İsmail Öztat
İsmail Öztat
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Baykal’ın mektubu

Aslında…

Perşembenin gelişini,

Deniz Baykal çarşambadan

görmüş…

CHP Genel Başkanıyken 12

Ekim 2009 tarihinde dönemin

Başbakanı Erdoğan’a çok önemli bir

mektup göndermiş.

*

Mektupla da yetinmemiş…

-“Doğu ve Güneydoğu

Sorunlarına Bakış ve Çözüm

Önerileri-1989”

– “Türkçe’den Farklı Dillerin

Kullanılması Hakkında Kanun

Teklifi-1991’’

– “CHP Programı’ndan Doğu

ve Güneydoğu Sorunları

Hakkında Bölümler-2008’’

başlıklı çalışmaları da mektubuna

eklemiş.

Sonra da;

Gel bu konuları baş başa

görüşelim.Sizi ağırlamaktan

mutluluk duyarım” demiş.

*

İşte o 6 sayfalık “tarihi

mektup”u dün okudum…

Keşke yerim müsait olsaydı da

hepsini bu köşeden

yayınlayabilseydim…

Ancak, isteyen Olay’ın web

sayfasındaki köşemde mektubun tamamını

okuyabilir…

*

Ayrıntılar önemli…

Kısa özeti ise şöyle:

Ne yazık ki, terör

örgütünün ve ona destek veren

odakların ayrıştırmacı siyasi

taleplerini karşılamaya çalışan

bu siyasal açılım süreci, daha

şimdiden terör örgütünün

itibarını artırmış, bölgedeki

meşruiyetini ve etkinliğini

giderek yükseltmiştir. Bölgedeki

güvenlik güçlerinin en önemli

işi kendilerini korumak olmaya

başlamıştır.”

 

CHP Gn. Bşk. Deniz BAYKAL’ın, Başbakan R.T. ERDOĞAN’a 12 Ekim 2009’de yazdığı “TARİHİ  MEKTUP”

Sayın BAŞBAKAN,

Açılım” politikanız ile ilgili olarak bizimle görüşme arzunuzu ifade eden mektubunuzu aldım. Bu vesileyle bu konudaki bazı tespitlerimi ve değerlendirmelerimi açık bir dille size iletmenin yararlı olabileceğini düşünüyorum.

Önce, “Açılım” ın içeriği, çerçevesi ve ilkeleri ile ilgili herhangi bir somut açıklamanın yapılamamış olması, müphemiyetin arkasında nelerin hedeflenip saklandığı sorularını davet etmiş, o da milletimizin tedirginliğini, kaygılarını hızla arttırmıştır. Bu öngörülmüş belirsizlik, bir yandan;

·        Anayasamızdan “Türk Milleti” sözünün çıkarılacağı,

·        Eğitim dilinin değiştirileceği,

·        PKK’ya af çıkarılacağı,

·        İmralı’dan gelecek yol haritasının “uygun bölümlerinin” değerlendirileceği,

beklentilerine yol açmış; öte yandan kurulan ilişkiler, verilen umutlar sonucunda “Dağ fare bile doğurmadı” hayal kırıklığına neden olmuştur. Daha sonra da bu hayal kırıklığını telafi etmek için yoğun ikna çabalarına gerek duyulduğu ortaya çıkmıştır.

Bugün ise “Anaların gözyaşını dindireceğiz, şehit cenazelerine son vereceğiz” şeklinde ifade edilen bir temenni ve iyi niyet beyanlarına dayalı bir politika ile karşı karşıyayız.

 

Aslında bu bir politika değil bir propagandadır. Çünkü hangi tedbirler alınacak, hangi çareler uygulanacak, hangi tavizler verilecek belli değildir. Milletimizin huzuru, barışı, birliği ve bütünlüğü için bu kadar önemli ve hassas bir konuda böylesine ucu açık, bulanık ve sahipsiz bir sürecin işletilmesi, sonuç ne olursa olsun daha şimdiden tahribatını hissettirmeye başlamıştır.

