1976 yılında Kırcaali’nin Çakırlı Köyü’nde doğdu.
İlkokula giderken Türklere yönelik zulümle tanıştı.
Hakkı ve hukuku için alanlara inenler arasında aile büyükleri de vardı.
Dedesi, Bulgaristan Türklüğünün yılmaz savunucularından Nuri Turgut Adalı’nın arkadaş grubundaydı…
O yüzden ailesi hedefteydi.
Jivkov Hükümeti’nin soykırımcı askerleri, bir gece Çakırlı’ya da baskın düzenledi.
Bunun istihbaratını önceden Adalı’nın ekibinden alan dedesi, kendisini kuzenleri, annesi ve yengesi ile birlikte köyün yakınındaki bir mağaraya gizledi.
Buz gibi havada, kat kat giysiler içinde iki gün bu mağarada kaldı.
Ancak…
Zulümden kaçamadı.
Birkaç gün sonra kalaşnikoflu askerlerin önünde yürütülen çocuklar arasında o da vardı.
İsmi değiştirildi.
Bir süre sonra…
Bulgar yetkililer, yeni isminin Türk öğeleri çağrıştırdığını fark etti.
Adı bir kez daha değiştirildi…
İlkokulu üç farklı isimle tamamladı.
Dünyada örneği yoktur herhalde…
***
Evet…
Bulgaristan kimliğinde ismi değiştirildi..
Ama…
Onun Türk olduğu gerçeğini ve içindeki Türklük sevdasını değiştirmeye kimsenin gücü yetmedi.
1984-1989 yılları arasında dedesiyle her gün saat 06.30’da uyanıp, BBC Londra Radyosu’nda 07.00 de yayınlanan Türkçe haberleri dinledi.
Tek beklentisi vardı…
Bulgaristan Türkleri’nin kurtuluşuna vesile olabilecek bir haber…
O haber gelmek bir yana şartlar iyice ağırlaştı.
Okulda arkadaşları ile Türkçe konuştuğu için defalarca şiddete maruz kaldı.
Evleri basılıp arandı, ailesi ile kasabaya giderken polis kontrol noktalarında aşağılandı.
1989 yılının bir cuma günü babası emniyete çağrıldı ve kendisine şu söylendi:
‘24 saat içinde ailenle birlikte ülkeyi terk et. Aksi takdirde Belene kampına gönderileceksin.’
Babası eve gelir gelmez, “Yarın sabah Türkiye’ye gidiyoruz” dedi.
Ailesiyle birlikte değerli gördüğü bir iki eşyasını çantasına doldurdu.
Son bir kez aracın buğulu arka camından geriye doğru baktı ve gözlerinden yaşlar döküldü…
Köyü, anıları ve arkadaşları bir süre sonra gözünün önünden kayboldu.
Hafta sonu olduğundan anne-babası bankadaki birikimlerini bile çekememişti.
Ata topraklarına vedanın hüznü, sınırı geçince ana vatanın sıcak kollarında yerini umuda bıraktı.
Önce…
Göçe zorlanan her Bulgaristan Türkü gibi, toprağı öptü doya doya…
Sonra…
Ay Yıldızlı şanlı bayrağa bakıp gururlandı.
Karakol görevi görmeleri için Bulgaristan’da azınlık olarak bırakılan büyükleri gibi, onun da içindeki vatan sevgisi çok farklıydı.
Türkiye’de ‘Vatansever’ soy ismini aldı.
***
Takvim yaprakları 1989 yılını gösterirken…
Bursa’da yeni bir hayata adım attı.
Türkiye’de okula 7. sınıftan başladı.
Ama…
Türkçe okuma yazma bilmiyordu.
Çok çalıştı…
Öğretmenlerinin fedakarlıkları ile kısa sürede bu engeli aştı.
Ortaokuldan mezun olduktan sonra eğitimine Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde devam etti.
Türkçe okuma yazmayı orta okulda öğrenen o çocuk, liseyi ikincilikle bitirdi.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazandı.
Dereceye girerek kep attı.
Akademik kariyer basamaklarını hızla tırmandı.
‘Kardiyoloji Profesörü’ oldu…
Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev yapıyor.
