Uludağ’ın toprak anası

Ömrünün büyük bölümünü Toroslardan Karadeniz’e Doğu Anadolu’dan Güneydoğu Anadolu’ya kadar arazide, bitki türlerini inceleyerek geçirmiş Prof. Dr. Gönül Kaynak. 1984 yılında geldiği Bursa’da ise Uludağ’ın bitki çeşitliliğiyle tanışmış, başka hiçbir coğraf

Uludağ’ın toprak anası

Prof. Dr. Gönül Kaynak, yaşayan biyoloji laboratuvarı olarak tanımladığı Uludağ’ı karış karış gezerek toprakta can bulan bitki türlerini araştırmayı sürdürüyor. O, bitkilere sıkı sıkıya, sevgiyle tutunmuş, “Uludağ gibisini görmedim” diyor.

Bazı insanlar vardır, neden yaşadıklarını bilirler. Ömrünü Türkiye’deki bitki çeşitliliğini ortaya çıkarmaya adamış, Uludağ’ın toprak anası Prof. Dr. Gönül Kaynak da onlardan biri. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Botanik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gönül Kaynak’a  göre bitkiler, insanlar ve diğer türler için çok gerekli bilgilerle dolu, yaşayan biyoloji laboratuvarı…  O’na göre bir orman, bir bitki yok edildiğinde koskoca bir laboratuvarı kaybediyoruz, bir daha asla onarılamayacak bir laboratuvar. Gönül Kaynak, ömrünün büyük bölümünü Toroslardan Karadeniz’e Doğu Anadolu’dan Güneydoğu Anadolu’ya kadar arazide geçirmiş. 1984 yılında geldiği Bursa’da ise Uludağ’ın bitki çeşitliliğiyle tanışmış, Uludağ’ın bitki yaşamıyla ilgili çalışmalar yapmış, insan eliyle tahrip edilen, nesli tükenen ve başka hiçbir coğrafyada görülmeyen endemik bitkilerin varlığını kanıtlamış… Prof. Dr. Gönül Kaynak, Uludağ’ı karış karış gezerek toprakta can bulan bitki türlerini araştırmayı sürdürüyor. O, bitkilere sıkı sıkıya, sevgiyle tutunmuş, “Uludağ gibisini görmedim” diyor. Yaptığı çalışmalar sonucunda Uludağ’da yaklaşık bin 300 bitki türü olduğunu saptadı. Bu bitkilerin 172 tanesi Türkiye endemiği olup, bitkilerin 32’si ise yalnızca Uludağ’da görünen endemik tür…

►Haberin fotoğraf galerisi için tıklayın…

Gönül Kaynak, 1973 yılında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji bölümünden mezun oldu. 1974 Nisan ayında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji kürsüsünde asistan olarak başladı. 2 yıl asistanlık yaptı. 1976 yılında Fen Fakültesi Biyoloji bölümünde asistan olarak göreve geldi. Doktorasında bitkilerle ilgili çalışmaya başladı. Bu doktora çalışması Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun yarısından fazlasını kapsıyordu. Eşiyle birlikte bitki toplamak üzere dolaştı karış karış Türkiye topraklarını. 1979 yılında doktora tezini bitirdi. 1984’te Uludağ Üniversitesi’nde göreve başladı ve arazi çalışmalarını yoğunlaştırdı.

 

Yıllarca Toroslarda, Karadeniz’de çalışmalar yapıp bütün Türkiye’yi dolaştınız. Hala da arazide çalışıyorsunuz. Yaptığınız çalışmalar sonucunda bu türün endemik olduğu nasıl araştırılıyor?

 

Bugün kayıtlı 10 cilt Türkiye florası var. Son cilt Türk botanikçileri tarafından yazıldı ama daha önce İngiliz botanikçi Peter Handland Davis tarafından yazıldı. Şu anda yeni Türkiye florasının versiyonu yeniden ele alındı. Türk botanikçilerinin sayısı arttıkça bu coğrafyadaki tür sayısı hızla yükseldi. Bugün Avrupa kıtasında 12 bin bitki türü var. Sadece Türkiye florası 12 bine yakın. Dolayısıyla bizim ülkemiz bitkisel çeşitlilik adına inanılmaz, endemik dediğimiz türlere sahip. Yani bu türler sadece Türkiye’de yaşıyor. Örneğin sadece Uludağ’da olan bir tür, Türkiye’de başka hiçbir yerde yoksa o Uludağ için endemiktir. Bugün Uludağ’da 172 tane endemik tür var. Bu türlerin 32’si sadece Uludağ’a özgüdür. Yani Türkiye’de sadece Uludağ’da yaşıyor. Bursa’ya geldiğimden beri Uludağ ile ilgili çalışmalar yapıyorum. Araziye çıkıyoruz bitkileri topluyoruz kurutuyoruz. Çalışmalarımız devam ediyor. Hala gitmediğim yerleri var çünkü Uludağ tek bir dağ değil. Batıdan doğuya 45 kilometrelik bir alanı kaplıyor. Uludağ Üniversitesi bünyesindeki bitkilerin tutulduğu herbaryumda kurutulmuş ve üzerinde çalışılmış 40 bin bitki bulunuyor.  

