“Şöhret yolunda iki tür yolcu vardır. Suyun akışına gidenler ve tersine kulaç atanlar. Birinciler rahat yaşar, çabuk yükselir, çabuk unutulur. Kontralar ikincilerdir ve onlar acı çeker, çile çeker ama kalıcı olurlar.”
Gazeteci, yazar Mine G. Kırıkkanat’ın yeni çıkan kitabında yer alan, Çetin Altan’ın bu sözü ile başlamak istedim yazıya.
Biyografi kitaplarına ilgi duyan ve sevenler için bir solukta okunacak bir kitap.

Yazar bu otobiyografik kitabında yaşamının ilk 30 yılını konu etmiş. Ateş ve Kül ile tamamlamayı tasarladığı serinin ilki olan Barut, Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıktı.
Barut’u, deyim yerindeyse bir solukta okudum. 1968’in unutulmayan gençlik kuşağının kahramanlarını anlatarak başlıyor kitap.
Mine Kırıkkanat’ın ayakta kalma mücadelesi var. Asıl bu mücadeleyi anlatırken, Türk basınının ataerkil yapısının, o dönemde gazetecilik yapmak için yanıp tutuşan bir kadın için ne denli zorluklar taşıdığını da görüyoruz.
Kırıkkanat, o dönemin erkek egemen basın dünyasına ayak uydurarak var olmayı kabullenmiyor.
Tam tersi, kadın olmakta inatçı ve ısrarlı bir tavırla kendini var etme çabasında.
Katı disiplini ile ünlü Notre Dame de Sion Lisesi’ni bitiren Kırıkkanat, iyi bir Fransızca eğitimi alır. Gelecekte kitap ve makale çevirileri yaparak, hayatını kazanmasında bu eğitimin katkısı büyüktür.
Henüz 15 yaşında iken, okuduğu lisenin hemen yakınında olan İTÜ (İstanbul Teknik Üniversitesi)’de okuyan, Kozan Asova ile tanışır.
İlk aşkı ve oğlunun babası Kozan Asova’ya duyduğu derin sevgiyi sonsuza kadar taşıma gayretini çok iyi anlatıyor.
Kırıkkanat, kitabın 67. sayfasında eşiyle ilgili olarak, “Kozan’da paranın kaçtığı, üstüne yapışmayı reddettiği bambaşka bir servet vardı: Vicdan bereketi, gönül zenginliği. Kültürüyle beni öylesine ihya etti ki, onunla başlayarak hep yoksul ve kültürlü erkekleri sevdim.” cümlelerini kullanır.
Aslında saydığı bu nitelemeler 68 Kuşağının hemen hepsinin kişilik özellikleriydi.
Zaten Kozan Asova da o kuşağın iyi temsilcilerinden biri olmuştur.
Bunca donanımlı, gelecekle ilgili yapacağı muhteşem hayalleri olan Kozan Asova, alkole bağımlı olunca, ne yazık ki, evliliği bitirirler.
Kırıkkanat’ın en büyük isteği yazarlık yapmaktır.
O günün Bâbıâli’sinde yazarlık yaparak geçinmek neredeyse imkânsız olduğu için, yazı yazmanın yanında başka işler yaparak hayatını kazanmak zorunda kalır.
Kitapta oldukça ilginç ve keyifle okuduğum yaşanmışlıklar var. Bunların arasında en ilgincini buraya alıyorum.
1972’de, hali vakti yerinde olanlarla Almanya’da işçi olanların evlerinde vardı televizyon.
Belli günler televizyonlu eve konu komşu seyretmek için gidilirdi.
TRT’nin yayınları sık sık arızalanır, teknik sorunlar yaşanırdı.
Oysa İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Maçka Kampüsünde radyo ve televizyon stüdyosu vardır. Dönem dönem deneme yayını da yapılmaktadır. İTÜ’nin teknik donanımı TRT’ye devredilir. Ancak bazı stüdyo aletleri kalmıştır.
İşte kalan bu aletlerle öğrenciler, ilk korsan televizyon yayını yaparlar. Yayına çıkan da ilk kadın sunucu olarak Mine Kırıkkanat’tır.
Çok etkili bir yayın olur. Ancak sonra yasaklanır.
Fransızcası sayesinde Renault gibi bir yerde işe girer. Fransız genel müdür kendisinden çok memnundur. Burada çalışanlara her ay bir koli “erzak” verilmektedir. Buna en çok annesi sevinir. Dünyalar bağışlanmış gibi mutlu olur o gelen erzak kolisine baktıkça.
Eşinden ayrılmak üzeredir. Aslında ayrılmayı çok önceden koymuştur kafasına. Ancak mutlaka Kozan’dan bir çocuğu olmasını ister.
Sonra mizah yazılarını Çarşaf dergisine gönderir.
Dergi yazılarını yayımlamayı kabul eder.
Orada karşılaşır Çetin Altan’la…
Kitapta epey yer veriyor bu ilişkiye yazar.
Çetin Altan’la ilişkisini oldukça açık ve içtenlikle anlatmış:
“Başlangıçta gayet netti: Aşk yoktu. Ben ayrılmak üzere olan çocuklu bir kadın, o çocukları büyüyünce ortak evi eşine bırakıp yalnız yaşamayı tercih eden bir erkekti. Aramızda 24 yaş fark vardı. Ben çocukluğumda hayran olduğum bir adamı keşfetmek istiyordum, o da konuştuğunu anlayacak zekâda genç bir kadını fethetmek.”
Çetin Altan’dan çok şey öğrenir Mine Kırıkkanat.

