Mehmet Ali İnan yazdı; Yüreklere düşen ateş ve 10 Kasım 1938 üzerine

Olay Medya İcra Kurulu Başkanı Mehmet Ali İnan, bu haftaki köşesinde Türkiye gündemiyle beraber 10 Kasım 1938’i anımsatan bir yazı kaleme aldı…

Mehmet Ali İnan yazdı; Yüreklere düşen ateş ve 10 Kasım 1938 üzerine

İnan, yazısında şu ifadeleri kullandı:

Memleket yangın yeri…

Geçmişe özlem gelmişse bir toplumda gündeme,

Bugünden hoşnut değil demektir kimse…

Yaşamı, insanı olağanüstü güzel sözcüklerle anlatan, Sivas yangınında kaybettiğimiz şair Metin Altıok’un iki dizesi ile başladım yazıya.

İnsanımızın bugün içinde bulunduğu durumu çok iyi yansıttığı için.

21. yüzyıl değil de, sanki Ortaçağa geri dönülmüş gibi bir hal var.

10 Kasım’dan bu yana yaşadıklarımız tam bir afet. İşin acıklı yanı ise bu afetleri yaşamamak için önlem almamış olmamız.

Aslında yasalar, kanunlar kurumların görevlerini belirlemiş. Bunlarda bir sorun yok.

İşte işin kötü yanı da tam burası; denetimi, kurallara uyulup uyulmadığını yapacak kişi ya da kurumların üzerine düşeni yapmamaları.

Bu yüzden başımıza sık sık acı olaylar geliyor.

Kocaeli’nin Dilovası İlçesi, Mimar Sinan Mahallesi, Mimar Sinan Caddesi’ndeki (Mahallenin ve caddenin görüntüsüne bakınca, Koca Sinan’ın adını yerlere batırmışız diyor insan içinden) bir kozmetik firmasında, 8 Kasım günü saat 09.00 sıralarında yangın çıktı.

Yangında, Esma Dikan (65), Hanım Gülek (65), Şengül Yılmaz (55), Tuğba Taşdemir (18), Nisa Taşdemir (17), Cansu Esetoğlu (16) öldüler. Biri ağır yaralı olmak üzere 7 kişi de yaralandı.

Ölenlerin çaresizliğini yaşları gösteriyor.

Üçü daha çocuk diğer üçü ise çalışma yaşını geçmişler. Hayat onları öylesine zorlamış ki, böyle güvencesiz, korunaksız ve zor koşullarda çalışmaya mecbur kalmışlar.

Sendikasız, sigortasız ve 650 TL yevmiye için, yanarak, bağıra bağıra öldü 7 insan, 7 can…

İşyeri sahibinin şu kişi, bu kişi olmasına, kimin adamı, hangi partiye yakın olduğu konusuna hiç girmeyeceğim.

Öyle ya da böyle olması, insani duyguları olmamasını mı gerektirir?

Ölenlerin hikâyesine bir bir bakarsanız, herkesin payına bu ölümlerden bir parça sorumluluk düştüğünü hissedersiniz.

Ben öyle hissettim; kendimle yüzleşemedim, utandım, bu çağda bu kadar vahşice ölümlere tanık olmaktan.

Yetkililer, siyasiler ve sendikacılar ne yaptı?

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, olayın ardından Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Kocaeli İl Müdürü, SGK Kocaeli İl Müdür Yardımcısı, Gebze Sosyal Güvenlik Merkez Müdürü, Çalışma ve İş Kurumu Kocaeli İl Müdürü, İş-Kur Dilovası Hizmet Merkezi Müdürü, İş-Kur Cimer’den sorumlu Şube Müdürü ile bir personelini açığa alındığını duyurdu.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın yerinde olsam bir dakika bile beklemez, bu olaydan sonra hemen istifa ederdim.