Uludağ’ın bu kadar çok bitki türü içermesinin, nedeni nedir?

Her şeyden önce Bursa’nın rakımını düşünürsek burası 150 metre, Çekirge biraz daha yüksek. Çekirge’den Uludağ’a çıktığınız zaman 200 metreden 2 bin 545 metreye çıkıyorsunuz. Bu sahip olduğu yükseklik farklı iklim türlerini oluşturuyor. Eteklerinde, Çekirge’nin üst kısmında Bursa şehrinin iklimi  varken, yükselmeye başladıkça iklim gittikçe değişiyor. En zirvede, çok soğuk, buzlu bir iklime dönüşüyor. Akdeniz ikliminin değişik tiplerini en üste kadar taşımış oluyor Uludağ. Bu iklimdeki farklılık, yükseklik farkı, jeolojik yapısından kaynaklanan özellikler, farklı habitatların, yaşam alanlarının oluşmasına neden oldu.

 

ULUDAĞ GİBİSİ YOK…

 

Dolayısıyla ormancılık açısından da son derece önemli değil mi?

Dünyada bu şekilde dağ sayısı çok azdır. Bu, iklim değişikliğe bağlı olarak Uludağ’da vejetasyon katları oluşmuştur. Çekirge’den 350 metreye kadar maki dediğimiz kısa boylu çalıların oluşturduğu, kurağa dayanıklı, onların dışında yer yer meşeler yer alır. 350 metreye kadar bu kuşak yer alır. Ancak bu katmanı görmeniz ne yazık ki mümkün değil. Artık dağın belki farklı bakir olan yerlerinde karşılaşabiliyorsunuz ama ne yazık ki bunları da kaybettik. 350 metreden sonra kestane, gürgen, ıhlamur, meşe ve dişbudakların katıldığı nemli geniş yapraklı bir orman kuşağı geliyor. Bu 700 metreye kadar çıkıyor. Sonra 700’e doğru biraz kayın karışıyor. 700 metre ile 900- 1000 metreye kadar olan arada bu sefer, kayın kuşağı yer alıyor. Sonra karaçamın olduğu bir kuşak geliyor. Bin 200 metrelere kadar yer yer görülüyor. Bunun üzerinde göknarlar kuşağı başlıyor. Yer yer kayınlarla ve çamlarla karışık bir orman oluşturuyor. Bu kuşağın üzerinde Sup Alpin kuşak geliyor. Bin 900 metreden itibaren Sup Alpin kuşağı başlar. Sup Alpin kuşağının bitkisi 2 bin 200 metrelere kadar devam ediyor ve orada bodur artış dediğimiz ağaçlar bu alanda büyük bir yer kaplar. İşte, bodur ağaçlar içinde birçok endemik türe ev sahipliği yapar. Daha sonra bodur artışların bitiminden sonra artık Alpin dediğimiz bölgeye doğru, bu alanlarda özellikle yem verici bitki dediğimiz festuka adı verilen graminelerin örttüğü çayırlık alanlar başlar. Bu çayırlık alanlar su kaynakları tarafından beslenir ve birçok endemik bitkinin yaşam alanıdır.

Yani, en çok endemik bitki Sup Alpin, Alpin dediğimiz bu bölgeden mi çıkıyor?

Alpin dediğimiz bu bölgede aynı zamanda taşlık açık alanlar, dik kayalık yamaçlar vardır. Bunların her biri farklı yaşam alanı oluşturur. Bu kuşakların her birinin ekolojik özellikleri farklıdır ve kendilerine özgü bitki hayvan türlerini taşırlar. Uludağ gibi Türkiye’de başka bir dağ söz konusu değildir. Ne Karadeniz’de ne de Toroslarda ya da bir başka dağda Uludağ’daki kuşağı göremezsiniz. Uludağ bu nedenle hem Türkiye hem de Avrupa için son derece önemli bir dağdır. Bu 172 endemik türünün çoğunluğu Oteller Bölgesi başta olmak üzere Sup Alpin, Alpin bölge endemik türlerin en yoğun görüldüğü yerlerdir. Bugün de en fazla tahribatın yapıldığı alanı oluşturur. Bütün bu endemik türlerin yayılmış olduğu yer ise Oteller Bölgesi, 1. ve 2. Turizm Gelişim Bölgeleri. Kirazlıyayla, Bakacak, Sarıalan, Çobankaya, Volfram madeni çevresi, Kuşaklıkaya, Pınarcık üstleri, Soğukpınar çevresi, Sorgun endemiklerin yoğun olarak bulundukları yerler. Alaçam üstü, Göller Bölgesi, Aras Vadisi endemik türlerin en fazla bulunduğu alanlar.