Devlet politikası olarak ilan edilen açılımın artık bu niteliğinin tartışmalı olduğu daha yolun başında yapılan bazı açıklamalarla ortaya çıkmıştır.“Açılım”ın isimlendirilmesi ile ilgili yaşanan tereddütler aslında bu sıkıntılı durumu yansıtmaktadır. Önce “Kürt Açılımı” diye başlanmış, daha sonra “Demokratik Açılım” denilmiş, son olarak da “Milli Birlik Açılımı”nda karar kılınmıştır. Ne yazık ki, bu açılım politikası hızla ayrıştırıcı sonuçlar vermeye başlamış, politikanın adını, “Kürt Açılımı”ndan “Milli Birlik Açılımı”na değiştirmek de bu durumu örtmeye yetmemiştir.

Kürt açılımı ile ilgili olarak bir anayasa değişikliği konusunda İçişleri Bakanı ile Başbakanın çelişkili açıklamaları güven kaybına, inandırıcılık ve samimiyet sorgulamasına neden olmuş, milletimizin kaygıları daha da derinleşmiştir.

 

Uzun vadede de olsa bu konuda düşünülen bir Anayasa değişikliğinin, “Türk Milleti kavramı” ile “eğitim dilinin Türkçe olması zorunluluğunu” hedef alacağı açıktır. PKK’nın siyasi hedefleri ile örtüşen böyle bir Anayasa değişikliği açılımının bizzat kendisi bir huzursuzluk kaynağı haline dönüşmüştür. Hele hedefe “hazmettire hazmettire yürüneceği” açıklaması, bu sürece iyi niyetle bakan insanların inançlarını ve güvenini temellerinden sarsmıştır.

 

Herhalde Sayın Cumhurbaşkanı’nın “Artık şehit vermeden, kaynak ve enerji harcamadan, terör sorununu geride bırakmaya yarayacak yeni yöntemleri devreye sokma kapasitesine ulaştığımız” yolundaki sözleri, bu açılım politikasının temel zihniyetini yansıtmaktadır.

 

Hangi yöntemlerle “şehit vermeden, para ve enerji harcamadan” bu amaca ulaşabileceğimizin iki aydır hala açıklanmamış olması hem düşündürücü, hem de üzüntü vericidir. Çünkü anaların gözyaşını dindirme propagandası ile geçirdiğimiz bu son iki ay civarındaki süre içinde ortaya çıkan can kaybımız, yeni hükümet kurulmadan önce, 2002 yılının tümünde gerçekleşen şehit sayısının tam dört katıdır.

 

“Tarihi fırsat”ın ne olduğunu, ne zaman ve nasıl değerlendirileceğini bir an önce öğrenmek milletimizin hakkıdır. Öyle anlaşılıyor ki, bu iktidarın zihninde bulunabilecek makul bir siyasal çözüm ile terör dönemine son vermenin mümkün olduğuna dair bir kanaat vardır. Açılım politikası da herhalde bu çözümü oluşturma süreci olarak anlaşılmıştır.

·        Onun için, bu sürecin ucu açık tutulmuştur.

·        Onun için, milli kimliğimizi, ulusal bütünlüğümüzü tartışmaya açan, Anayasanın ilk üç maddesinin değiştirilmesini talep etmeyi makul karşılayan bir siyaset zemini oluşturulmuştur.

·        Onun için, İmralı’dan gelecek yol haritası, mahçup bir merak ve gizlenemeyen bir resmi ilgi ile beklenmiştir.

·        Onun için, Anayasa değişikliği kapısının uzun dönemde açık olduğu ısrarla söylenmektedir.

·        Böylece, silahlı terör örgütünün siyasi hedeflerinin müzakere masasında tutulmakta olduğu ifade edilmektedir.

