye kaçmasak abim Abdülkafi ve beni askere alacaklardı. Yani ya Esad’ın ya da muhaliflerin safında savaşmak zorundaydık. Savaş demek ölmek demek. Oysa bizim bakmak zorunda olduğumuz çocuklarımız ailelerimiz var.”
Abdülsamee Madaratı ve ailesi şimdi güven içinde yaşıyor. Annesine buradan ilaç ve para gönderebiliyor. Eşi Nahle ile Türkiye’ye geldiklerinde bir çocukları varmış. Aradan geçen dört yılda aile büyümüş 5 yaşındaki Ömer’in iki kardeşi daha var artık; Mustafa ve Azize. Biri 4 diğeri 2 yaşında. Abdülsamee berberlik yaparak ailesinin çocuklarının geçimini sağladığı gibi Suriye’de kalan yakınlarına da destek olmaya çalışıyor.
Çok özlese de Suriye’ye dönmeyi düşünmüyor. Çünkü döndüğü zaman tutuklanmaktan korkuyor. Zaten daha en az 10 yıl ülkesinde şartların normale döneceğine inanmıyor. Çocuklarını burada büyütmek istiyor ve büyüdüklerinde Ömer’i bir din alimi, Mustafa’yı doktor olarak görmek istiyor. Kızı Azize’nin ise İslami değerleri, örf ve adetlerini unutmadan okumasını, öğretmen, doktor veya hemşire olmasını arzu ediyor.
Abdülsamee Madaratı’nın evindeki konukluğumu bir gözlemi aktarmadan kapatmayayım. Tıpkı bizim evlerimizde olduğunu gibi bu evde de konukseverlikle karşılanıyoruz. Söyleşi boyunca çaylar, kahveler ikram ediliyor. Azize uykuda ama Ömer ve Mustafa ortalıkta koşuşturup duruyor. Mustafa’nın meraklı parmakları söyleşi boyunca sık sık fotoğraf makinamın üzerinde keşif gezisine çıkıyor. Yanımızda bir kaç komşu var. Abdülsamee’nin eşi Nahle ise hiç ortalıkta görünmüyor. Mutfaktan dışarı adım atmıyor. Söyleşinin sonunda bir aile fotoğrafı çekmek istediğimde Abdülsamee önce sadece çocuklarla kendisini çekmemi istiyor. Ama ailenin annesini de bu fotoğraf karesinde görmek istediğimi söyleyince ve biraz da ısrar edince fazla direnmiyor. Evin içindeki diğer erkekler kapının önüne, sokağa çıkıyor ve mutfaktaki Nahle de salona geliyor. Anlıyorum ki burası muhafazakar bir ev.
Suriyeli çocuk olmak da zor
Madaratı’ların evinde Abdülsamee’nin yeğeni Mustafa ile de konuşma fırsatı buluyorum. Büyüklerinin aksine Mustafa Türkçe biliyor. Çok akıcı değil ama aksansız ve düzgün cümlelerle 11 yaşında olduğunu ve 4. sınıfa gittiğini söylüyor. Aksanı yok çünkü Türkçe’yi okulda ve bulunduğu sosyal ortamda öğreniyor.
Okuldaki en iyi arkadaşı Yiğit’miş. Yiğit ona derslerinde özellikle Türkçe’de yardım ediyormuş. Ama bundan sonra söyledikleri pek iç açıcı değil. Başka Türk arkadaşı olmadığını anlatıyor, diğer çocukların kendisini sevmediğini düşünüyor. Okulda dışlandığını hissediyor. Büyüyünce hoca olmak istiyor. “Ne hocası” diye sorunca onun da amcasının oğlu Ömer gibi cami hocası olmak istediğini öğreniyorum.
Üniversite mezunu Usame sağlık sektöründe iş arıyor
Usame El Zeyn, Halep Tıp Teknik Fakültesi Tıbbi Bilimler Anestezi ve Yoğun Bakım Bölümü’nden geçen yıl mezun olmuş. Üniversite öğrencisi olduğu için askerliği tecilli. Yani askere alınmak gibi bir durum onun için şimdilik söz konusu değil. Ama, “eğer kalsaydım orada bir geleceğim olmayacaktı” diyor.