Uludağ’ın aynı zamanda yeni türlerin oluşumu bakımından da büyük bir potansiyele sahip olduğunu söyleyebilir miyiz?  

Evet, özellikle Uludağ’ın güney kesimine döndüğünüz zaman birden bire habitat, bitki örtüsü değişir. Güneyi daha sıcak, daha az yağış alır ve daha kurak ormanlarla karşılaşırız. Uludağ’ın güneyinde kızılçam, karaçamdan oluşan ormanlar var. Uludağ’ın güneyinde Toroslardan bitkilerin girişi var. Orada farklılaşarak evriliyorlar. Bizim tespit ettiğimiz yeni türlerin hepsi Uludağ’ın güney kesiminden. Soğukpınar’ın çevresinden. Yeni tür olduğunu belgeledik ve dünya florasına kattık. Son yapılan çalışmada Linum Pamphylicum, Paeonia mascula, Arasicola, Prometheum chrysanthum, Uludaphense, Dianthus goekayi, Alyssum dudleyi, Centourea kaynakiae, Cota hamzalıoglui adını verdiğimiz 6 yeni tür bilim dünyası için tanımlanmıştır. 

 

YENİ BULUNAN CİNSE REKTÖR YURTKURAN’IN İSMİNİ VERDİ   

 

Arazi çalışmalarınız sırasında sizi en çok etkileyen tür neydi?

Yaklaşık 10 yıl önceydi… Katırlı’nın florasını yüksek lisans öğrencime vermiştim. Araziye çıkmıştık. Bizim fakültenin bir minibüsü var. Kalabalıktık. Arazideyken hiç yolu bilmem. Devamlı dışarıda bitki bakarım. Şoförün yanında oturuyorum gözüme bir anda bir şey çarptı. Hemen durdurdum ve geri geldik. Gittiğim zaman şaşkına döndüm. Bu bitki Verbaskum yani sığırkuyruğuydu. Her yerde görmüşsünüzdür. Bunun hepsi sarı çiçekli bir bitkidir. Her bitkinin doğduğu ve ortaya çıktığı bir yer vardır dünyada. Buna gen merkezi denir. Ondan sonra bu tür yavaş yavaş dünyaya yayılır. İlk defa ortaya çıktığı yer gen merkezidir. Bu çiçeğin gen merkezi de Türkiye’dir. Türkiye’de 300’e yakın türü var. Bunlar sarı çiçeklidir. Sadece daha önceden bilinen bir türü bordo renkli ve yeşilimsi üzerinde pembelik olan bir türü vardır. Ama bu bildiğin menekşe moruydu. Bunun çok farklı olduğunu biliyordum ve o renk bir Verbaskumu görmek bende hayretler uyandırdı. Mustafa Yurtkuran rektördü ve bizlere bu çalışmalarımızda çok destek vermişti. “Bursa bitkileri” kitabının basımında da büyük destek verdi bu çiçeğe Mustafa Yurtkuran’ın ismini verdik. Verbaskum yurtkuranianum oldu adı. Beni çok heyecanlandırmıştı. Her bitkiyi gördüğümde heyecanlanıyorum ama farklı olduğunu gördüğüm zaman bambaşka oluyorum. Bu son yaptığımız yeni bulduğumuz bir türe ise “Dianthus goekayi” yani  yıllarca benimle birlikte arazilerde çalışan, bana çok desteği olan eşimin ismini verdim.

ENDEMİK BİTKİLERİN GELECEĞİ TEHLİKEDE

 

Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşam Ortamlarını Koruma Sözleşmesi dediğimiz Bern Sözleşmesi var. Bu sözleşme listelerinde Türkiye’de nadir ve tehlike altındaki türler, korunması gereken habitatlar listelenmiştir? Uludağ bu listede nasıl geçiyor?