Etmedi. Bakın ne yaptı.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bütçe görüşmelerinde Bakan Vedat Işıkhan Sıfır kaza kültürünü hedefliyoruz dedi.

Bu ülke siyasetçilerinin iktidar olsun, muhalefet olsun, hedef koymada üstlerine yok. Gelgelelim, daha bugüne kadar tutturdukları hedef de yok!..

Diğerleri yani tüm siyaset ve işveren – işçi örgütü başkanları, ne yaptı derseniz; onlar da biz sıradan faniler gibi üzüldüklerini belirterek, gerekli önlemlerin alınmadığından dem vurdular.

Kâğıt üzerinde, yasalarda aslında her şey harikadır. Olayların ardından bağıra çağıra, sert tepki göstermenin bir riski yok…

Ne var ki, felaketi sloganlarla durduramazsınız…

Dilovası yangınından üç gün sonra 11 Kasım Salı günü, Azerbaycan’dan Türkiye’ye gelmekte olan askeri kargo uçağı Gürcistan sınırında düştü. Uçuş ekibi ile birlikte 20 askerimiz şehit oldu.

20 insan! Yarım kalmış 20 yaşam. Yaşam öykülerine bakınca, her birinin bambaşka zorluklardan geldiğini görüyoruz.

Ülke kocaman bir cenaze evine döndü.

Kamuoyu şehitlerin ardından milli yas ilanı bekledi. Ama yapmadılar.

Bence haklılar da.

Biliyorsunuz, milli yas ilan edilince kamu ve özel kurumlarda bayraklar yarıya indirilir.

Ülke olarak o kadar sık felaket yaşıyoruz ki, her birinde yas ilan edilse, sanırım ülkedeki bayrak direklerindeki bayraklar hep yarıda durur.

Ölümünün 87. yılında yine büyük bir özlem ve sevgiyle anıldı Atatürk. Anıtkabir’e aktı insanımız, ona duyduğu saygıyla…

Devlet protokolü de bildik mesajlarını verdiler yine. Bunların arasında önceki Genelkurmay Başkanı, şimdi Milli Savunma Bakanı olan Yaşar Güler’in mesajı şöyle: Ebedi Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını, vatan ve millet uğrunda gözlerini kırpmadan canlarını feda eden aziz şehitlerimizi ve ebediyete irtihal eden kahraman gazilerimizi rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyorum.

Aziz Atatürk, vatan sana minnettardır. Ruhun şad olsun.

Ebedi Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk deyip, sonra da yine gözünü kırpmadan canını feda edecek Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyen gencecik teğmenleri ordudan atmak nasıl bir Atatürk anlayışı?

Atatürk 2 (1881–1919) filmini geçen yıl, oğlumla sinemada izlemiştik. Çok etkilenmiş, kimi sahnelerde gözyaşlarımı durduramamıştım.

Bu yıl 10 Kasım günü NOW TV’de gösterilince, ikinci kez 2 saat 21 dakika yerimden kalkmadan izledim.

Beni en çok etkileyen iki sahneyi özetleyerek ve ders olur umuduyla yazmam gerekiyor.

İlki, düşmana karşı taarruza hazırlanan kumanda merkezinde geçen sahne… Mustafa Kemal ve ona yakın çalışma ekibi var. Gecenin içinden heyecanla bir asker gelir, oradaki, Hüseyin Çavuş’a yaklaşıp, Hüseyin müjde, bir kızın oldu der. Hüseyin Çavuş arkadaşına sarılır. Oradaki herkes sevinir, Hüseyin’i kutlarlar.

Bu sevinç uzun sürmeyecektir. İlk taarruzda Hüseyin Çavuş şehit düşer. Ailesine haberi vermek yine o arkadaşına düşer.

Hüseyin Çavuş’un karısına acı haberi verir.

Ardından da, Artık sen şehit karısısın, sana devlet maaş bağlayacak der. Kadın, böyle bir parayı alamayacağını söyler. Nedenini de şöyle anlatır: Ben bu parayı alırsam, öte dünyada bana Hüseyin’i göstermezler, sen dünyada hakkını aldın diye.

