İçli Şair
“…../…… Hanımlar, baksanıza, yeni romanı okudunuz mu?”
Kadınlar
“Hangi romanı?”
İçli Şair
“Bir İdam Mahkûmunun….”
Şişman Beyefendi
“Bu kadarı yeter beyefendi! Ne söylemek istediğinizi anlıyorum. Kitabın ismi bile insanın sinirlerini bozuyor.”
Şişman Beyefendinin sözleri doğru bir tespit…
Yıllar önce okumuştum Victor Hugo’nun “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü” kitabını.

Kitapta yazılanlar sinir bozucu elbet. Ancak daha ötesi var; sarsıyor, günlerce kendinize gelemiyorsunuz…
Birisi
“Ama bu roman hangi amaçla yazılmış?”
Filozof
“Sanırım ölüm cezasına karşı çıkmak için.”
Şişman Beyefendi
“Size söylemiştim, dehşet verici.”
Şövalye
“Şuraya bakın! Demek cellatla düello ediyor?”
İçli Şair
“Giyotine karşı korkunç öfkesi var. ”
Hem de çok büyük öfkesi var Victor Hugo’nun!…
Yazarın kitapta anlattıkları yalnızca öfke değil, yetkililerin, mahkemelerin ve hâkimlerin ne kadar acımasız ve vahşi olduklarını gözler önüne seriyor.

Victor Hugo, onlar adına, insanlığın bu vahşiliğinin utancından tüm insanlara pay dağıtıyor.
“Bir idam mahkûmu” romanını anlatmayacağım bu yazıda. Romanın kahramanının söylediklerini o kadar etkili anlatıyor ki, inanın yüreğiniz kararıyor, büyük bir acı hissettiriyor insana.
Victor Hugo, kitabına uzun bir önsöz yazmış. Bir de bazı bölümlerini aldığım bir dostluk toplantısında geçen diyaloğu eklemiş kitabın başına.
Giyotinin vahşiliğini anlattığı örnekler vermiş.
Giyotinden ziyade ölüm cezasının ne kadar vahşice ve gaddarca olduğunu, giyotin üzerinden yazmış.

Bu örneklerden ikisini buraya alacağım. Sonra da giyotini tarihe gömen adamı anlatacağım.
İlki…
“Güney’de, geçen eylül ayının sonuna doğru, zamanı, yeri, mahkûmun ismini tam olarak hatırlayamasak da, karşı çıkan olursa ispatlayabileceğimiz bir infaz yaşandı, sanırım yerin adı Pamiers’ydi. Evet, eylül ayının sonunda, cezaevinde sakin sakin kâğıt oynayan bir adama iki saat sonra ölmesi gerektiği bildirildi. Altı aydan beri ölümü hiç düşünmeyip unuttuğu için bütün bedeni titredi; (Fransa’da suçlu bulunan dört bakan için epey bir tartışma sonucu, onları ölüme mahkûm etmemek için 6 ay boyunca idamlar durmuştu. Bakanları bir şekilde kurtardıktan sonra yeniden başladı ölüm cezaları) tıraş edildi, elleri, ayakları bağlandı, günah çıkartıldı; sonra dört jandarmanın eşliğinde kalabalığın arasından arabayla giyotin sehpasına götürüldü.
Buraya kadar her şey normal. Bu işler böyle yürür. Cellat rahipten teslim aldığı mahkûmu sehpaya yatırıp, argo deyişle fırına sürüp bıçağı aşağı bırakmış. Güçlükle harekete geçen ağır demir üçgen yivlerden sarsılarak aşağı düşüp adamı öldürmeden boynunu yardığında dehşet anları başlamış. Adam korkunç bir çığlık atmış. Canı sıkılan cellat bıçağı yukarı çekip yeniden bırakmış. Mahkûmun boynunu ikinci kez ısıran bıçak yine koparamamış. Mahkûmla birlikte kalabalık da haykırmaya başlamış. Üçüncü darbenin bu işi bitireceğini uman cellat bıçağı yeniden yukarı kaldırıp aşağı bırakmış. Sonuç yine aynı. Mahkûmun ensesinden üçüncü bir kan deresi akmasına rağmen üçüncü darbe de başı koparamamış.
Kısa keselim. Beş kez inip kalkan bıçak inleyen ve canlı başını sallayarak merhamet dileyen mahkûmu öldürememiş!
Öfkelenen halk yerden aldığı taşları sefil cellada fırlatmış.
Giyotinin yanından kaçan cellat jandarmaların atlarının arkasına sığınmış. Ama daha sonuna gelmedik. Giyotin sehpasında tek başına kaldığını fark eden mahkûm boynundan kanlar fışkırırken omzundan sarkan yarı kesik başını tutarak ürkütücü bir şekilde doğrulup boğuk çığlıklarla koparılmasını istemiş. Merhamet duygularıyla coşan halk jandarmaları zorlayıp ölüm cezasını beş kere çeken bahtsızın yardımına koşmak üzereyken, celladın yirmi yaşında bir genç olan uşağı giyotin sehpasına çıkıp mahkûma ellerini çözeceği için sırtını dönmesini söylemiş ve hiçbir endişe duymadan söyleneni yapan can çekişen adamın sırtına sıçrayıp elindeki kasap bıçağıyla boynunun hâlâ kopmayan kısmını acımasızca kesmiş. Evet, bütün bunlar yaşanmış gerçeklerdir.”

