Temelkuran: Kişisel antropoloji kitabım

Yazar Ece Temelkuran, bir dönemi çocuk gözüyle anlattığı Devir romanının, özel bir kitap olduğunu söyledi. Devir’in “kişisel antropoloji” kitabı olduğunu belirten yazar, “Unutmadıklarım kadar, hatırladıklarımı da yazdım” dedi.

Temelkuran: Kişisel antropoloji kitabım

DİLEK ATLI

Son yıllarda romanlarıyla öne çıkan Ece Temelkuran, Bursa’da okurlarıyla buluştu. Yazar Temelkuran’la, Can Yayınları’ndan çıkan son kitabı Devir’i konuştuk.

Kitaptaki karakterleri değerlendiren Temelkuran, “Çocukken gözlemlediklerim kadar ailemden parçalar da kitapta yer alıyor” dedi.

 

Devir romanını size ne yazdırdı?

 

Tek bir şey değil elbette, birçok etken var. İnsanın hamurunun ideolojilere göre pek değişmediği örneğin. Çiğse çiğdir, çiğ değilse çiğ değildir… İkinsinden biridir. Ve de unutmamamız için bize verilenlerin, aslında hikayenin tamamı olmadığı fikri. Çünkü hatırladıklarımız da var.

 

Çocuk dilinden, Ayşe ve Ali’nin dilinden yazmak, Devir’i diğer dönem kitaplarından ayıran bir özellik mi?

 

Çocuk dili bana çok yakın geliyor. Çünkü şiirsel bir dil olduğunu düşünüyorum. Bu şiir dilini kullanarak ilerlemek benim için oldukça sorunsuzdu. Dolayısıyla ben, çocuk dilinin sıkıcı olabileceğini hiç düşünmedim. Ama sadece bana rahat geldiği için de bu dili kullanmadım. Kitapta geçen dönemi başka türlü anlatmak benim için mümkün değildi. Büyüklerin gözüyle anlattığınızda, o büyüklerin siyasal angajmanları öne çıkıyor ve bunlar sorgulanmaya başlıyor. Çocuk gözü olunca bu sorun ortadan kalkıyor ve bu kadar çılgın bir dönemi berrak bir şekilde algılayabiliyorsunuz.

 

Aileniz, çocukluğunuz ne kadar var Devir’de?

 

Epey varız. Sonuç olarak kişisel antropoloji kitabı bu aslında. O devirde ben nasıl hissediyordum, ben neler görmüştüm gibi soruların üzerinde düşünerek çıkardığım birçok parça var. Dış görünüş ve çok konuşmak gibi özelliklerle Ayşe’ye yakın dursam da, kendimi Ali’ye daha çok benzetiyorum. Diğer taraftan annem var, babam var ama çok fazla kardeşim var.

 

Ne zaman roman yazsanız yurtdışına çıktığınız, orada uzun süre kaldığınız ve takıntılı bir şekilde belli bir diziyi izlediğiniz doğru mu? Devir’in yazım sürecinde neler yaptınız?

 

Evet, doğru. Devir için Ankara’ya çok gittim. Aylarca Ankara’da kaldım. Zagreb’e gittim, geldim. Amsterdam’da 2 ay kaldım. Biraz Avrupa’yı dolaştı bu kitap. Bunun dışında çok okudum. Neredeyse, uyanık olduğum her an okudum. Çokça arşiv ve belge üzerinde çalıştım. Dönemi farklı açılardan görebilmek için bolca anı, tarih kitabından yararlandım. Herhalde, bu kitap için daha öncekilerde olmadığı kadar çok okumuşumdur.

 

UNUTMAMAK VE HATIRLAMAK…

Kitapta vurguluyorsunuz: Unutmamak ve hatırlamak… İkisi arasındaki farkı siz nasıl tariflendiriyorsunuz?

 

Kişinin kendi hayatının üzerinden yola çıkarak bu farkı düşünmesi daha kolay oluyor. Anneniz size, sizinle ilgili birtakım hikayeler anlatır. Şu zaman şunu yapmıştın, biz ne çok gülmüştük ya da çok üzülmüştük gibi. O hikayelerin bazıları çok fazla tekrarlanır ve siz onları asla unutmazsınız. Ama aynı hikayeyi kendiniz hatırlamaya başladığınızda unutulmaması için ısrar edilmiş kısmıyla değil, tüm kısımlarıyla hatırlamaya başladığınızda hikayenin size anlatıldığı gibi olmadığını görebilirsiniz. Unutulmaması gereken bir noktadır ama hatırlanması gereken o noktayı çevreleyen durumdur, şartlardır. Hatırlamakla unutmamak arasındaki fark burada çıkar.

 

Kitabı okurken önce Ayşe’nin annesi Sevgi’ye, sonra da babası Aydın’a tepki duyuyorsunuz. Diğer taraftan ikisini de kendi içlerinde anlayabiliyorsunuz. Bunda karakterlerin yaşadığı devrin etkisi mi var?

 

Evet, var. İlk önce Sevgi’ye sinir oluyorsunuz. Sonra Aydın’ı korkak buluyorsunuz. Halbuki bunların hiçbiri değiller. Dönemler insanları o hale getiriyor. Bizi sınayan ‘ilginç zamanlar’ bunlar. Kimin kim olduğunu, neyi ne kadar yapabileceğini ortaya çıkaran zamanlar. Sevgi ve Aydın, kitapta böyle ortaya çıkıyor. Sonuç olarak seçtikleri şey de güvenli bir hayat.

 

Kitapta Ankara’nın kuğuları, kelebekler ve Bülent Ersoy da sıklıkla yer alıyor. Bunlar neyi temsil ediyor?

 

Kelebek, daha önce yazdığım Kıyı Kitabı’nda da var. Kozasından erken çıkmış kelebekler… Burada da aslında ona gönderme yaparak kelebekleri kullandım. Ama bunun dışında kelebekler bende hep yaşama isteği, hayata tutunmak gibi duygular uyandırır. Bülent Ersoy ile ilgili de şunları söyleyebilirim ki çılgın dönemlerde insanlar kendilerine bir “cadı” seçerler ve işlerinin ters gitmesini o cadıya bağlarlar. Dönemin magazin gazetelerine hatta siyasi gazetelerine bakıldığında o devrin cadısı da Bülent Ersoy. O da bunun böyle olmadığını göstermek için hiçbir şey yapmıyor. Göz önünde olmaktan kaçınmıyor ama işler karışınca ilk kurban edilenlerden biri. Tüm olanları bir “cadı”ya bağlama ve cezalandırma durumunu anlatmak için Bülent Ersoy’u seçtim. Kuğu ise zarafet, güç ve sabrın temsili benim için. En çok da gücün temsili…

Sözün olmadığı aşklar

 

‘Bence devre göre aşklar da değişiyor. Bu dönemde hiç cümle kurmadan aşık olan, aşık olduğunu zanneden insanlar var. Sözün olmadığı aşklar… Sözün olmadığı aşklar, düşüncenin olmadığı, yani üzerinde hiç düşünülmeyen bir durum demek. Çünkü sözcüklerle düşünüyoruz. Bu devirde önceki dönemlerdeki gibi, kelime haznesi geniş bir aşkın 

HABERİ PAYLAŞ
ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X