Dr. Gökhan UZEL
Dr. Gökhan UZEL
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Acımak?

Köşe Yazısını Dinle

“Uğranılan haksızlıklara ve hakaretlere koyun gibi tahammül etmemek insanlığın başlangıcıdır evlât.”…

“Acımak” Reşat Nuri Güntekin’in çarpıcı hikâyelerinden bir tanesi… 1920’lerin Türkiye’sinde geçiyor. Romanda Acıma duygusu; iyilik, dürüstlük fedakârlık ve kötülük, yalancılık, tembellik ikileminde anlatılıyor. Hikâyenin ana karakteri Zehra, çalışkan, disiplinli, verdiği kararlardan asla geri dönmeyen, en küçük bir gevşekliği ve zaafı affetmeyen idealist bir Anadolu öğretmenidir. Sivas’ın bir mezrasında öğretmenlik görevini yapmaktadır. Hikâye Zehra’nın çalıştığı okula bir mektup gelmesiyle başlar. Mektup, Zehra’nın İstanbul’daki babasının ölüm döşeğinde olduğunu ve kızının derhal İstanbul’a gelmesi gerektiğini bildirmektedir. Ancak ilginç bir şekilde Zehra gitmek istememektedir. Okul müdürü Tevfik Bey’in ısrarı üzerine Zehra hikâyesini anlatmaya başlar. Zehra’nın babası Mürşit Bey bir alkolik, kumarbaz, kaçakçıdır. Küçüklüğünde Zehra ve ablası Feriha’ya ızdıraplar çektirmiştir. Ablası Feriha fakirlik içerisinde veremden ölmüştür. Tüm bu kötü geçmişe rağmen Zehra son bir kez gidip babası Mürşit Bey’i görmeye karar verir.

Ancak İstanbul’a vardığında Mürşit Bey vefat etmiştir… Mürşit Bey’den kalan bir sandık malzemeyi Zehra’ya teslim ederler. Zehra sarhoş, kumarbaz bir adamın ne eşyası olacak ki demesine karşın yine de sandığı açar. Beklediği gibi babasının pek eşyası yoktur. Ancak sandığın dibinde hafif büyükçe, dikdörtgen, metal bir kutu durmaktadır. Zehra kutuyu açar ve kutunun içinde babasının yazdığı günlükleri görür… Zehra bu zor durumu içerisinde nasıl günlük tutmuş diye düşünerek meraklanır ve günlükleri okumaya başlar… Okudukça şaşkınlığı katbekat artar… Günlükler babası Mürşit Efendi’nin çalışma hayatının ilk gününden itibaren başlamaktadır. Zehra, Mürşit Efendi’nin günlüklerini okuduğunda babasında kendisini görür ve aslında babasının hiçte bildiği gibi birisi olmadığını öğrenir…

Babası Mürşit Bey de, Zehra gibi idealist, dürüst ve çalışma arzusuyla dolu, genç bir devlet memurudur. Ancak çalışma hayatına girdikten sonra işlerin beklediği gibi olmadığını görecek ve hayal kırıklığına uğrayacaktır. Dönemin memurları, çıkarcı, yalancı, tembel, iş bilmez ve dedikoducudur. Mürşit Bey ise çalışması, dürüstlüğü ve karakteriyle onların işlerini bozmaktadır. Yıllar geçtikçe Mürşit Bey’in içindeki iyilik yerini boşluk, duygusuzluk ve hayal kırıklığına bırakacaktır. İdeallerinin çok uzakta olduğunu gören Mürşit Bey sığınacak bir liman aramaktadır. Bu limanı da aile hayatında bulacağına inanmaktadır. Bu amaçla saflığına, dürüstlüğüne inandığı bir çalışma arkadaşının vefatı üzerine ailesinin aç biilaç durumuna acır ve kızıyla evlenir. Ancak yanlış bir evlilik yaptığını zaman içerisinde acı bir biçimde öğrenecektir…

Zehra’nın annesi Meveddet Hanım doyumsuz ve açgözlü bir kadındır. Bu özelliklerini Zehra’nın büyükannesinden almıştır. Mürşit Bey tüm emek ve cefakârlığı ile ailesini iyi geçindirmeye, bir dediğini iki etmemeye çalışırken, Meveddet Hanım ve annesi, Mürşit Bey’i büyük harcamalara sevk etmekte ve sonu gelmeyen isteklerde bulunmaktadırlar. Tüm bu durum içerisinde Meveddet Hanım, Mürşit Bey’in İstanbul’a atanması ve İstanbul’a taşınmalarını istemektedir. Mürşit Bey bin bir zorluk ile tüm bağlantılarını zorlayarak ve kendini küçük duruma düşürerek bu atamayı gerçekleştirir. Ancak İstanbul’da her şey daha kötü olacaktır. Meveddet Hanım ve annesinin sonu gelmeyen istekleri sonucu, Mürşit Bey memuriyette yolsuzluğa başlar ve bir gün yakalanır. Memuriyetten azledilir. Bu noktadan sonra ailenin sefaleti daha da artar.