O günün yasalarına göre bu infaza bir hâkimin eşlik etmesi gerektiğini belirten yazar, “bir el işareti ile her şeyi durdurabilirdi.”
“Ve bu hâkim yargılanmadı! Ve bu cellat yargılanmadı” diyor.
Ne kadar sarsıcı değil mi? İnsanın yüreğini burkmuyor mu, tüm bunların gerçekten de yaşanmış olması?
İkinci anlatacağım örnek, birinciden de vahşi ve aşağılık bir durum…
“Üç ay önce Dijon’da giyotin sehpasına bir kadın getirildi. (Bir kadın!) Doktor Guillotin’in bıçağı bu kez de işini iyi göremedi. Kafa tamamen kesilmedi. Bunun üzerine celladın uşakları kadının ayaklarına sarılıp çekiştirerek bahtsızın çığlıkları arasında bedeni kafadan ayırmayı başardılar.”
İnsanın kanını donduruyor değil mi?
Victor Hugo, soruyor: “Ölüm cezasını savunmak için söyleyecek neyiniz var?”
Sonra da “Gerekçelerine bir bakalım” diyor.
Giyotinin İcadı
Giyotin bilinenin aksine tek bir kişi tarafından değil, üç kişinin icadıdır.
Devrimden sonra (1789) Fransız Meclisi’nde idamların daha insancıl ve acısız yapılması için böyle bir makineyi kullanma fikrini Dr. Josep-Ignace Guillotin önermiştir. Bu cihazı Dr. Antoine Louis tasarlamış, Alman kökenli piyano ustası ve marangoz olan Tobias Schmidt üretmiştir.
Giyotinin Sonu
Robert Badinter, Fransa’da ölüm cezasını sonlandıran adam.
1928’de Paris’te Besarabya kökenli Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğdu.
Genç yaşta hukuka ilgi duyarak avukatlık kariyerine başladı. İkinci Dünya Savaşı’nda aile büyük acılar yaşadı. Naziler tarafından tutuklanıp Sobibor toplama kampına gönderilen babası orada hayatını kaybetmiştir.
Savaş süresince annesi ve kardeşiyle birlikte Alp Dağları’nda sığınaklarda yaşar Badinter.
Hukuka kendini adaması da yaşadıkları acının sonucudur, bir avukattan öte “adalet savaşçısı”dır adeta.
Robert Badinter, 1981’de adalet bakanı oldu. İşte varmak istediği yer tam da burasıdır. Fransa tarihinin en önemli reformlarından birini gerçekleştirir; ölüm cezasının kaldırılmasını sağlar.

Adalet Bakanı Robert Badinter (ortada, ayakta), 17 Eylül 1981’de idam cezasının kaldırılmasını talep eden yasa tasarısını Ulusal Meclis’e sundu. Bir aydan kısa bir süre sonra, 9 Ekim’de Fransa’da idam cezası kalıcı olarak kaldırıldı.
Fransa, bu kararla dünyada ölüm cezalarının kaldırılmasına öncülük eder.
Robert Badinter, 9 Şubat 2024’te hayatını kaybetti.
Bana bu yazıyı yazma isteği veren de, 9 Ekim 2025’te ölüm cezasının kaldırılmasının 44. yılında Fransa’da büyük bir saygı gösterisiyle kendisi için Pantheon’da (ülkenin önemli kişilerini onurlandıran anıt mezar) bir anma töreninin düzenlendiği haberleridir.

Vıctor Hugo’nun “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü” kitabında yazdıklarından en çok Robert Badinter’in etkilenmiş olduğunu görüyoruz. Bakın, idamlarla ilgili görüşü şöyle: “Adaletin amacı cezalandırmak değil, insan haklarını korumaktır. Hukuk, yalnızca yasaları uygulamak değildir; vicdanı ve insanlığı da korumak zorundadır.”
Hepimizin, tüm dünya insanının günümüzde ne çok ihtiyacı var adalete!..
Büyük adalet savunucusu Robert Badinter’in şu sözüyle bağlayayım yazıyı.
“Adalet öldürmez, yaşatır.”

Flipboard