 

Bütün bunlar “Açılım Politikası”nın gerçek hedefinin, bölgede yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızın temel sorunlarının çözümü olmadığı, milli bir ayrışma peşinde koşan terör örgütünün siyasal amaçlarına yönelik bir açılımla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Terör örgütünün siyasi projesi, milleti ve devleti etnik temelde ayrıştırmaktır. Bu amaçla, Milli Eğitimin bünyesine üniversitelerden başlamak üzere, etnik dil eğitimini seçmeli ders olarak yerleştirmek, ilk aşamayı oluşturacaktır.

İmralı’dan gelen yol haritasının açıklanmasına bir türlü cesaret edilememiştir. Acaba evlatlarını teröre şehit veren insanların, terör örgütünün Türkiye’ye yönelik siyasi planlarından haberdar olmaya hakları yok mudur? Yoksa PKK talepleri ortaya çıkınca yürütülen dolaylı müzakere sürecine destek veren vatandaşlarımızın gerçekleri göreceğinden, “hazmettirme” işinin daha da güçleşebileceğinden mi korkulmuştur?

Ne yazık ki, terör örgütünün ve ona destek veren odakların ayrıştırmacı siyasi taleplerini karşılamaya çalışan bu siyasal açılım süreci daha şimdiden terör örgütünün itibarını arttırmış, bölgedeki meşruiyetini ve etkinliğini giderek yükseltmiştir. Bölgedeki güvenlik güçlerinin en önemli işi kendilerini korumak olmaya başlamıştır. İçişleri Bakanının gözleri önünde kepenkler kapatılmakta, kamu düzeninin kontrolü elden kaçırılmaktadır.

Terör örgütü ile uzlaşma arayarak terörü ortadan kaldırma heveskarlığının açmazı işte buradadır.

·        Önce teröre karşı çıkma kriterinizi kaldırırsınız.

·        Onlarla müzakereyi içinize sindirirsiniz ama yetmez.

·        Size, terörle doğrudan müzakere etmenizi, onu muhatap almanızı söylerler.

·        Canınız sıkılır ama yine de “Anayasa değişiklikleri masada” diyerek, milli eğitime etnik dili üniversite düzeyinde sokacağınızı söyleyerek, çeşitli af biçimleri icat ederek, dolaylı müzakereyi sürdürmeye, belki de oyalamaya çalışırsınız.

·        Ama bu durum, muhatabınızın bölgede etkinliğini, gücünü arttırma sonucunu doğurur.

·        Bir bakarsınız sizin muhatap aldığınızı bölge de daha çok muhatap almaya başlamıştır.

 

Açılım politikasının açmazı budur.

·        Milleti ayrıştırmaya yönelik politikalarla terör örgütünü tatmin etmeye çalışırsınız,

·        Ama böyle yaparak, milletin ayrıştırılmasına yönelik hiç bir talebi olmayan batıdaki, doğudaki milyonlarca Kürt kökenli vatandaşımızın huzurunu bozarsınız, onları tedirgin edersiniz.

Ayrıca terör örgütünü muhatap aldığınız, onun siyasi görüşlerinin peşine takıldığınız için bölge halkının gözünde onu otorite haline getirirsiniz. Bu süreç sizi, silahlı yöntemle sonuç almanın mümkün olduğunu gösteren bir örnek haline dönüştürür.

Sayın Başbakan,

Bugün Türkiye’de

·        Vatandaşlarımızın ana dillerini özgürce kullanmaları,

·        Etnik kimliklerini ve kültürlerini özgürce yaşamaları,

·        Bütün etnik kimliklerin aynı derecede saygıdeğer olduğu,

·        Herkesin kendi etnik kimliğiyle şeref duyma hakkına sahip olduğu,

tartışmasız şekilde kabul görmüştür.

 

Takdir edersiniz ki, Türkiye bu noktaya kolay gelmemiştir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de yirmi yıl öncesinden bu yana önemli katkılar yaptık.

·        Ekte sunduğum yayınlarda da görüleceği gibi, 1989 yılında “Türkiye Cumhuriyeti bir ırk, kan ve kafatası devleti değildir” dedik. “Devlet kimsenin etnik kimliğine müdahale edemez” dedik. “Herkesin etnik kimliği onun şerefidir” dedik.

·        Asimilasyona karşı çıktık.

