Mehmet Ali İNAN
Mehmet Ali İNAN
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Cennetin Kökleri

Ah, öyle bakmayın bana. Sizin acımanıza hiç ihtiyacım yok. Üzerimden çok erkeğin geçmiş olduğu doğrudur, ama başa gelen çekilir.

Üstelik erkekleri, pantolonları inikken yaptıklarıyla yargılayamayız. Asıl adilikleri giyinirken yaparlar.

Bu çarpıcı alıntı, Romain Gary’in Cennetin Kökleri kitabından.

Böyle yüzlerce paragraf var kitapta. İnsanın içine işleyen edebi metinlerle büyük bir yazar olduğunu gösteriyor Gary!..

Başta ABD olmak üzere sömürgeci Batı ülkelerinin Kara Afrika’ya nasıl baktıkları gerçeğini büyük bir ustalıkla anlatıyor Cennetin Kökleri’nde.

SEL Yayıncılık tarafından 2024’te yayımlanan kitabın, Ocak 2025’te ikinci baskısı yapılmış. Hasan Can Utku’nun dilimize çevirdiği Cennetin Kökleri, 468 sayfa ama okurken, su gibi akıyor.

1914’te Litvanya, Vilnius’ta doğan Romain Gary, annesi tarafından büyütüldü. Yoksul, Kazak Tatarı Yahudi kırması bir çocuk olarak on dört yaşında annesiyle Fransa’ya gelip Nice’e yerleşti.

Hukuk öğreniminin ardından Hava Kuvvetlerine girdi. 1940’ta General de Gaulle’ün yanında Özgür Fransa hareketi saflarında savaşa katıldı. Fransa Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. Diplomat oldu. Los Angeles’ta başkonsolosken aktrist Jean Seberg’le evlendi. Senaryolar yazıp iki de film çeken yazar, 1961’de diplomatlığı bırakıp, kendini edebiyata verdi.

İlk romanı 1945’te yayımlanan Polonya’da Bir Kuş Var ile sert ve şiirsel üslubu sayesinde büyük bir ses getirdi. 1956’da Cennetin Kökleriyle Goncourt Edebiyat Ödülü’nü aldı.

Hayatı boyunca kendini var edebileceği yeni roller, yeni kimlikler peşinde koşan Gary, ihtiyaç duyduğu edebi arınmaya yeniden erişebilmek için 1973’te tamamladığı Koca Tembeli Emile Ajar müstear adıyla yayımlamaya karar verdi. Özgünlüğünü ve yaratıcılığını kaybettiği yönündeki sert eleştirilerden yeni edebi kimliği sayesinde özgürleşen yazar, 1975’te çıkan Onca Yoksulluk Varken romanıyla edebiyat dünyasında eşine az rastlanır bir durum yaşanmasına neden oldu. Goncourt Edebiyat Ödülü’ne ikinci kez değer görülen tek yazar olmasının yanı sıra, tercihini, çağdaşı Julien Graca gibi, ödülü geri çevirmekten yana kullandı.

Emile Ajar mahlasıyla yayımlanan Kral Salomon’un Bunalımı ve Yalan-Romanla yazınsal üretiminin durma noktasına geldiğini ileri süren eleştirmen ve okurlardan övgü dolu yorumlar aldı.

Gary, 1980 yılında ardında bıraktığı intihar notuyla yaşamına son verdi. İntiharının ardından yayımlanan itiraf niteliğindeki romanı Emile Ajar’ın Yaşamı ve Ölümü ile kendini açığa vururken bir sır perdesini de aralamış oldu.

Romanın konusu Afrika’nın genelinde, Batılıların safari ile yerlilerin de fildişi için, fil avcılarına karşı verilen mücadele. Bu hikâyenin kahramanı bir Fransız vatandaş olan Morel.

Tek başına amansız bir mücadeleye başlayan Morel, gün geçtikçe vicdanlı ve ülkesini koruma sevgisi olanlardan bir grup oluşturuyor.

Morel’in filleri koruma ve avlanmalarını durdurma mücadelesi, geçmişte yaşadığı tutsaklık döneminden geliyor.

İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa’yı işgal eden Naziler tarafından tutuklanıp, kampa sürülüyor. Bilindiği gibi Nazi kampları ağır çalışma koşullarının yanı sıra yetersiz beslenme, sağlıksız yaşam ortamı ve en küçük bir ihmalde ağır işkence…

İşte Morel, bu tutsaklık sırasında yaşadığı ağır işkencelere filler sayesinde dayanabilir…

Bu bölüm kitapta şöyle anlatılıyor:

Size şunu söylemem gerekir ki, tutsaklığım sırasında fillere karşı borçlandım ve hâlâ onu ödemeye çabalıyorum. Aslında bu bir arkadaşımın fikriydi, bir metre on santime, bir buçuk metrelik bir zindanın içinde birkaç gün geçirdikten sonra duvarların üzerine gelmeye başladığını hissettiğinde, özgürce gezinmekte olan fil sürülerini hayal etmeye başlamış, bu sayede Almanlar onu her sabah gayet zinde, şakalaşıp gülüşürken bulmuş, yıkılmaz olduğunu düşünmeye başlamışlar. Hücreden çıktığında bunu bize de anlattı ve biz de kafesimizin içinde ne zaman daha fazla dayanamayacağımızı hissetsek Afrika’nın engin açıklıklarında karşı konulmaz biçimde gezinen o devleri düşünmeye koyulduk. Bu iş yoğun bir düş gücü gerektirse de bu çaba bizi hayatta tutuyordu.

Hikâye böyle bitmiyor. Gardiyanlar şüphelenip bu durumu çözmek için her yola başvururlar. Aralarından bir gammaz sırlarını ele verir. Bakın ondan sonra yaşananlar…

Morel’in ağzından hikâyenin devamı şöyle:

Bir akşam Fluche bloğa sürünerek geldi, köşesine çekilmesine yardım etmem gerekti. Bir süre orada öylece yattıktan sonra, gözlerini sanki bir şey görmeye çalışıyormuş gibi kocaman açtı ve bana her şeyin bittiğini söyledi. Fillerini göremiyordu artık, var olduklarına bile inanamıyordu. Dayanabilmesi için elimizden geleni yaptık. Hepimiz iskeletlerden oluşan bir çete gibi onun çevresini büyük bir coşkuyla sardık, parmaklarımızı hayali bir ufka doğru uzatarak, hiçbir baskının, hiçbir ideolojinin yeryüzünden kovamayacağı o devleri ona betimlemeye koyulduk. Ne var ki bizim Fluche artık doğanın harikalarına inancını yitirmişti. Yeryüzünde, Afrika’da bile olsa insanların doğaya saygılı olabileceğini düşleyecek gücü kalmamıştı. Yine de çaba gösterdi. Kirli yüzünü bana doğru çevirdi ve gözünü kırptı. ‘Bir tanesi hâlâ benimle’ diye mırıldandı. Onu en derinlere iyice gizlemiştim, ama artık ona bakamayacağım… Yeterli gücüm kalmadı artık… Seninkilerin yanına al onu da. Adı Rodolphe: Ne aptalca bir ad: dedim ona, ama yüzüme öyle bir bakıyordu ki…

Morel, arkadaşını yaşamda tutmak için çabalasa da, sonunda onu kaybeder. Arkadaşına onun filini de aldığını söyler kulağına.

Morel’in Çad’da yarattığı efsanenin kaynağı işte bu hikâyedir.

Kitabın 72. sayfasında altını çizdiğim bir tartışma.

Tanrı aşkına, Schölscher, yaşamın çevremizdeki en güzel ve en soylu belirtilerini yok etmeyi sürdürdükçe nasıl olur da ilerlemeden söz edebiliriz? Sanatçılarımız, mimarlarımız, bilginlerimiz, düşünürlerimiz yaşamı daha güzel kılmak için kan ve ter dökerken biz geride kalan son ormanlarımıza parmağımız otomatik silahlarımızın tetiğinde dalıveriyoruz.

