Umut ekip mutluluk biçen adam

Veteriner hekim Ahmet Bülent Üçok, İznik’e bağlı Kırıntı Köyü’nde kendisine herkesin hayalini kurduğu bir dünya yaratmış. Doğal koşullarda hayvan yetiştiriyor, peynir üretiyor. Ormanın derinliklerine saklanmış doğanın bekçiliğini yapıyor.

Umut ekip mutluluk biçen adam

RABİA DENİZ / PAZAR SÖYLEŞİSİ

FOTOĞRAFLAR: AYKUT GÜNGÖR

“Kişinin eylemleri bencillikten tamamen arınmışsa, onu eyleme yönlendiren itki eşsiz bir yüce gönüllülük örneğiyse, hiçbir ödül beklemediği kesinse ve dahası yeryüzünde silinmeyecek izler bırakmışsa, işte o vakit gerçekten de, hataya yer bırakmayacak bir kesinlikle, unutulmaz bir insandan bahsediyoruz demektir.”

Fransız yazar Jean Giono, 1953’te Amerika’da yayımlanan Reader’s Digest dergisinin duyurduğu “Tanıdığım en olağanüstü karakter” teması için yazdığı Ağaç Diken Adam öyküsünde, hayatını ağaç dikmeye adayan sıradışı bir karakteri anlatır. Karakter Elzeard Bouffier, hayatının son otuz yılını çorak topraklara ağaç dikmeye adamıştır. Amacı, Provence’nin çorak topraklarını ağaçlarla yeşertmektir. İnsanın yaratıcı emeğinin doğanın cömertliğiyle buluştuğu ve dünyayı değiştirmeyi başardığı bu öykü geldi Ahmet Bülent Üçok’la tanıştığımızda aklıma. Ahmet Bülent Üçok, veteriner hekim. İznik’e bağlı Kırıntı Köyü’nde kendisine herkesin hayalini kurduğu bir dünya yaratmış. Milyonların deyip deyip bir türlü yapamadığını yapmış. Terk etmiş şehirleri. Doğal koşullarda hayvan yetiştiriyor, peynir üretiyor, keçilerle ilgili araştırmalar, melezlemeler yapıyor. Güney Marmara’nın kalbinde Doğu Karadeniz’i yaşıyor. Kayın, gürgen ağaçlarının arasında, ormanın derinliklerine saklanmış doğanın bekçiliğini yapıyor adeta.

MARMARA’DA DOĞU KARADENİZ’İ YAŞIYOR

Kırıntı bir mikroklima bölgesi. Küçük bir alanda bölgenin genel karakteristiğinden farklı bir iklimi yaşayabiliyorsunuz. Bu ormanda çok fazla bitki türü bulunuyor. Örneğin şu an koruma altında bulunan ve toplanması yasak olan salep bitkisi bu bölgede halen varlığını sürdürüyor. Bu muhteşem doğada çok seyrek görülen kara leylek yuvalanıyor. Karadeniz’e özgü yabani orman gülü de burada yetişiyor. Karayemiş, yaban mersini bu dağlarda görülen, bölgenin genel florasına uymayan unsurlar. Dedim ya Güney Marmara’da Doğu Karadeniz iklimi var İznik’e saklanmış bu köyde. Veteriner Hekim Ahmet Bülent Üçok ise kendisini merhametli kayın ve gürgen ağaçlarının gölgesine teslim eden hayvanların, ilkbaharda çiçeğe dönmüş tomurcukların yaşadığı bu saklı cennetin bozulmaması için mücadele veriyor.

* Topraklarının yüzde 65’inde madencilik faaliyeti yürütülen Bursa’da, verimli tarım alanları, su kaynakları, baraj gölleri ve mutlak koruma alanları feda ediliyor. Doğayı korumak pek de kolay değil ancak tam da bu yüzden insanlığın böyle sade hikâyelere ihtiyacı var. Hangi rüzgâr attı sizi buraya? 