Çok merak ettiniz değil mi bu hikayenin kahramanını?
‘Kim bu’ dediğinizi duyar gibiyim…
Bursa’nın önemli hekimlerinden Prof. Dr. Fahriye Vatansever Ağca…
***
Neden bu satırları kaleme aldığıma gelince…
Hemen her gün birçok insanın kalbine hayati dokunuşlar yapan Fahriye Hoca, yıllarca baskı ve zulüm altına ezilen memleketinin yorgun kalbinin tedavisi için de harekete geçmiş durumda!
Kısa adı BAL-GÖÇ olan Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nde genel başkan adaylığı için kolları sıvadı.
En büyük motivasyonu camiadan gelen yoğun talep…
***
Görüşmemizde…
Öncelikle…
Ekibinde yer aldığı ve daha sonra kendisi tarafından dışlandığını iddia ettiği BAL-GÖÇ Genel Başkanı Prof. Dr. Emin Balkan’ın “Koştursaydı arkasında dururdum” sözlerine kırgınlığını dile getirdi.
Balkan’ın bu köşede aktardıklarının aksine, işini yapmak istediği için iki yılın sonunda dışlandığını vurguladı.
Ayrıca…
Kendisine yakın olduğu düşünülen isimlerin üyelik başvurularının ve aidat ödemelerinin engellenmeye çalışıldığını iddia etti.
Hakkında üretilen “Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin Bulgar Başkanı Peevski’ye yakın bir isim” dedikodusunu da, doğruları tek tek ortaya çıkararak aydınlığa kavuşturduğunu anlattı.
“Bana yönelik bu ‘operasyona’ alet edilmeye çalışılan STK ve bazı parti yetkilileri gerçeği öğrenince gelip benden özür diledi” dedi.
Emin Balkan’ın, 15 yıl Genel Başkanlığını yaptığı BAL-GÖÇ’te birlikteliği sağlamak bir yana, kendi yönetim kurulunu darmadağın ettiğini söyledi.
Gelinen noktada…
BAL-GÖÇ yönetiminde çok sayıda başkan yardımcısı ve yönetim kurulu üyesinin istifa ettiğine dikkat çekti.
Genel kurulun, Bulgaristan Türkleri’nin en önemli anma etkinliği ile aynı tarihlere denk getirilmesine de itirazı vardı.
***

‘Peki sizin hedefiniz nedir’ şeklindeki soruma cevabı özetle şöyle oldu:
“Ben ve ekibim, camiayı toparlamak, birlik ve beraberliği pekiştirmek istiyoruz. BAL-GÖÇ 1984 Aralık ayında isim değişiklikleri ile başlayan soya dönüş hareketine ve asimilasyon politikalarına tepki olarak kurulmuş bir dava derneğidir. Ben ve arkadaşlarım o davanın ta kendisiyiz. Bu olayları bizzat yaşadık çünkü… Arkamızda da halkımızdan başka hiç kimse yok. Ne burada ne de Bulgaristan’da herhangi bir siyasal yapı veya oluşumla bağlantılı veya destek içinde değiliz. BAL-GÖÇ siyaset üstü bir kurumdur, halkımıza hizmet yeridir, öyle de kalmalıdır. Yaptığı hizmetlerle anılmalıdır, başka şeylerle değil. Bizim tek derdimiz ülkemizde ve Balkanlar’da insanımızın hak ve hukukunu korumak, kültürünü yaşatmak, Balkanlar’da Türk dili ve kültürüne, gelenek ve göreneklerine sahip çıkmak. Camiamızla ilgili mücadelemiz her şart ve koşulda her platformda devam edecektir. Bizler artık BAL-GÖÇ’ün adının hizmetle anılmasını, camianın derdi ile dertlenen bir kurum olmasını istiyoruz.”
***
Henüz kararını kesinleştirmeyen Prof. Dr. Fahriye Vatansever Ağca, ‘adaletsiz bir yarış olacak’ dediği kongreye genel başkan adayı olarak girer mi?
28 Aralık’a kadar ne tür gelişmeler olur.
Bilemem…
Ama…
Kendisi kongre heyecanını şimdiden yaşamaya başlamış…

Flipboard