“Tutarlılık Şark’ta aranan bir erdem değildir.”
Anonim
Son günlerde ülkemizin politik aktörlerinin savruluşlarını izledikçe, aklıma Cemal Süreya’nın “99 Yüz – İzdüşümler / Söz Senaryosu” kitabını aklıma getirdi. Kitapta siyasetçi, gazeteci, ses sanatçısı, iş adamı, tiyatro sanatçısı olmak üzere 127 portre yer alıyor.
Bunlardan bazıları şunlar:
Süleyman Demirel, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Hüsamettin Cindoruk, İhsan Sabri Çağlayangil, Aydın Menderes, Semra Özal ve Adnan Kahveci politikacı grubundan.
İş, sanat ve basın dünyasından da İlhan Selçuk, Çetin Altan, Uğur Mumcu, Zeki Müren, Bülent Ersoy, İbrahim Tatlıses, Banker Kastelli, Sakıp Sabancı.
Olağanüstü tespitleri ve anlatımı var Cemal Süreya’nın. Kitap otuz üç yıl önce kaleme alınmış olmasına karşın, güncelliğini yitirmemiş.
Kitaptaki portreler aklımdan hiç çıkmamış olmalı ki, günümüz politik aktörleriyle, o dönemin siyasetçilerini kıyaslamayı düşündürdü.
Küçük bir hikâye ile başlamak istiyorum yazıya. Köyde doğup büyümenin güzellikleri, yaşadıklarım sıcacık bir anı olarak hep burnumda tüter. Mevsim bahara dönüp, havalar ısınınca tavuklar daha canlı, birbirlerini iterek koşuşurlardı avluda karınlarını doyurmak için. Bahçenin her yerini gagalarıyla delik deşik ederlerdi, horozlarda peşlerin de… Üremeleri de gerek elbet.
Kümeste bıraktıkları yumurtanın üzerinde kalırdı bir ikisi… Anlardı annem “gurk”olduklarını. Hemen diğer yumurtalardan da 8-10 tane koyardı tavuğun altına.
Ancak, yumurtaları çıplak elle tutturmazdı, bir bezle alır, tavuğun altına diğer dokunmadığımız yumurtaların yanına bırakırdım. Küçük bir mutluluktu benim için. Yumurtadan çıkacak civcivler için gün sayardım…
Günü gelince bir bir çatlardı yumurtalar… O, içi beyaz ve sarı renkli sıvıyla dolu yumurtalar bir mucize gibi çatlayan kabuklardan sarı, beyaz, siyah ufacık civcivler çıkardı. Sarı olanlar diğerlerinden daha sevimli daha hareketliydi…
***
Geçenler de Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Meral Akşener’in fotoğrafını görünce, onun yeni saçları gözlerimin önüne o çocukluk günlerimi getirdi.
Biz aslında Meral Akşener’i çok sevdik; aklı başında, aydın, demokrat düşünceli birçok tanıdığım, gazetedeki arkadaşlarım, yüzünü çağdaşlığa dönmüş birçok kadının hemcinsleri olması nedeniyle de ciddi ciddi umut bağladıklarını gördüm Meral Akşener’e…
Dahası, sosyalist düşünceye sahip ünlü şair-yazar Ataol Behramoğlu Meral Akşener’in bir toplantı konuşmasından etkilenip, Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde onun ne kadar demokrat ve çağdaş olduğu üzerine yazı döşenmişti. Şimdi aynı düşünceleri taşıyor mu bilmem?
Öyle planlı, öyle güzel parlatıldı ve gündeme sokuldu ki, eminim Meral Akşener bile şaşırmıştır; “bu anlatılan, yazılan ben miyim?” diye.
Türkiye’nin iyi üniversitelerinin iyi akademisyenleri, en donanımlı eğitimciler, Amerikan üniversitelerinde hocalık yapanlar, koşaradım geldiler Meral Akşener’in şemsiyesinin altına…
İşte bunlar donanımlarıyla, entelektüel birikimleriyle ceplerinden çıkaracakları Meral Akşener’i, her konuşmasında çılgınca alkışladılar.
Oysa alkışladıkları kişi, bekledikleri gibi çıkmadı…
Bazıları geç de olsa bunu anladı.
***
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı en ağır sözlerle en sert eleştirenler, bir bakıyorsunuz, soluğu AKP’de almış.