Cennetin Kökleri, içerik olarak çok zengin ve yaşamla ilgili öyle yerinde tespit ve öneriler yer alıyor ki, inanın her türlü övgüyü hak ediyor.

Neredeyse her sayfasında altını çizme gereği duyduğum cümleler var.

Onlardan biri şöyle:

Terbiye, elbette ki çok büyük hırsları, dehası, görkemli olasılıkları olan, büyük bir şey değildi, ama yine de insanlığın karşılaştığında biraz daha fazla duraklaması gereken bir kavşaktı.

Bir de Mizah tanımı var ki, akıllardan çıkmaması gerekir.

Mizah, bulunduğunuz durumdan her usandığınızda onu havaya uçurmanıza izin veren, sessiz ve kibar bir dinamittir, en üstü kapalı biçimde ve hiçbir sıçramaya yol açmaksızın.

Çad’ın yurtseverleri Morel’e içten içe hak vermekle birlikte, onların bağımsızlık mücadelesini geriye ittiği için kızmakta, eleştirmektedirler. Fillerin korunması mücadelesinin tüm dünya kamuoyunun önüne Morel sayesinde gelmesi, onları ikinci plana düşürmüştür çünkü.

Yine de onunla hemfikir oldukları bazı konular vardır. Bir tanesi şöyle: Artık Afrika’nın doğal zenginliklerinin dünya kapitalizmi tarafından utanmazca sömürülmesinin sona erme zamanı geldi.

Morel’in filleri korumak için öncülük ettiği mücadelesi, kabilelerin çoğunda bir saygınlık uyandırır. Kabileler ona Ubaba Giva adını takmışlardı; bu fillerin atası anlamına geliyordu.

Kara kıtanın, kara yazgısını anlatan yürek burkan bir paragraf…

Anlaşıldığı kadarıyla kırk yaşın altındaki bir adam vahalarda, tam olarak da Litz’deki pazarda kendini beş yüz riyale satıyormuş, anüsü el değmemiş on beş yaşındaki iyi vücutlu bir oğlansa dört bin riyal edebiliyormuş…

Bunlar Birleşmiş Milletler’in kölelikle mücadele komisyonunun açıkladığı resmi rakamlar.

Kitabın ikinci bölümünde Waitari çıkar ortaya.

Çad’ı bağımsız bir ulusa dönüştürme mücadelesi veren bir örgütün lideridir. Geniş bir Afrika federasyonu kurma hayalindedir. Morel’i ortadan kaldırmak için birini görevlendirir, çünkü kamuoyunda Morel’in mücadelesi onlarınkini gölgede bırakmaktadır.

Son bölümde ise Amerikalı haberci Abe Fields girer sahneye…

Artık Morel’in peşindedir. Çektiği fotoğraflar dünya basınındadır…

Sonraki bölüm onun izlenimleri ile sürer:

Abe Fields, ilginç bir insandır. Alabildiğine soğukkanlı ve duygusuz denebilecek bir portreyle yer alıyor kitapta… Ama insana ders veren bir anısına yer vermiş Romain Gary.

Hayvanlara karşı özel bir sevgi beslediği söylenemezdi. Kimi zaman aklından bir köpek satın almayı geçirdiği olmuştu ama gezici mesleği yüzünden böyle bir tasarıyı yaşama geçirmesi mümkün değildi.

Bir keresinde de Meksika’da bir boğa güreşi sırasında, hayvanın delinmiş görüntüsü öylesine içine dokunmuştu ki, matadorun ölmesini dilemişti.

Ömrü boyunca çok az durumda bir kimse ya da bir şeyin tarafını tuttuğu olmuştu, ancak o gün kesinlikle boğanın yanındaydı. Bu bir çeşit mesleki deformasyon da sayılmazdı, çünkü fotoğraf makinesi yanındaydı ama o gözlerini kapamıştı. ‘Şuna bakın nasıl da gözlerini yumuyor’ demişti yanındaki biri, Amerikan aksanıyla. ‘Biliyorsunuz ya, beyefendi, boğa dediğiniz ayaklı ettir yalnızca!’ Fields onu soğukkanlılıkla incelemişti: Bronx, diye geçirmişti içinden, rengârenk gömleğine ve kafasındaki, ona ancak bir puronun bir göte yakıştığı kadar yakışan Teksas usulü şapkaya karşın. ‘Ayakla etin nerede başlayıp nerede bitiğine karar vermek çok zordur’ diye karşılık vermişti. İçinden hiç de dostane şeyler geçirmediğini kuşkuya yer bırakmaksızın belli eden bir sesle.”