Veterinerlik Fakültesi’ni Bursa’da bitirdim. Askerlik sonrasında bir veteriner ilaç firmasında yönetici oldum. Klinisyen olmak istiyordum. Çocukluktan beri hep hayvan ve doğa sevgisi olduğu için veteriner hekimlik benim birinci tercihimdi. Çocukluğumda Uludağ’da ailecek pikniğe gittiğimizde çok mutlu hissederdim. Ortaokul ve lise döneminde okuldan kaçıp dağa giderdim. Hayatımın akışını belirledi. Üniversite yıllarında dağcılıkla uğraştım. Bursa Beden Terbiyesi’nde Dağcılık Ajanlığı vardı ama atıl durumdaydı. Ona başvurdum. Dağcılık Federasyonu’nun eğitimlerine katıldım. 4 yıl beden terbiyesinin çalışmalarını yürüttüm. Türkiye’nin her dağına defalarca çıktım. Uludağ Üniversitesi Dağcılık Birimi’ni kurduk. Uludağ Dağcılık Kulübü oldu sonra. Mezun oldum, askerden sonra çalışmak gerekti, veteriner hekim olan eşimle birlikte klinik açacaktık. Kliniklerin durumu çok kötüydü cesaret edemedik. Firmalardan teklif geldi ve İstanbul’a gittik. 20 yıla yakın çeşitli görevlerde çalıştım. Türkiye’nin en büyük firmalarından birinin pazarlama müdürlüğünü yapıyordum. 2008 yılında emekli oldum.

* Sonra tekrar Bursa’ya geldiniz. Neden İznik Kırıntı? İlk geldiğinizde böyle bir yaşam şekli düşlüyor muydunuz?

Bu bölge İstanbul ve Bursa arasında, ikisine de yakın ama el değmemiş bir bölge. Coğrafya çok etkiledi, buraya yerleşmeye karar verdim. İstanbul’da çalışırken, 2000 yılında burayı aldım. Bir yıl sonra kulübeyi yaptım. Hayvanlar geldi. Burası bomboş çayırdı, hiçbir şey yoktu. Çobanlarım vardı burada. Hafta sonları gelip gidiyordum. 2008 yılında emekli olunca tamamen buraya geldim ve burada yaşamaya başladım. Doğa tutkum tetikledi. Benden önce de cennetti ben yalnızca bu güzelliği bozmamaya çalıştım. Bunu yaparken de doğal koşullarda hayvancılık yapılabileceğini göstermek istiyordum bir yandan da. Doğaya yakın, pastoral hayat.

DOĞAL KOŞULLARDA HAYVANCILIK

* Doğal koşullarda hayvancılık denince ne anlamalıyız? Pazarda ya da marketlerde “Organik” etiketiyle satılan ürünler güvenli mi?

Hayvanlardan en kısa sürede maksimum verim elde etmek için örneğin sığır yetiştiriciliğinde, hayvanları kapatılıyorlar bir ahıra, önlerine besi yemi, süt yemi konuluyor. Organik bir hayvan çiftliğinde bu hayvanlar 6 ay süreyle organik yemle beslendiğinde ürünler organik kabul ediliyor. Fakat bu hayvanlar hiçbir şekilde bir tutam yeşil ot yememiş, hiç güneş görmemiş olabilir. Organik olması doğal olması anlamına gelmiyor. Organik üretim dendiğinde artık tarımsal pazarlama yöntemini algılıyoruz. Asıl olan geleneksel, doğaya bağlı üretimdir. Bunun teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyorum ve biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Bizim hayvanlarımız yaylıma çıkıyor. Hiçbir şekilde süt yemi tarzı ürünler yemiyor. 30 keçim var ve kendimize yetecek kadar bir üretim yapıyoruz. Geçmişte 100’e yakın keçi vardı burada, bir o kadar da koyun… Ancak bunların bakımı zor oluyordu. Günün, mevsimin nasıl geçtiğini anlayamıyordum. “Ben niye emekli oldum da geldim buraya” diye sorgulamaya başladım. Doğayı yaşamak için! Oysaki çalışıyordum. Tarımsal üretim yapıyorum ama doğayı fark edemiyorum. Aksi gibi para da kazanamıyorum. Azaltmaya karar verdim ve ticaret kısmını da bırakıp, 30 keçiye düşürdüm. Onlar beni burada tutuyor. Doğada yaşamanın önemli bir etkeni de insanın uğraşı olması. Hiçbir işiniz olmasa burada bir hafta sonra sıkılmaya başlarsınız. Keçicilik benim için doğada yaşamanın bir anlamı haline geldi.

