Sanırım 10-11 yaşlarında seyrettim başrollerini Fatma Girik ve Tugay Toksöz’ün oynadığı “Boş Beşik” filmini.
Ağa kızı Fatma ile oba beyi Ali birbirlerine yanıktırlar. Evlenirler, ancak yıllar geçse de çocukları olmaz. Oba beyinin aile büyükleri baskı yapmaya başlar; çocuksuz olmaz, Ali’nin yeniden evlenmesi için onu durmaksızın zorlarlar.
Oba beyi Ali baskılara boyun eğmez.
Epey direnir ancak sonunda soyunun sürmesi fikri galip gelir ve evlenir. Filmi baştan sona anlatma niyetim yok. Bir Anadolu türküsünden esinlenerek yazılan senaryoda benim aklımdan hiç çıkmayan bir bölümü yazmasam olmaz.
Filmin kadın kahramanı Fatma, kocasının evlenmesi üzerine aklını yitirmiş gibi olsa da kalbi hâlâ Ali’nin sevgisiyle doludur. Deli divane halde kendini dağa taşa vurur. Bir dereden geçerken uzunca bir “ak taş” görür. Taşı alır, yıkar kucaklar… Oracıkta tülbendine sarar. Ve günümüze kadar gelen bu efsanenin türküsü başlar…
Ak taş diye belediğim
Tülbendime doladığım
Tanrıdan dilek dilediğim
Mevlam bu taşa bir can ver
Yoldan geçen yolcu kardaş
Ben kimlere olam sırdaş
Kırşehir’de Hacı Bektaş
Mevlam bu taşa bir can ver.
Efsane bu ya… Ak taş o boş beşikte canlanır…
Elbet bu ancak masallarda, hikâyelerde ve filmlerde olabilecek bir şeydir…
İşte bizim medyamızın en gözde gazeteci ve yorumcularının Cumhurbaşkanı ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in görüştüğü salonda, solda boş duran koltuk üzerine kestikleri ahkâm çocukluğumda, seyrettiğim bu filmi düşürdü aklıma.
Asıl söylemek istediğime gelince; Anadolu Ağıdının son iki dizesinde geçen Kırşehir benim memleketim. Hacı Bektaş da Kırşehir’e bağlı bir kasaba idi. Taa ki Adnan Menderes iktidar olana kadar. Seçimlerde Demokrat Parti’ye oy vermeyince, Nevşehir’i il yapıp, Kırşehir’i de ilçe olarak Nevşehir’e bağlamıştı.
Bu kadim Anadolu kentinin insanlarına istilacı Moğolların, Yavuz Selim’in yaptıkları yetmemiş olmalı ki, eksiği de Adnan Menderes tamamlamıştı.
***
O günden bugüne pek değişmedi politikacılar. Aynı şeyi gazeteciler için söyleyemeyeceğim; çünkü çok iyi kalemler oldu Türk basın dünyasında. Mesleklerini özveriyle, cesaretle yapan gazetecileri unutmak mümkün mü?
O kuşağın bıraktığı gazetecilik geleneğini günümüzde sürdüren çok az sayıda olsa da varlar. Geri kalanlar öyle kalabalık ki, her yerde, her ekranda, her platformda görünüyorlar.
Boş beşikten, boş koltuğa geçersek,
Türkiye, 23 Nisan resepsiyonundan beri Cumhurbaşkanı ile Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı’nın buluşmasına kilitlendi. Sanırsınız bu buluşma öyle bir etki yaratacak ki ülke birkaç saat içinde cennete dönecek. Yaklaşık on gündür ne konuşacakları üzerine ahkâm kesmeyen kalmadı. Özgür Özel’in çantasında neler olacağına dair tartışmalar, tv ekranlarının değişmez akademisyen, avukat, siyaset bilimci ve kadrolu gazeteci yorumcularının birincil konusu oldu…
Nihayet beklenen gün geldi; 2 Mayıs günü buluştu iki lider. AKP genel merkezi önünde tam bir medya ordusu. Ülkenin her türden medya mensupları adeta karargâh kurmuşlar.
Bundan tabii ne olabilir ki?
Yılın en önemli olayı!..
Belki de, tarihe geçecek bir sürecin her ânını yakalayıp, kaçırmama çabası.
Tüm ayrıntıları tek tek anlattılar; Özgür Özel’i kim karşıladı, Cumhurbaşkanı konuğunu nerede bekledi, CHP Genel Başkanı’nın, görüşmede yanında kimler vardı, bir saat planlanan buluşma ne kadar sürecek? Daha birçok ayrıntıyı içeren sorular…
Onlarca sorunun yanıtını yine kendileri verdi. Ama görüşmenin içeriğiyle ilgili değildi bu yanıtlar.
Bir saat 35 dakika süren görüşme bitti. Kimsenin söz etmediği bir ayrıntıyı da ben dile getireyim; çok az renk farkıyla aynı elbise vardı iki liderde, kravatlar da öyle… Sol yakalarında rozet, ikisinin de ayakkabı ve çorapları siyahtı.
Açıklama için kürsü kuruldu, sonra o da kaldırıldı…
İçeride konuşulanların açıklanmayacağı duyuruldu.
Bunca gazetecinin, yorumcunun yaptığı yorumlardan sonra açıklamaya ihtiyaç duymamış olmalılar diye düşündüm.
Koro halinde “dağ fare doğurdu” diyorlar… Ama ne fare doğdu ne de başka bir şey…
Haklılar da…
Hal böyleyken, içerde hazırlanan oturma düzeni gündem oldu.
Görüşmenin yapıldığı salonda Cumhurbaşkanı’nın solunda bir koltuk boş olarak duruyordu.
İşte bu güzel ülkenin aklı başında ve mesleklerinde usta oldukları kabul edilen gazetecileri Cumhurbaşkanı’nın solunda duran boş koltuğa takılıp kaldılar. Gece tv yorumları tamamen bu boş koltuk üzerineydi. Aman Allahım, ne yorumlar, ne çok söz söylendi bu boş koltuk için. Ne çok anlam çıkarıldı. Sandım ki, beşikteki aktaş gibi, koltukta biri belirecek… Sanki ülkemiz dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında yer alıyor da, yakıcı ve hayati hiçbir sorun kalmamış, şu güzelim gezegende hiç derdi olmayan tek millet bizmişiz gibi, güzel Allahım dert diye bize bu “boş koltuğu” verdi. Anladım ki yeni nesil gazeteciler ve yorumcular günümüz siyasetçilerine fazlasıyla benzemişler. Gerçekleşmemiş olayları gerçekleşmiş, ya da gerçekleşecek gibi aktarıyorlar konuşmalarında.
Biz nasıl bu hale geldik?
Televizyonların değişmez konuğu onca akademisyen, siyaset bilimci, gazeteci “boş koltuk” üzerine öyle bir tartışıyorlar ki, Nazi zulmü üzerine söylenmiş bir sözü anımsattı bana; “başkaları adına utanmak”. Bu kadar sığlık, gerçeklerden bu kadar kopukluk onlar adına utandırdı beni…