·        Ama aynı zamanda Devletin etnik kimlik ya da anadil konusunda faaliyette bulunmasına da karşı çıktık. “Etnik kültür ve anadil konularına devlet ve resmi kuruluşlar karışmamalıdır, sivil toplum bu konularla ilgilenmelidir” dedik.

·        Yasaklanan anadillerin özgürce kullanılabilmesi için yirmi yıl önce kanun teklifi verdik.

 

Şimdi bunlar geride kaldı. Bugün ulaştığımız bu nokta çağdaş demokrasi anlayışına ve Avrupa Birliği müktesebatına uygun bir nitelik taşımaktadır.

Bununla beraber Türkiye’de yapay azınlıklar yaratma, etnik temelde milleti ayrıştırma, bunun için de etnik anadili şimdilik seçmeli ders olarak üniversitelere, milli eğitime yerleştirme mücadelesi hızla yürütülmektedir. Bunlar PKK’nın siyasi projesinin temel unsurlarıdır. Ama Kürt kökenli vatandaşlarımızın ezici çoğunluğunun böyle bir projenin peşinde olmadığı çok açıktır.

O nedenle Kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunlarına ayrıştırıcı değil, kaynaştırıcı bir anlayışla yaklaşılmalıdır.

·        Bölgede işsizlikle mücadele büyük önem taşıyor. Babaların işinin ve gelirinin olmaması aileleri tahrip ediyor, toplum çözülüyor.

·        Devletin bölgeye yönelik ekonomi politikası değişmelidir. Teşvik yoluyla özel sektörü yatırıma yöneltmek mümkün olmamıştır. Teşvikle büyük ölçüde yolsuzluklar finanse edilmiştir. Devlet eliyle zarar edecek olsa da fabrikaların, işyerlerinin açılması ertelenemez bir zorunluluktur.

·        GAP artık hızla bitirilmelidir. Tarım ve hayvancılık projeleri hayata geçirilmelidir. Yeni sınır kapıları, Yüksekova ve Tatvan havaalanları hizmete açılmalıdır.

·        Gençlerimizi, terör örgütüne, yeraltındaki dini örgütlenmelere ya da mafyaya mahkum olmaktan kurtarmalıyız.

·        Bölgedeki gençlere çok farklı bir gelecek umudu verilmeli, Türkiye’nin geleceğinde hakları olan yere ulaşabilecekleri düşüncesi zihinlere, yüreklere yerleştirilmelidir. Bunun için de büyük bir eğitim projesi hazırlanmalı ve Türkiye’nin en kaliteli eğitim kurumları, anadolu liseleri, kolejleri, fen liseleri düzinelerle bu bölge illerinde açılmalı ve en nitelikli öğretmenlerle donatılmalıdır. Gençler Türkiye’nin bütünlüğü içinde kendilerine bir gelecek bulabileceklerini görebilmelidirler.

·        Bölgede aile içi ve toplumsal şiddetin, törenin, terörün ve yoksulluğun gerçek hedefi ve mağduru olan kadınlarımıza ve genç kızlarımıza Türkiye olarak sahip çıktığımızı gösterebilmeliyiz.
Bu amaçlarla;

– İnsanların çalışarak para kazanabilecekleri, çocuklarına, ailelerine bakabilecekleri istihdam projeleri,

– Gençlerin Türkiye’ye ve dünyaya bakışını değiştirebilecek eğitim projeleri,
– Genç kızları ve kadınları yeni saygın kimlikleriyle destekleyecek kadın projeleri,

– Tarım, hayvancılık ve sulama projeleri,

– Komşu ülkelerle yeni ekonomik ve ticari kanalların açılmasını öngören projeleri,

hızla devreye sokmak gerekiyor.