Gazetelerin, yazarların çok güçlü, etkili olduğu güzel dönemlerdir. Çetin Altan, TİP (Türkiye İşçi Partisi)’in efsane milletvekili. Konuşmalarıyla sağcıları çileden çıkaran adam. Bu yüzden Meclis’te öldüresiye dövülmesi hâlâ anlatılır.
Çarşaf binasında gerçekleşen tanışmadan hemen sonra, Çetin Altan’ın masasında ilk dersini alır.
“Şöhret yolunda iki tür yolcu vardır: Suyun akışına gidenler ve tersine kulaç atanlar. Birinciler rahat yaşar, çabuk yükselir, çabuk unutulur. Kontralar ikincilerdir ve onlar acı çeker, çile çeker ama kalıcı olurlar.”
Sevgilisi olacak kadına, tanıştığında bu öğüdü veren Çetin Altan, sonraları Turgut Özal’ın iktidar olması ile tersine kulaç atmaktan vazgeçip, suyun akışına bırakmıştır kendini.
Ararat Yayınevi için kitap çevirileri yapar. Ramazan Yaşar’ın sahibi olduğu sol kitaplar yayımlamaktadır.
Ne var ki sosyalist olmasına rağmen yazarın telif ücretini çalmaktan geri durmamıştır yazarın anlatımıyla “Hödük Ramazan.” Bu olayın devamında şöyle bir tespiti var: “Bunlara, 2000’li yıllardan öteye muhalif belediyeleri uyduruk organizasyonlarla haraca bağlayan pek çok sosyalist müzisyen, yazar ve gazeteciye ilişkin gözlemlerim eklenince: dürüstlüğün ideolojisi olmadığını ve hayatın başlangıcında hep kapitalizm yandaşlarına yüklediğimiz rantiyeciliğin, sosyalist yoldaşlar arasında da yaygın olduğunu anladım.”
Mine Kırıkkanat, 1968 – 2000 arasında yaşanan ve insanımız üzerinde iz bırakan ciddi olayları olabildiğince çok güzel bir dilde anlatıyor kitabında. 1968 gençlik hareketinin Fransa’da başlayıp, Türkiye’deki kahramanları da var. 1971 Muhtırası, Kıbrıs Barış Harekâtı, 12 Eylül’den kısa bir süre önce Fransa’ya davet edilen Mümtaz Soysal, Yaşar Kemal ve kendisinin de eşlik ettiği Çetin Altan’ın da olduğu bölüm oldukça etkiledi beni.
Mümtaz Soysal’ın kusursuz Fransızcasıyla yaptığı konuşma büyük alkış alırken, Yaşar Kemal’in konferans salonuna girerken Kürtçe söylediği türkü salonda herkesi büyülemiştir.

Daha program bitmeden Türkiye’de darbe olmuştur. 12 Eylül 1980…
Bir tartışma başlar bu üç ünlü arasında; dönelim mi yoksa biraz bekleyip de, ne olup biteceğini bir görelim mi?
Yaşar Kemal ve Mümtaz Soysal dönmeye karar verirler. Çetin Altan, tutuklanma korkusuyla uzun süre Paris’te kalacaktır.
Muradım, bilinçli seçip okuduğum bu kitap için bir tanıtım yazısı yazmak değil.
Bir gazetecinin, özellikle tırnaklarıyla kendine alan açıp, kendini var eden kadın gazetecinin gözüyle, yaşadıklarını ve tanık olduklarını daha yakın bilmek.
Kitapta anlatılan olayların çoğu hafızamızda var olanlar. Ancak okuyunca yeniden bir film gibi gözümüzün önünden geçmesini de sağladı.
Kitap uzun, çok fazla dikkate değer olay anlatıyor yazar. İkinci, üçüncü kitabı da mutlaka daha güncel ve yakın tarihi içerecektir.
Bu yüzden çok da uzatmadan, bu yazıyı yazarın şu satırları ile bitireyim: “Yaşamın iniş ve çıkışları arasında, mutluluğu yaşarken değil, bittikten sonra farkına varıyor, insan.”
Umarım insanlar bundan böyle mutluluğun yaşadığı anda hissederler. Kim bilir ne kadar hoş bir şey olur o yaşanan an…

Flipboard
Teşekkür ederim Sayın İnan