Ankara’yla Şam’ın, doğrudan olmasa da, Moskova ve Tahran aracılığında yeniden diyalog kurduklarına ilişkin işaretler çoğalıyor.
Eğer bu gelişme doğruysa doğrudan görüşmelerin başlayacağı günler de yakın demektir.
Astana’da 6’ncı turun bitiminde Türkiye, Rusya ve İran’ın onaylayıp imzaladıkları sonuç bildirisinin içeriği bu yönde umut verici nitelikte.
Bildirinin başlangıç ifadesinde 3 devlet birden Suriye’nin toprak bütünlüğüne, egemenliğine ve bağımsızlığına bağlı kalacaklarına ve saygı göstereceklerine söz veriyorlar.
Bildiride bir şeyin daha altı çiziliyor ki, o da çok önemli: Şam’ın onayı olmadan Suriye topraklarında bulunan herhangi bir yabancı gücün varlığı kabul edilemez sayılıyor. Örneğin ABD’nin askeri gücünün varlığını Şam yönetimi gayrimeşru, yasadışı olarak değerlendiriyor.
Çatışmasızlık bölgelerinde Rusya, Türkiye ve İran olacak. Onlar meşru güçler. İyi de ABD’ye ne diyecekler?
Bu zor bir konu. Zorluğu da ABD’nin Suriye’nin kuzeyine yerleşmesinden kaynaklanıyor. PYD/PKK’yla birlikte üsler kurdu, asker konuşlandırdı, kuzeyi yoğun şekilde silahlandırdı.
Diyelim, “Kuzey Suriye” projesini pratiğe geçiremedi. Ne olacak? Tası tarağı toplayıp sessizce geri mi dönecek?
Tabii ki, kuyruğu titretmek istemeyecektir Washington. Ve de dayılanmadan duramayacaktır. Kuşkusuz risk alacaktır ama bu işler hiç belli olmaz.
Suriye jetleri ABD’nin korumasındaki YPG/PKK mevzilerini bombalarsa ne yapacaktır?
Nitekim Suriyeli pilotlar Fırat Nehri’nin doğusundaki YPG mevzilerini önceki gün bombaladıklarında 6 militan etkisiz hale getirilmiş oldu.
Ama söylüyorlardı… Esad’ın Danışmanı Buseyna Şaban, “Suriye devletinin ABD himayesindeki SDG de dahil olmak üzere IŞİD ve gayrimeşru olarak ülkede bulunan tüm güçlere karşı savaşacağını” açıklıyordu.
ABD ve koalisyon Irak ile Libya’ya yaptıklarını Suriye’de gerçekleştiremedi.
Şu anda Şam’ın direnişine saygı göstermekten başka ne yapılabilir ki…
Sabra ve Şatilla’yı unutmak mümkün mü?
16 Eylül, Sabra ve Şatilla katliamının 35’inci yıldönümüydü.
Sabra ve Şatilla neydi, 35 yıl önce ne olmuştu?
Söz konusu isimler Lübnan’daki Filistinli sığınmacıların kaldığı ve uluslararası sözleşmeyle koruma altına alınmış olan kamplardı.
İsrail, Lübnanlı Falanjist milislerle işbirliği yaparak, aralarında çocuklarla kadınların da olduğu kamptaki Filistinlileri katletmişti.
1982 yılının haziran ayında Ariel Şaron komutasındaki İsrail ordusu kampları kuşatarak sığınmacıların kaçışını engellemiş, Hıristiyan Falanjistler de 3 binden fazla Filistinliyi öldürmüştü.
Peki, hesap sorulmuş muydu? Ne gezer…
35 yıl boyunca ne hukuk, ne yasalar işledi. Filistinliler her yıldönümünde katliamı yapanların cezalandırılması gerektiğini yineleseler de kimse kılını bile kıpırdatmadı.
Tersine, özgür dünya utanmasa Lübnanlı faşistlerle İsrail ordusuna ödül verecekti.
Filistinliler şimdi yine, katliamın belleklerde canlandığı şu günlerde, olayın Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşınması ve yaşamda kalan faillerin cezalandırılması için harekete geçilmesini istiyorlar.
Bunun için, bir parçacık da olsa vicdan kalmıştır, utanma duygusu tümüyle yok olmamıştır umuduyla bir kez daha uluslararası topluma bir çağrı yapıldı.
Bakalım duyarlı bir lider çıkacak mı, BM Güvenlik Konseyi üyesi ülkeler arasından?