Bütün bunlar ayrıştırıcı değil kaynaştırıcı bir yaklaşımı ortaya koyuyor. Amacımız, izolasyona son vermek ve entegrasyonu sağlamak olmalıdır. Devletin amacı, benim çocuklarıma hangi okullarda, hangi eğitimi verebiliyorsa, Van’daki, Hakkâri’deki, Şırnak’daki bir babanın çocuklarına da benzer okullarda, aynı nitelikteki bir eğitimi verebilmek olmalıdır. İzolasyonu, düşük nitelikli, yetersiz eğitim kurumları ile gençlerin üzerinden artık geleceğe taşımamalıyız.

Kürt açılımı, terör örgütünün ayrımcı politikalarına doğru değil, Kürt kökenli vatandaşlarımızın gerçek gündemine yönelik; işsizliğe, eğitimsizliğe, dışlanmışlığa karşı bir açılım olmalıdır.

Açılım, terör örgütüne yönelik değil, Kürt kökenli vatandaşlarımıza yönelik olmalıdır.

 

 

Sayın BAŞBAKAN,

Yukarıdaki açıklamalarımız bir kez daha göstermiş olmalıdır ki biz, açılım politikanızı,

·        Etnik ayrımcılığı teşvik eden, toplumda etnik sorgulamayı tahrik eden, insanların yaftalanmasına yol açan, ayrıştırıcı, sakıncalı bir politika olarak değerlendiriyoruz.

·        “Açılım Politikası”nın terör örgütünü muhatap haline getirdiğini, bölgedeki etkisini ve gücünü arttırdığını görüyoruz.

·        Gene bu politikaların, yurdun dört bir köşesinde çevresiyle uyum içinde yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızı huzursuz etmeye başladığını hissediyoruz.

·        Bu politikanızın etnik ayrımcılığı milli eğitime taşıyarak çok tehlikeli bir süreci harekete geçireceğini görüyoruz.

·        Bütün bunların çağdaş demokrasi anlayışı ile bir ilişkisi olmadığını da biliyoruz.

·        “Anaların gözyaşını dindireceğiz” söylemiyle bu milleti etnik bölünmeye tabi tutma politikasının haklı kılınamayacağının da farkındayız.

 

Bu nedenlerle çok önemli tutarsızlıklar, çelişkiler, belirsizlikler içeren, tehlikeli tuzaklar barındıran bu “Açılım Politikası”nda hiçbir şekilde sizinle birlikte olmayacağımız çok açıktır.

Bununla beraber mektubunuzdaki isteminiz doğrultusunda bu konuları daha kapsamlı ve daha ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi tutabilmek amacıyla, sizinle Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinde, baş başa, ikili bir görüşme yapmaya hazırım. Bu görüşmemizin toplumda büyük bir ilgiyle karşılanacağı açıktır. Ülkemizde bundan sonra yaşanacak gelişmeler açısından belki de bu değerlendirmelerimiz tarihi bir belge niteliğini de taşıyabilecektir.

 

Toplumumuzun bu önemli konusunu kendi aramızda, kapalı kapılar arkasında ele almak ile yetinmemeliyiz. Milletimizin geleceği ile ilgili bu temel konuda, vatandaşlarımızın, bizim değerlendirmelerimizi birlikte dinleyerek, doğru bilgilenme ve doğru karar alabilme hakkına da saygı göstermeliyiz.

 

Bu nedenlerle ne zaman ve nerede yayınlanacağına birlikte karar vermek üzere, görüşmemizin bir televizyon ekibi tarafından kayda geçirilmesinin yararlı olacağını sizin de takdir edeceğinizi umuyorum.

Önümüzdeki bir hafta içinde, bir gün önceden bildirmeniz halinde, uygun göreceğiniz herhangi bir saatte Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinde sizi ağırlamaktan mutluluk duyacağım. Görüşme umuduyla ve saygılarımla.

Deniz BAYKAL

CHP Genel Başkanı

 

 

 

EKLER:

·        ‘’Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına Bakış ve Çözüm Önerileri-1989’’,

·        ‘’Türkçe’den Farklı Dillerin Kullanılması Hakkında Kanun Teklifi-1991’’

·        ‘’CHP Programı’ndan Doğu ve Güneydoğu Sorunları Hakkında Bölümler-2008’’

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X