​PEYNİR ÜRETİYOR

* Hiçbir ticari kaygısı olmadan, yalnızca kendinize yetecek kadar doğal koşullarda üretim de yapıyorsunuz. Süt, yoğurt, peynir üretiminin yanı sıra mesleğinizle ilgili olarak yaptığınız araştırmalar da var mı?

Peynir atölyem var burada ayrıca keçicilikle ilgili araştırmalar, melezlemeler yapıyorum. Onların doğaya uyumunu takip ediyorum. Değişik türlü ırklar üzerinde duruyorum. Saanen keçisini Türkiye’ye ilk getirenlerden biriyim. 12 yıl önce değişik bir macerayla Amerika’dan Türkiye’ye uçakla değişik periyotlarda sekiz tane Saanen ırkı oğlak getirdik. Oradan kafeslerde uçağa bindirdik. Onlardan çok azından sağlıklı üretim yaptık. Mesela ahırdaki “Taytay”ın hem annesi hem de babası Amerika’dan geldi. Bunlar şov hayvanı yetiştiren bir çiftlikten alınıyordu. Kedim Mırki, atım Taycan ve buraya ben yokken sahip çıkan Kekik ve Poduk adında iki de köpeğim var. Artvin’de bir Abhaz keçisi türü var. Bu coğrafyaya çok uygun bir süt keçisi. Üzerinde hiç çalışma yapılmamış onları buraya getirip adaptasyon çalışması yapmak istiyorum.

 

KARA LEYLEK YUVALANIYOR SALEP, YABANİ ORMAN GÜLÜ YETİŞİYOR

* Burada aynı zamanda bitki çeşitliliği de var. Hatta Karadeniz’de yetişen özel bitkiler burada kafanızı çevirdiğiniz her yerde kendine yaşam alanı bulmuş, bölgede farklı bitki, hayvan türleri neler?

Burası bir mikroklima bölgesi. Küçük bir alanda bölgenin genel karakteristiğinden farklı bir iklim var burada. Marmara Bölgesi’nde Doğu Karadeniz iklimi yaşanıyor. Burada çok yoğun bir nemli orman oluşmasına yol açmış. Bu ormanda çok fazla bitki türleri var. Benim tanıyamadığım, hiçbir yerde görmediğim birçok bitki. Şu an koruma altında olan, toplanması yasak olan salep bitkisi bu bölgede halen görülüyor. Yine kardeleni de burada görmek mümkün. Burada mesela çok sayıda ötücü kuş var. Burada çok seyrek görülen kara leylek yuvalanıyor. Kara leyleğin bir bölgede yuvalanması için o bölgenin çok doğal olması gerekiyor. Karadeniz’e özgü yabani orman gülü de burada yetişiyor. Kara yemiş, yabanmersini bu dağlarda görülen, bölgenin genel florasına uymayan unsurlar. Burada hâlâ ayı var. Orman içerisine tür tespiti için foto-kapan kuruyorum. Ayı, kurt, tilki, yaban kedisi, yaban domuzu, porsuk, şahin, vaşak ve koruma altında olan yedi uyur da coğrafyada yetişiyor.

DOĞA TAHRİP EDİLİRSE BUNUN GERİ DÖNÜŞÜ OLMAZ

* Keçiler ne yiyip, ne yiyemeyeceğini biliyor, öyle ki bu bitki çeşitliliğine zarar vermiyor. Ancak iş insanoğluna gelince bu doğaya zarar veren başka canlı yok…

Evet, keçi hep ormana zarar veren bir hayvan olarak görülmüştür. Ormancılar yıllarca ormanda keçi beslemeyi yasaklamıştı. Ormana zarar veren keçi değil keçicidir. 

Keçinin yetişkin bir ormana zararı değil yararı vardır. Alttaki kuru tabakayı temizler. Sonradan yangına neden olabilecek örtüyü temizler. Dolayısıyla orman yangınlarını önlemede katkısı olur keçinin. Doğa zarar görecekse hayvan da zarar görecek ve biz de göreceğiz. Çiftlik hayvanı zarar görürse bu bir şekilde telafi edilir ancak doğa tahrip edilirse bunun geri dönüşü olmaz.

CIA AJANI DA OLDU YABANCI CASUS DA

* İstanbul’da her şeyi arkanızda bırakıp Kırıntı’ya yerleştiniz. Köydeki komşularınız tarafından nasıl karşılandınız?