Günlüğün ilerleyen kısımlarında Mürşit Bey artık ayyaş, hırsız bir adam olduğunu kızlarının onu hiç sevmediğini ve işsiz olduğundan bahseder. Meveddet Hanım ve annesi artık onun yüzüne karşı hakaretler, fesatlıklarda bulunmaya başlamışlardır. Aile içi huzur tamamen yok olmuştur. Kaynanası ve karısı onu kızlarına çok kötü bir insan olarak tanıtmışlardır. Kızları ondan nefret etmektedirler.

Bir gün sokakta sefil bir şekilde dururken eski okul arkadaşı Cevdet, Mürşit’i görür ve sohbet ederler. Mürşit’e yardım etmek istediğini söyler. O da Zehra ismindeki kızını yatılı bir okula aldırmasını söyler. Ve artık Zehra bu insanlardan uzaklaşmıştır. Okulda okumaya başlamıştır.

Günlük bu şekilde biter… Zehra aslında babasının ne kadar iyi bir insan olduğunu öğrendiği için babasının ölüsünün yanına gider, feryatlarla ağlamaya başlar. Zehra bir kaç gün sonra mektebine döner. Artık hiçbir eksiği kalmamıştır. Acımayı öğrenmiştir…

Roman bu açıdan temelde acıma duygusu üzerine odaklanmakta, acıma duygusunun ahlaki temellerini sorgulamaktadır. Acımak hangi durumlarda gereklidir? Zehra ve Mürşit Efendi’nin hikayesi bize, gerekli durumlarda acımanın bir erdem ancak gereksiz durumlarda yanlışı kabullenmek ve ona yenilmek olduğunu göstermiştir!.. Önyargıların ve peşin hükümlerin yaşamımızda ne derece korkunç bir yer tuttuğunu göstermiştir. Acınan ya da nefret duyulan kişiye karşı önyargılar olabileceğini, acınan kişinin gerçekte acınacak durumda olmayabileceğini göstermiştir. Zira kahramanımız Zehra babasına karşı olan önyargılarının kurbanı olmuştur… Gerçekler bildiğini zannettiklerinin tam aksi çıkmıştır. Gerçekte acıması ve merhamet göstermesi gereken kişi babası iken onu tam tersi şekilde düşünmüş ve bu durumu hiç sorgulamamıştır…

Nietzsche’ye göre acımak, “insanların çakıldığı bir çarmıhtır!!” Acıma duygusu ile gerçekleştirilen eylemlerin kişiyi erdemden uzaklaştırdığı, doğru olduğunu bildiği için yapılan eylemlerin ise erdeme yaklaştırdığı gerçeğidir… Vicdan terazisinden uzak acıma eyleminin, kötülüklere, gevşekliklere, adaletsizliklere yol açacağı ve bir kişinin, bir ülkenin, bir ulusun kaderinde ne denli büyük bir etkisi olabileceği görülmüştür.

Reşat Nuri, Mürşit Bey’in hikâyesiyle bize olayların iç yüzünü sorgulayarak, vicdan terazisinden geçirerek, gerçekten zor durumda olanlara acımayı, yardım etmeyi tavsiye etmektedir. Ancak kendilerine acınmasının kabullenilmesi suretiyle bu duyguyu bir onursuzluk, gurursuzluk vasıtasıyla kullananlara karşı sert ve acımasız olmayı önermektedir…

Bu açıdan dostlarım, art niyetlerin, gevşekliklerin, yalanların, ikiyüzlülüklerin üzerine cesaretle gitmemiz gerektiği çıkarımında bulunabiliriz… Bu noktada acımaya yer yoktur… Bu tarz durumlar bir milletin, bir ülkenin kaderinde büyük yer tutmakta ve milletlerin gelişmesi ya da geri kalmasında önemli bir yer tutmaktadır. Vicdan terazisinden uzak acıma duygusu çürümekle, bir ülkeyi çürütmekle eş anlamlı olabilmektedir… Son kertede önyargılardan uzak, vicdan terazisinden geçirilmiş, gerekli durumlarda olan acıma eylemi bir erdemken, acınan kişinin acınacak durumda olmaması, yanlışa acımak, yanlışı kabullenmek, ona ortak olmak anlamına gelmektedir…

Kim bilir belki de yakın gelecekte bu konu üzerine daha çok düşünmemiz gerekir ?..

Ve Bir Tablo…

Caravaggio tarihten “Merhametin Yedi Biçimi” ile bize sesleniyor…

  1. Ölüleri gömmek,

  2. Mahkumları ziyaret etmek,

  3. Bir açı doyurmak,

  4. Bir fakiri giydirmek,

  5. Bir evsize kalacak yer sağlamak,

  6. Susamış birine su vermek,

  7. Bir hastayı ziyaret etmek,

Dip Not: Tablonun çizildiği yıllarda İtalya/Napoli’de veba salgını kol geziyordu ve ölüm sayısı o kadar fazlaydı ki ölülere gömülecek yer bulunamıyordu. Suç tavan yapmıştı ve mahkumlar için nezarethaneler yetersiz kalıyordu… Belki bugün de sadece acıların biçimi değişmiştir…

Sevgiyle kalın…

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X