Annesi ve abisi daha önce gelmiş, şimdi Usame de onların yanında yaşıyor.
“Usame üniversite mezunusun sağlık sektöründe çalışabileceğin bir mesleğin var, neden orada geleceğinin olmadığını düşünüyorsun?” sorusuna mezhep penceresinden bir yanıtı var:
“Suriye’de kalsam devlet bana bir görev verirdi. Ama beni büyük ihtimalle şiilerin, hizbullahçıların yanına atarlardı. Ben sunni olduğum için devamlı aşağılama ve hakarete maruz kalırdım.”
Suriye’de mezhep ayrımcılığı bu boyuttaysa yani sunniler kendilerini sosyal yaşamda tehdit altında hissediyorsa bugüne kadar nasıl yaşadılar peki? Mesela Usame nasıl üniversite eğitimi gördü?
“Okulda sunni olmamdan ötürü bir sıkıntı yaşamadım. Zaten savaştan önce öyle bir sıkıntımız yoktu. Kimse kimsenin mezhebini umursamaz herkes uyum içinde yaşardı. Ne olduysa savaştan sonra oldu. Suriyeliler arasında mezhep çatışmaları başladı. Ben bu bölünmenin dış güçler tarafından kışkırtıldığını düşünüyorum. Çünkü Suriye gelişiyordu. Bu gelişmeyi önlemek istediler. Dış güçlerden kastım ABD ve İsrail. Ama tüm olumsuzlukların bir gün sona ereceğini umut ediyorum ve bu dönemin Allahın doğru kullarını tespit ettiği bir süreç olduğuna inanıyorum.”
Usame şimdi Türkiye’de iş arıyor. Halep Üniversitesi’nden aldığı diplomasını ve belgelerini Sağlık Bakanlığı’na göndermiş, yanıt bekliyor. Ancak Türkçe bilmediği için biraz umutsuz. “Belki Suriyeliler’e hizmet veren bir özel hastane bana iş verir” diyor. İş bulduktan sonra da Halep’te yaşayan ve eczacı olan nişanlısını Türkiye’ye getirip evlenmek istiyor.
“Biz devletimizi beynimizden komple silmedik şartlar oluşursa tabii ki dönmek isteriz” diye konuşan Usame El Zeyn yakın gelecekte ülkesinde işlerin düzeleceğine ise inanmıyor ve bu konudaki düşüncelerini şu sözlerle aktarıyor:
“Orada evlerimiz, tarlalarımız var, dönmeyi kendi ülkemizde yaşamayı isteriz ama Esad’a ve onun yönettiği devlete güvenmiyoruz. Babalarımızın, dedelerimizin yaşadıkları ortada. Hama’da insanları katlettiler. Bize siz müslüman kardeşlerdensiniz diye zulüm ettiler. Biz Esad’a nasıl güvenelim. Aynı şeylerin yaşanmayacağı ne malum?”
Suç işleyen Suriyeliler ile aynı kefeye konmak istemiyorlar
Yavuz Selim Mahallesi’nde yaşayan Faysal Haddad ise genç bir iş insanı. Mesleğinin terzilik olduğunu söylüyor. Suriye’de fabrikada çalışıyormuş, Bursa’ya gelince yine aynı işi yapmaya devam etmiş. Birkaç ay önce dayı oğluyla birlikte küçük bir konfeksiyon atölyesi açmışlar. Şimdi yanlarında 6-7 kişi çalışıyormuş. “İşlerimiz iyi çok şükür bizi ve çalışanlarımızı geçindiriyor” diyor. Bu arada çalışanları da Suriyeli. Bunun nedenini, “Türkçemiz iyi değil o yüzden kendi dilimizi bilen işçi çalıştırıyoruz” diye açıklıyor.
