Trump, başkanlık yarışında Obama’nın DEAŞ ile mücadele stratejisini eleştirirken göreve geldikten sonra Obama’nın stratejisinde minimal ama aynı zamanda DEAŞ savaşını daha yıkıcı ve jeopolitik çıkmazlara yol açacak şekilde değişikliler yaparak devam ettirdi.
Obama, DEAŞ stratejisini, örgüte karşı hava saldırısı düzenlemek, örgütün finansal kaynaklarını kurutmak, bölgedeki yerel müttefik kuvvetlere eğitim ve silah desteği vererek örgütün tekrar dirilmesini engellemek, örgütün ideolojisine karşı mücadele etmek ve örgütten alınan bölgeleri tekrar inşa etmek için uluslararası destek toplamak üzere beş ana başlıkta tanımlıyordu.
Trump, başkanlığının ilk haftasında, ABD Savunma Bakanlığına (Pentagon) yaptığı ziyaret sırasında Savunma Bakanı Jim Mattis’ten DEAŞ ile mücadele stratejisinin gözden geçirilmesini ve değişiklik yapılacak noktalar konusunda rapor hazırlanmasını istedi.
Mart 2017 ortalarında tamamlanan rapor gizli tutulsa da Bakan Mattis, mayıs ayında bir televizyon programında yönetimin DEAŞ stratejisinde iki değişiklik yaptığını açıkladı. Mattis değişiklikleri, güç kullanma yetkilerinin sahadaki komutanlara bırakılması ve DEAŞ’ı güçlü olduğu şehirlerde çevreleyerek yok etme şeklinde tanımladı. Bunların dışında Obama stratejisinin kapsamı büyük ölçüde korundu.
Birinci değişiklik DEAŞ’a karşı daha hızlı hareket etmek, ikinci değişiklik örgütün elindeki şehirlerde bulunan yabancı savaşçıların kaçmasını engellemek için yapıldı.
Trump yönetimi bu değişikliklerle DEAŞ’ı daha hızlı şekilde yok edeceklerini iddia etse de bu stratejinin sivil kayıplar ve şehirlerdeki altyapı yıkımının artmasını kaçınılmaz kılacağı ve DEAŞ’la mücadele misyonunun sapmasına da yol açtığı yorumlarını beraberinde getirdi.
Sivil kayıplarda sahadaki komutanların kararları dikkati çekti
Obama döneminde güç kullanma yetkileri Washington’da tutuluyordu. “Aktif savaş alanı” olarak tanımlanan Suriye ve Irak’taki rutin hava saldırıları dışında özellikle sivil yerleşim alanlarına yönelik saldırılar veya DEAŞ terör örgütüne ait kamplara karadan yapılan baskınlar, DEAŞ karşıtı koalisyon olan Birleşik Görev Gücü’nün Birleşik Hava Harekat Merkezi’nde (CAOC) analiz edilip uygun seçenekler Merkez Kuvvetler Komutanlığına (CENTCOM), oradan da Pentagon’a geliyordu. Pentagon’un Beyaz Saray’dan aldığı onay üzerinden harekat icra ediliyordu.
Bu bürokratik sürecin Trump döneminde ortadan kalkmasıyla operasyonlarda sivil kayıpların arttığı ve yetki devrinin bu kayıplara neden olduğu eleştirileri geldi.
Trump yönetiminin DEAŞ stratejisini değiştirmesinden kısa bir süre sonra Musul ve Rakka’nın çevresindeki yerleşim birimlerinde düzenlenen saldırılar hakkında bağımsız sivil toplum kuruluşlarının raporlarıyla yüzlerce sivilin hayatını kaybettiği ortaya çıktı. Sadece mart ayında Musul’un batısında 230, Rakka’nın Mansura beldesinde 40, Halep’in Cina köyünde 58 kişinin yaşamını yitirdiği belirtildi. Tüm bu saldırıların kararının bölgedeki komutanlarca verilmiş olması dikkati çekti.
Pentagon sivil kayıpların bölgedeki karar verici pozisyonlardaki komutanlarla alakalı olmadığını iddia etse de sivil kayıp riskleri başta olmak üzere operasyonların hasar risk analizleri bölgedeki komutanlarca onaylanıyor.
Sahadaki komutanların kararları PYD/PKK’ya yaradı
En son açıklanan rakamlara göre ABD’nin Suriye’de 2 bin askeri bulunuyor. Bu rakamın dışında geçici görevle bölgeye gönderilen ve sayısı bilinmeyen askerler söz konusu.