​Bu bölge Acara bölgesidir. Buradaki 5 köy Gürcü köyüdür. Biraz kapalı bir özellikleri var. Dışarıdan bu bölgeye farkı birisi geldiğinde kuşku çekiyor. Ben İstanbul’da iyi bir iş sahibiyim, geliyorum burada keçilerle uğraşıyorum… Anlam veremediler öncesinde. Mutlaka bunun başka bir nedeni olduğunu düşünüyorlardı. Çeşitli efsaneler çıktı hakkımda. Bu adam aslında Ermeni, dedelerinin bıraktığı hazineyi arıyor dediler. Kimisi dağlarda esrar ekiyor keçi işin bahanesi dedi, kimisi de CIA ajanı, yabancı casus olduğumu söyledi. Fakat benim veteriner hekim olmam işimi çok kolaylaştırdı. Hayvanı hasta olan İznik’e kadar ineceğine bana söyledi. Herkesin hayvanına gidip baktım. Ücret almadım. Gönüllü yaptım bunları. O köylülerle aramdaki bağı kurmasına yardımcı oldu.

DOĞA İTHAL EDİLEMEZ

* Ve… Bunca doğallığa, bitki çeşitliliğine, hayvan türüne ev sahipliği yapan bu köyün önünde şimdi ise Rüzgar Enerji Santrali Projesi var.  İznik’in dağ köylerinde on binlerce ağaç kesilecek. Santralın kurulması bu doğayı nasıl etkileyecek? Köylüler ne düşünüyor bu konuda?

Bu proje aslında 2011 yılında başladı. O zaman bu bölgede RES türbinleri dikmek için lisans almışlar. İlk proje 80 civarında bir türbin içinken kapasite artışına giderek 113’e çıkarıyorlar. 113 türbin haliyle Bursa, Kocaeli, Adapazarı, Bilecik illerine yayılan bir projeden söz ediyoruz. Bütün bu sırtlar türbinlerle kaplanacak. Şu anda Orman Bakanlığı’nın itirazı, Kocaeli halkının tepkisi ve Meteoroloji Radar İstasyonu’nun olumsuz görüşünden dolayı projeyi revize ediyorlar, Kocaeli’nde 80 olan tribün sayısı 22’ye düşüyor. İznik’te 5 olan türbin sayısını da 31’e çıkarıyorlar. Hacıosman, Gürmüzlü, Çandarlı, Tacir, Sarısu ve Kutluca köylerine yapılması kararlaştırıldı. Firma ÇED Gerekli Değil Raporu da aldı. Bunun nedeni Kocaeli halkının gösterdiği tepkiyi İznik’te görmemeleri. Tepki ortaya koymamıza rağmen bu insanlar rahat hareket etme imkânı buluyorlar. Bununla ilgili hukuki bir girişimde bulunduk. Bu proje bölge doğasını çok çabuk etkileyecek. Bundan ne kadar zarar göreceği belli değil çünkü bölgede yapılmış detaylı ciddi bir envanter çalışması yok. Bu dağlarda ne tür bitkiler, hayvanlar var? Ne kadarı endemiktir, ne kadarı koruma altındadır? Bunlar henüz saptanmış değil. İlgili kurumlar da bunu hakkıyla yapmıyor. Özel firmalardan elemanlar geliyor, bu coğrafyayı bilmeyen insanlar iki günlük bir çalışmayla ne bulacak? Alanı ne kadar gezebilir? Neyi ortaya koyabilir? Burada gerçek bir envanter çalışması yapılması gerekiyor. Buradaki değerlerin ortaya konmadan türbin çalışmasının burada yapılması telafisi imkânsız kayıplara neden olacak. Enerjide dışa bağımlılık diyorlar. Enerji ithal edilebilir ancak doğa ithal edilemez. 

Veteriner Hekim Ahmet Bülent Üçok, Kırıntı’da umut ekip mutluluk biçtiği bu coğrafyanın enerji uğruna talana uğramaması için mücadele veriyor şimdilerde… Doğayı korumak pek de kolay değil ancak tam da bu yüzden insanlığın böyle sade hikâyelere ihtiyacı var…

HABERİ PAYLAŞ
ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X