Ama onlara iş veren müşterilerin Türkçe konuştuğunu hatırlatıyorum, o da müşterileriyle bir şekilde anlaştıklarını ve temiz iş yaptıkları için tercih edildiklerini anlatıyor.
Faysal, Türkiye’yi çocukluğundan beri sevdiğini, Osmanlı İmparatorluğu’nun 450 yıl Suriye topraklarında kaldığını bu yüzden örf ve adetlerimizin birbirine benzediğini söylüyor.
İşten, geçimden yana bir sıkıntısı yok. Ama Türkiye’de olay çıkartan, yerli halkla, devletle başı derde giren Suriyeliler’le aynı kefeye konmaktan rahatsız. “Beş parmağın beşi bir değildir, her toplumun içinde çürükler bulunur, hepimizi böyle zannetmeyin” diyor.
Çarşamba artık Halep ya da Şam’ın bir semti gibi
Şimdi de Çarşamba’dayız. Burası gerçekten Suriye’den bir köşe görünümünde. Dükkanlar tabelalarıyla Suriyeliler’i davet ediyor. Müşteriler gibi esnaf ve çalışanlar da Suriyeli. Kuyumcudan mobilyacıya, lokantadan hazır giyim mağazasına yüzlerce dükkan gün boyu Suriyeliler’e satış yapıyor, hizmet veriyor.
Mamduh Şaban Çarşamba’da bir hazır giyim mağazası işletiyor. Buranın rafları, duvarları tıka basa kadın giysileriyle dolu. İki de çalışanı var Mamduh’un, onlar da Suriyeli. 5 yıl önce Şam’dan gelmiş. Hikayesi diğerlerinden biraz daha farklı. Bugün 32 yaşında olan Mamduh Şaban Şam’da da aynı işi yapıyormuş. Kadın giyimi üzerine büyük bir mağazası varmış.
“Evim Şam’ın merkezinde mağazam ise kenar bir semtteydi, işlerim iyiydi. Güzel bir evimiz vardı, çocuklarımı rahatça büyütüyordum ama savaş Şam’ın dış mahallelerine kadar dayanınca” diye başlıyor hikayesini anlatmaya ve dükkanına defalarca bomba düştüğünü, orada iş yapma imkanının kalmadığını söylüyor.
Karısını ve iki kızı Maysa ile Bisan’ı alıp yasal yollardan Türkiye’ye gelmiş. Suriye’de işleri iyi olduğundan bir miktar birikimi varmış.
Mamduh Şam’daki mağazasına mal almak için sık sık Gaziantep ve İstanbul’a geldiğinden Türkiye’yi zaten iyi biliyormuş.
“Neden Bursa’da yaşamayı seçtin?” sorumu şöyle yanıtlıyor:
“İstanbul’da da tanıdıklarım vardı, ben bir iş adamı olarak hesabımı kitabımı yaptım Bursa’da hem kiralar daha uygun hem yaşam daha kolay. İstanbul çok kalabalık ve pahalı. Şimdi burada 600 lira ev, 1100 lira da iş yeri için kira veriyorum. Çocukların okulu yakın, anneleri onları kolayca götürüp alabiliyor.” Ve konuyu, “Bursa hem yeşil, hem güzel, hem adamı iyi” diye noktalıyor yarım Türkçesiyle.
Suriye’de adam kalmadı
Mağazaya gelip giden müşteri hiç eksik olmuyor. Tabii hepsi Suriyeli ve kadın. Mahduh’a müşterilerinin fotoğrafını çekmek istediğimi söylüyorum. O da tezgahın önünde giysi seçen anne kıza bu talebimi iletiyor. Hiç sorun olmadığını söylüyor, izin veriyorlar.