Biraz geriye giderek başlayalım bu konuya. 14 Nisan bildirisini kaleme “ben aldım” diyen dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, geri kalan görev süresinde o bildiride söylediklerini bir daha ağzına almadı. Bir gazete haberinde gördüklerime inanamamıştım. Büyükanıt, elinde bazı fotoğraflarla Çankaya Köşkü’nde. Meğer o fotoğraflar da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün babasının askerlik fotoğraflarıymış. İyi bir hatıra diye Cumhurbaşkanına götürmüş sert bildiriyi kaleme alan adam. Yanlış hatırlamıyorsam, koyu bir Fenerbahçeli olan Büyükanıt’ı, Fenerbahçe formasıyla stadyumda maç seyrederken gören, ülkemizin iyi gazetecilerinden rahmetli Selahattin Duman, koca Türk Ordusu’nun komutanının bu haline içerleyip, ironik bir yazıyla dile getirmişti. O yazı mutlaka arşivlerde duruyordur. Bundan başka Yaşar Büyükanıt, Dolmabahçe Sarayı’nda Recep Tayyip Erdoğan’la uzun bir görüşme yaptılar. Orada ne konuştuklarını “ölünceye kadar” açıklamayacaklarını kararlaştırmışlardı. O günden sonra ağzını bıçak açmadı Büyükanıt’ın. Sözünü tuttu, konuşmadan öldü gitti.
Söz Genelkurmay Başkanı’na gelmişken, Yaşar Büyükanıt’tan görevi devralan Orgeneral İlker Başbuğ’a da toplumun çoğunluğu, büyük umut bağlamıştı. Tabii o umutlar, kocaman bir umutsuzluğa döndü ne yazık ki…
Başbuğ, epey zamandır televizyon kanallarında, farklı kentlerdeki Rotary Kulüp toplantılarında ‘Atatürk’ üzerine yazdığı kitapları anlatıyor. Keşke görevdeyken askeri öğrencilere bu konuşmaları yapabilseydi. Hatta Fethullahçı öğrencilerin sınav sorularını önceden almasına engel olmak gibi bir çabasından söz edebilseydik bugün…
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı en öfkeli ve en ölçüsüz eleştiren ve “ondan hesap sormaz isem namerdim” diyen ilk kişi sanırım Süleyman Soylu oldu.
Arkasından “Harun gibi geldiler yolsuzlukta Karun oldular,” diyen Numan Kurtulmuş geldi.
İkisini de Erdoğan, AKP’ye çağırınca koşarak gittiler… Süleyman Soylu’nun önce Çalışma Bakanlığı sonra da İçişleri Bakanlığı oldu ödülü. Numan Kurtulmuş, küçük partisini AKP’ye katınca ona da ödül olarak Meclis Başkanlığı verildi.
Sanki Erdoğan insanları efsunluyor ve müthiş bir çekim gücüyle en sert muhalefeti yapanları yanına çekiyor, sonra o sert söylemli insanlar pamuk gibi yumuşuyorlar.
Erdoğan’ın sağ yanındaki boşta duran koltuğa bu kez de CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce oturuyor… Çok da gerçekçi bir politikacı olan İnce, Türkçemize ‘adam kazandı’ repliğini kazandırıyor uzun siyasi yaşamında ülkesine hizmet olarak.
2023 Mayıs seçimlerine gidilirken meydanlarda en sert muhalefeti bu kez Sinan Oğan yapıyor. Seçim ikinci tura kalınca, Erdoğan yanı başındaki boş koltuğu gösteriyor, “buyur” diyor mu, demiyor mu? Bilemedim. Ama “koltuk boş durmaz, gidip oturayım bari” demiş olmalı ki, Sinan Oğan’ın o koltuğa yerleştiğini görüveriyoruz.
31 Mart 2024 Yerel seçimlerinden CHP, yirmi iki yıl sonra birinci parti olarak çıkınca, ister istemez Erdoğan, ilk kez seçimde ikinci parti konumuna düşmüş oldu.
Hal böyle olunca birinci olan seçimin galibini kutlamak da gerek. Gerçi seçim süresince CHP’nin yeni genel başkanı Özgür Özel’i daha önce Kemal Kılıçdaroğlu’nu aşağıladığı gibi, CHP’nin yeni genel başkanı Özeli’de aynı dozda eleştirmekten geri kalmadı. Ama olsun; adama kötü bir şey demedi, “Özgür Efendi” demişti. Şimdi ‘Sayın Özel demenin bir kötülüğü yok diyerek, koltuğa bu kez Özgür Özel’i oturttu.
Araya sıkıştırdığı Özgür Özel’i gönderdikten bir süre sonra, “koltuk boş kalmamalı” diyerek büyük bir şok yarattı… İyi Parti Genel Başkanlığı’nı bırakan, Meral Akşener’i davet etti.
Oysa partisinin son kongresinde “ben bu yoldan dönersem, “namerdim” demişti Meral Akşener. İşin “sihiri” bu “namert” sözcüğünde olmalı; “namerdim” diyen soluğu Erdoğan’ın yanında alıyor.
Yazıya Cemal Süreya ile başladım, çok sevdiğim başka bir yazar Kaan Arslanoğlu’nun bir tespiti ile bitireyim. Şöyle diyor yazar:
“Siyaset günlük işler peşinde koşar, pratik ve faydacıdır. O yüzden, sıklıkla ilkesiz ittifaklara gidilir, sıklıkla ilkeler değiştirilir ya da günlük gereksinimlere göre yeniden yorumlanır.”
Cemal Süreya yaşasaydı 99 YÜZ kitabının ikincisine bu politikacıları konu eder miydi acaba?
Hiç sanmıyorum!…