Romain Gary’nin kitabında, okuyucuyu bilgi ve anlatım açısından zenginleştiren onlarca metin yer alıyor.

Kısa bir cümle: Bir insanı öldürmekle ona bir şey öğretemezsiniz… Tam tersine, her şeyi unutturursunuz, öyle değil mi?

Günümüz için can alıcı bir cümle.

Milliyetçiliğe gelince, uzun zamandan beridir bunun artık yalnızca futbol maçları için var olması gerekiyor…

Romain Gary, fillerin korunması üzerinden Morel’in mücadelesini özelde Çad’ın, genelinde Afrika’nın geri kalmışlığını ve kabile yaşamında insanların ne kadar kötü koşullar içinde olduğunu derinlemesine anlatıyor.

Kara Afrika’nın kara yazgısını değiştirme mücadelesi verenlerin hikâyesi, Morel’in avcılarla savaşı ile aynı duygularla yer alıyor.

Türkiye ve Atatürk’ün adının geçtiği bir bölümü de almam gerektiğini düşündüm.

Dünyanın hayvanat bahçesi olmayı artık istemiyoruz. Bu amacımıza ulaşabilmemiz içinse önce, kendisine hammadde ve ucuz işgücü sağlayan bu egzotik kokuşmuşluktan çıkar elde eden sömürgeciliği bitirmemiz gerekiyor. Her ne pahasına olursa olsun, önce ondan kurtulmalıyız ve daha sonra da aynı enerji ve kararlılıkla kitleleri bilinçlendirmeli, kabile geçmişini yok etmeli, ilkel geleneklerle karanlık kalmış beyinlere yeni siyasi kavramları yerleştirebilmek için gereken her yoldan yararlanmalıyız. Belli bir diktatörlük dönemi kaçınılmaz olacaktır. Çünkü kitleler henüz komutayı kendi ellerine almaya hazır değiller. Türkiye’de ATATÜRK’ün, Rusya’da Stalin’in çabaları bunu tarihsel olarak haklı çıkarttı.”

İnsanın içine işleyen, muhteşem edebi paragraflar da kitabı okumaya değer kılıyor.

Gece bir peçe gibi bir anda iniverdiğinde onlar da buluşma yerine yaklaşmak üzereydiler. (…) Çölün ferahlığını hâlâ taşımakta olan hava, bizzat gökyüzüne ne bir ses, bir soluk vermiş gibi görünmekte olan sesli bir hareketle bir nabız gibi atıyordu.

Yazar başta Afrika ülkeleri olmak üzere diğer dünya ülkelerindeki, haksızlık ve kötülüklerin boyutlarının çok büyük olduğunu anlatmak için şu ifadeleri kullanmış: Adaletsizlik öyle büyüktü ki onu düzeltmeye hiçbir insan devriminin gücü yetmezdi.

Bunca yoksulluğu, geri kalmışlığı, insanlığın kendi zenginliklerini cahilce nasıl yok ettiğini ve bunun pek de çaresi olmadığını gösteriyor.

Ancak bir ütopyasını da yazmadan geri kalmamış. Yazı bu alıntıyla bitsin istedim.

Özel bir iğne icat edilmesi gerekir, ya da bir hap. Bir gün mutlaka bulacaklar. Ben her zaman güvenen bir adam olmuşumdur.

İlerlemeye de güveniyorum. Mutlaka günün birinde insanlık haplarını piyasaya sürecekler. Sabahları bir tane aç karnına bir bardak suyla yutacağız ve başkalarının karşısına öyle çıkacağız.” (s. 377)

Günümüz insanlığının ne çok ihtiyacı var böyle bir hapa!

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X