Daha sonra mağazanın hemen karşısındaki apartmana, Mamduh Şaban’ın evine geçiyoruz. Çocukların en büyüğü olan Maysa okulda. Mamduh’un eşi Ebdisam Anbar ve çocukları Bisan ile Vail evdeler. Evin annesi Ebdisam Anbar 25 yaşında. Büyük kızı Maysa 7 yaşında olduğuna göre demek ki evlendiğinde 18 yaşında bile değilmiş. Maysa’dan bir yıl sonra da Bisan doğmuş. Ailenin tek erkek çocuğu Vail ise henüz iki yaşında. O Türkiye’de dünyaya gelmiş.
Çocuklar çok sevimli. Her çocuk gibi… 6 yaşındaki Bisan çat pat Türkçe konuşuyor. Ana sınıfına gittiğini öğreniyorum. Okuldaki en sevdiği arkadaşları, Nursena, Sude ve Ecrin. Büyünce öğretmen olmak istiyormuş. Henüz bir yaşında bebekken ayrıldığı Şam ile ilgili hiç bir şey hatırlamıyor. Babaannesi ve anneannesiyle whatsapptan tanışıyor ve onları çok sevdiğini, görmek istediğini söylüyor. Ama bu isteği yakın zamanda gerçekleşmeyecek gibi görünüyor.
Mamduh Şaban şu anda Suriye’ye gitmenin güvenli olmadığını düşünüyor. Oysa gidebilse Şam’ın merkezindeki eviyle ilgilenecek. “Ev boş duruyor ne satabiliyorum ne kiraya verebiliyorum” diyor.
“Neden” diye sorduğumda çok kısa bir yanıt veriyor; “Suriye’de adam kalmadı.”
Savaşla beraber önce ekonomi bozuldu
Abdulaziz Hajjar Türkiye’ye 3 sene önce gelmiş ama Türkçe konusunda tanıdığım diğer Suriyeliler’den daha hızlı ilerlemiş. Türkçeyi yüzde elli konuşabildiğini söylüyor. Ve bu yüzde elli anlaşmak için yeterli oluyor.
İki senelik yüksek okul mezunu, Halep’te bir fabrikada muhasebeci olarak çalışıyormuş. “Savaşla birlikte ekonomi bozuldu” diyor. Her şeyin fiyatına yüzde 300 zam gelirken maaşların yüzde 10 arttığını, geçinmenin çok zor hale geldiğini söylüyor. Zaten savaş ilerleyince fabrikaların da kapandığını hiç iş imkanı kalmadığını, yine de ailesiyle birlikte doğup büyüdükleri topraklarda yaşamaya çalıştıklarını ama bombalar evleri de hedef almaya başlayınca canlarını kurtarmak için ülkelerini terk ettiklerini anlatıyor.
37 yaşındaki Abdulaziz Hajjar’ın Çarşamba semtinde ikinci el beyaz eşya sattığı bir dükkanı var. Üç çocuğunun ikisi Suriye henüz 15 günlük olan sonuncusu Türkiye doğumlu. Büyük oğlu Edip mühendis, küçük oğlu Ömer ise diş doktoru olmak istiyormuş.
O da Çarşamba’dan esnaf arkadaşı Mamduh Şaban gibi İstanbul’u daha önceden tanıdığı halde yaşamak için Bursa’yı seçmiş. “Çünkü” diyor, “Amcam İstanbul’da ama evler çok pahalı, yaşam daha zor. Bursa daha uygun ve daha güzel, buradaki Türk komşularımızla da iyi anlaşıyoruz…”
Türkiye’de yaşayan Suriyeliler’in büyük bölümünü çocuklar ve gençler oluşturuyor
YAŞ |
ERKEK |
KADIN |
TOPLAM |
TOPLAM |
1.945.951 |
1.639.787 |
3.585.738 |
0-4 |
288.852 |
269.570 |
558.422 |
5-9 |
246.854 |
231.673 |
478.527 |
10-18 |
352.261 |
303.385 |
655.646 |
19-24 |
318.637 |
224.333 |
542.970 |
25-29 |
197.036 |
141.445 |
338.481 |
30-34 |
162.878 |
121.061 |
283.939 |
35-44 |
190.134 |
159.236 |
349.370 |
45-59 |
135.175 |
129.922 |
265.097 |
60-90+ |
54.124 |
58.162 |
112.286 |
Türkiye’ye gelen Suriyeliler’in yaş istatistiklerine baktığımızda yüzde 47’sinin 0-18 yaş grubunda olduğunu görüyoruz. Yaş ilerledikçe sayı azalıyor. 55 Yaşındaki Bessam Zakariya ileri yaşta ülkesini geride bırakan istisnalardan biri. Türkiye’ye ve Bursa’ya 5 yıl önce Şam’dan gelmiş. 7 çocuğu ve iki hanımı olduğunu anlatıyor. Çocuklardan 6’sı kız biri erkekmiş. Oğlunu 6 sene önce yani Türkiye’ye gelmeden bir sene önce ümmet almış ve onu bir daha hiç görmemişler. Bu dosyayı hazırlarken görüştüğüm Suriyeliler hükümet güçlerine ümmet diyor.