Bu durum Obama döneminde de mevcuttu ancak Trump döneminde bu şekilde konuşlandırılan askerlerin bir kısmı, DEAŞ ile mücadele dışında bazı görevler icra etmek üzere de kullanıldı. Örneğin Münbiç’te PYD/PKK militanlarını Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) karşı korumak üzere bir devriye birliği görevlendirildi. Bu devriye gezme kararı Pentagon tarafından değil bölgedeki komutanlarca verildi.
Aynı şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) Suriye’nin Karaçok bölgesine yaptığı hava harekatından sonra zırhlı ABD araçlarının PYD/PKK’ya güvence vermek üzere gönderilmesinin de bölgedeki komutanların kararı olduğu konuşuldu.
Ayrıca, SDG ismini kullanan PYD/PKK militanlarının Fırat Nehri’nin güneyindeki Tabka şehrine yakın bir bölgeye helikopterlerle taşınması ve ilk kez Apache tipi Amerikan saldırı helikopterlerinin PYD/PKK’ya yakın hava desteği vermek üzere kullanılması kararının da bölgedeki komutanlarca verildiği belirtilmişti.
Trump’ın bölgedeki komutanların yetkilerini genişletmesi sonucunda sahadaki komutanların kararları en çok PYD/PKK’ya yaradı.
Rakka bahanesiyle PYD/PKK’ya silah yardımı
Trump yönetimi Obama’nın yerel güçlere askeri eğitim ve silah desteği politikasını devam ettirdi ancak Obama Türkiye’nin eleştiri ve itirazlarından dolayı PYD/PKK’ya askeri yardımı SDG çatısı altında yer aldığı iddia edilen Suriye Arap Koalisyonu perdesi altında sağlıyordu.
Trump’ın, mayıs ayında Rakka operasyonu bahanesi ile PYD/PKK’ya silah yardımı talimatını vermesi büyük tartışmalara yol açtı.
Türkiye bu konuda baskı uygularken Pentagon verilen silahların sadece Rakka operasyonu ile sınırlı olduğunu iddia ediyordu.
Pentagon, silah yardımlarının miktarlarını açıklamazken açık kaynaklarda ve Türkiye’nin resmi kaynaklarına göre PYD/PKK’ya 4 bin tırdan fazla silah yardımı yapıldığı belirtiliyor.
Rakka operasyonu bittikten sonra ABD, PYD/PKK’ya yardımı tekrar gözden geçireceğini duyurdu ancak bu konuda bir adım atılmış değil.
ABD silah yardımını durduracakken PYD/PKK’ya ordu kurduruyor
Pentagon, DEAŞ operasyonları tamamlandıktan sonra PYD/PKK’ya silah yardımlarının durdurulacağını ve ağır silahların geri toplanacağını kaydetti.
Ancak PYD/PKK’nın operasyon alanının Deyrizor kırsalına inmesi ile ABD’nin örgüte askeri yardımı askıya almasının söz konusu olmadığı ifade ediliyor.
Bakan Mattis başta olmak üzere birçok üst düzey ABD’li yetkili Cenevre’deki Suriye görüşmelerinde diplomatik bir çözüm bulunana kadar ABD’nin bölgedeki askeri varlığını koruyacağını söyledi. Bu durumda ABD’nin Suriye’de PYD/PKK ile iş birliğinin uzun süre daha devam edeceği konuşuluyor.
ABD’nin bölgede uzun süre kalacağı tartışmaları devam ederken ABD öncülüğündeki DEAŞ karşıtı koalisyondan tartışma yaratacak bir açıklama geldi. Koalisyon Sözcüsü Ryan Dillon koalisyonun PYD/PKK bölgesinde sayısı 30 bini bulacak bir “Sınır Güvenlik Gücü” kuracağını açıkladı.
Sınır Güvenlik Gücü’nün 15 bin kişilik kısmının PYD/PKK’nın paravanı SDG saflarında bulunan militanlardan oluşacağı ifade edilirken 15 bin kişinin de yeni istihdamla sağlanacağı bildirildi.
Bu plana Türkiye’nin şiddetle karşı çıkması üzerine ABD projenin sınır güvenliği olmadığını, iç güvenlik gücü olduğunu iddia etti.
Böylece Trump yönetimi Obama’dan devraldığı DEAŞ stratejisinin yerel güçlerle çalışma ayağını bölgede düzenli bir ordu kurmaya varan jeopolitik sonuçları olabilecek bir noktaya getirmiş oldu.