İşte tam burada büyük ozan Nâzım Hikmet’in Kuvâyi Milliye Destanı’nda yazdığı Bizim Kadınlarımızın en iyi örneği değil mi?

Bu diyaloğu Mustafa Kemal’e anlatır asker.

İşte bundandır, daha o günlerde Batılı ülkelerde bile olmayan, toplumsal yaşamda kadını hayatın içine katması, eğitimden iş hayatına eşit haklara kavuşturması, Medeni Kanun’u çıkarması.

Cumhuriyetin ışığını en çok parlatan da kadın hakları devrimidir diye düşünüyorum.

İkinci ve benim için en dramatik sahne ise çocukluğunda, öğretmeni ile arasında geçen karşılıklı konuşma ânı.

Sınıfta tek başına, karatahtada bir matematik problemi çözmeye çalışırken, onun teneffüse çıkmadığını anlayan öğretmeni sınıfa girer. Takılıp kaldığı probleme öğretmen bir rakam koyarak çözümü bitirir.

Boş sınıfta öğrenci sırasına oturur ikisi.

Mustafa Kemal öğretmenine o tatlı Trakya şivesiyle sorar:

– Babam niye öldü?

– Hastaydı Mustafa.

– Kalpten diyor hekim, eşkiyalar yüzünden ve bir de o kumandan.

– Bak Mustafa, ticarette batmak da var çıkmak da, baban bunu bilirdi.

– Babam kendi mi yaktı tomrikleri, eşkiyaları o mu çağırdı gelsinler yaksınlar?

– Haklısın. İdarenin de ihmali var bu hususta.

– İdare kim, o zabit kolağası mı?

– O da, vali de, kumandan da.

– Kim onları vali, kumandan yapmış?

– Sadrazam.

– Onu kim sadrazam yapmış?

O an ikisi birden, karatahtanın hemen üzerinde asılı duran, Padişahın çerçeveli fotoğrafına bakarlar.

Öğretmen yanıtlar.

– Padişah efendimiz.

– Padişahı kim padişah yaptı?

– Babası, babası da padişahtı.

İşte bu sözler, daha ortaokul 2. sınıfta okuduğum Yaşar Kemal’in kült eseri İnce Memed’in son bölümünü getirdi aklıma.

Köyü kasıp kavuran, köylüyü yarı aç bırakan Abdi Ağa’yı İnce Memed öldürmüştür. Aradan çok zaman geçmeden, Abdi’nin yerine oğlu Hamza, Ağa olur. Hamza, Abdi’den de zalim çıkar.

Memed, bir kayanın üzerinde oturmuş vaziyette, kendi kendine söylenir: Abdi gitti Hamza geldi, Abdi gitti Hamza geldi.

Yaşar Kemal, ağalık düzenini sona erdirmenin, onları öldürmekle bitmeyeceği, ancak, ağalık düzenini doğuran nedenleri ortadan kaldırmak gerektiği mesajını veriyordu okurlarına.

Sahne Mustafa Kemal’in son sözü ile biter.

– Benim babam öldü.

Çocuk kameraya bakar, yani bize…

– Ben ne olacağım?

İşte bu soruları soran çocuk koca bir milletin Atası, Atatürk’ü olur.

Bu ülkenin kızları, çocukları, kadınları daha güvenli, daha medeni, daha güzel yaşasınlar diye kısacık ömrüne onca cephe, savaş ve Cumhuriyeti sığdırdı.

Ne yazık ki, o Cumhuriyetin üzerine bugüne kadar yönetime gelen hiçbir iktidar bir tuğla koyamadı ya da koymadı.

Olay Medya İcra Kurulu Başkanı Mehmet Ali İnan’ın yazısının tamamı için tıklayın…

HABERİ PAYLAŞ
ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X