Halep’de konfeksiyon mağazası olan Bessam Zakariya ağırlıklı olarak din adamlarının giydiği kıyafetleri satıyormuş. Savaştan önce işlerinin iyi olduğunu, Kabe’ye bile cüppe gönderdiğini söylüyor.
Kızlarının çoğu evlenmiş, artık yanında sadece 11 yaşındaki Sena ve eşi Hanin var. Görmüş geçirmiş bir Suriyeli olan Zakariya 5 yıldır Türkiye’de yaşadığı halde hiç Türkçe bilmiyor. Suriye’de yaşananları ise hala aklının almadığını şu sözlerle anlatıyor:
“Doğma büyüme Halepliyim. Halep ve Şam’ın yüzde 90’ı sünnidir. Ama bizim her zaman diğer mezheplere mensup arkadaşlarımız, dostlarımız da oldu. Bu savaş toplumda kutuplaşma yarattı. Bu kutuplaşma sonucunda hükümet kuvvetleri de biz sunnileri hedef aldı. Halep ve Şam’da bombalanmadık yer kalmadı. Halep’de 4 ay boyunca elektrik ve su kesildi. Artık yaşama imkanı kalmamıştı. Ben güzel Halep’in nasıl o hale geldiğine ve insanların mezhep yüzünden nasıl böyle kutuplaştıklarına hala inanamıyorum…”
Bessam Zakariya’nın kızı Sena, 11 yıllık ömrünün yarısını Halep’de yarısını Bursa’da geçirmiş. İlkokul 4. sınıfa gidiyor. Okuldaki en iyi arkadaşları, Kamar, İnas ve Leva. İsimlerinden anlaşılacağı gibi onlar da Suriyeli. “Diğer çocuklarla yani Türkçe konuşanlarla aran nasıl” diye sorduğumda “eh işte” diyor. Büyüyünce ne olacağına henüz karar vermemiş. Peki 6 yaşına kadar yaşadığı ama sadece yıkık dökük halini hatırladığı Halep’i özlüyor mu? Onu da bilmiyor, savaş ortamında geçen çocukluğunu galiba pek de hatırlamak istemiyor.
Son söz
Bitirirken son bir kaç söz söylemek gerekirse, onlar bizim hiç yaşamadığımız koşulların içinden geliyorlar. Savaş bizim için bir sözcükten ibaret ama onlar savaşı yaşamışlar, ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Ve savaşın yok edici etkisinden ancak kaçarak kurtulmuşlar.
Geri dönecekler mi? O yakın vadede pek kolay görünmüyor. Çünkü Suriye yönetimine güvenmiyor ülkede koşulların yakın zamanda düzeleceğine inanmıyorlar.
Özellikle çocuklar hızla Türkiye’ye, eğitim sistemimize uyum sağlıyor, biraz sancılı da olsa sosyal ilişkilerini geliştirme konusunda büyüklerinden daha başarılı görünüyorlar. Ve Türkiye beş yılı aşan göç sürecinde galiba Suriyeli gerçeğine yavaş yavaş alışıyor.