 

Her tür için tehlike kategorisi belirlenmiş. Bunların içinde “çok tehlikede” dediğimiz, yani dar alanlarda yaşayan ve yok olma tehlikesi altındaki lokal endemiklerden 13’ü Uludağ’da yaşıyor. “Tehlikede olan” kategorisinde ise, gelecekte “çok tehlikede” statüsüne girmeye aday ve olgun birey sayısı 2 bin 500’ü geçmeyen ve en çok 5 yerde görülen endemiklerden 19 tür yine Uludağ’da. “Zarar görebilir” statüsünde de 10 yıl içinde popülasyonlarındaki azalma oranı yüzde 30 olan endemik statüsündeki 21 tür de Uludağ’da bulunuyor. Uludağ’da yine “Tehlike altına girebilir ve zarar görebilir” kategorisine yaklaşmış 30 tür var. “Az tehlike altında” 84 tür var. Veri yetersiz olan ise 6 tür bulunuyor. Bu, Uludağ’ın ne kadar önemli olduğunu gösteren önemli bir kriter.

 

DÜNYANIN GÖZBEBEĞİ 3 TÜR ULUDAĞ’DA YAŞIYOR

 

Uludağ yine, Dünya Doğayı Koruma Vakfı ve Doğal Hayatı Koruma Derneği tarafından 1999’da öncelikli koruma alanları içerisine alındı. Şu anda tehlikenin boyutu nedir?

Türkiye’nin önemli bitki alanlarını belirleme projesi bu. Bu proje kapsamında öncelikli alan Uludağ. Nedeni ise bitkisel çeşitlilik merkezi olmasıdır. Onun dışında dünya ölçeğinde nesli tehlike altında olan 3 bitki türünün yaşam alanı Uludağ. Avrupa ölçeğinde nesli tehlike altında olan 54 bitki türünü barındırıyor. Ayrıca sakallı akbaba ve kaya kartalının üreme popülasyonlarını bulundurmasından dolayı, önemli kuş alanı aynı zamanda. Bu türlerin dışında Türkiye’de nadir bulunan türlerden 16’sı Uludağ’da yer alıyor. Korunması gereken habitatlar listesinde yer alan, zengin tür çeşitliliği içeren genel habitatlar ve tehlike altındaki habitatları barındırıyor olması dünya tarafından da takip edilmesini sağlıyor. Bütün bunlar Uludağ’ın korunması gereken bir alan olduğunu gösteriyor ancak hiçbir koruma statüsü yok.

 

APOLLON KELEBEĞİ’NİN ÜREME ALANI YOK OLUYOR

 

Doğaya en fazla tahribatı insan veriyor. İnsan kadar zarar veren bir canlı yok. Uludağ ciddi bir yapılaşma tehdidiyle karşı karşıya. Pek çok otel var, yanlış yapılaşma, kesimler, otlatmalar var. Bu Uludağ’ın geleceğini nasıl etkileyecek?

 

Şu anda hiçbir koruma statüsü yok. Gerçek anlamda koruma niyeti göremiyoruz. Orada yine turizm yapabilirsiniz ama doğayı bozmadan. Buranın bitkisel zenginliğini, doğal yapısını turizm olarak kullanabilirsiniz. Bunu doğayla uyuşan doğanın reddetmeyeceği şekilde binalarla yapabilirsiniz. Burada milli park statüsünü göremiyoruz. Bunların hepsi bitkilerin popülasyonuna zarar veriyor ve zamanla da yok oluyorlar. Bir kayak pisti açmak için kayaları tıraşlıyorlar. Apollon Kelebeği’nin üreme alanı… Bu kelebeğin besin kaynağı Sup Alpin bölgede bulunan kayalık alanlar. Kayalarda yetişen bir bitkiyle besleniyor. Eğer o kayaları tıraşlarsanız bu hayvanın yiyeceğini ortadan kaldırıyorsunuz doğa kendisi içinde o kadar uyumlu ki, siz o kayaları tıraşladığınız zaman o kelebeği yok ediyorsunuz. Bu endemik türler tükenecek. Bunların bir an önce korunma altına alınması gerekiyor. Bazı Avrupalı türlerin yaşadığı türler Türkiye’de başka hiçbir yerde yok. Farklı habitatları içeriyor. Turbalık türünü içeriyor örneğin. Bizim coğrafyada pek oluşmayan bir bitkidir. Bir bataklık formasyonudur. Bugün Uludağ’daki turbalık eski Oteller Bölgesi ile yeni yerleşim arasında sıkışıp kalmıştır. Bu yapılaşma neticesinde de yakında yok olacaktır.

 

Kaynak, bu çalışmalarını aynı zamanda “Bursa Bitkileri” isimli bir kitabın yanı sıra, yazdığı makalelerle de dünyaya anlatarak, Uludağ’ın bu gizemli dünyasını geleceğe aktarıyor. Dünya florasına katılan türlerin hepsinin bu çevreden olduğunu belirten Gönül Kaynak, Uludağ’da henüz tanışmadığı birçok bitki olduğunu söylüyor.

RÖPORTAJ: RABİA DENİZ

FOTOĞRAFLAR: AYKUT GÜNGÖR

 

HABERİ PAYLAŞ
ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X