“Bizim memleket ıstıraba
katlanmasını İyi beceriyor da
ona karşı gelmesini bilmiyor. ”
Kemal Tahir
Elbette olurdu.
Hem de çok rahat olabilirdi.
Meşale yakılmış, aydınlanma başlamış yola çıkılmıştı…
Tüm dünya ülkeleri “Anadolu İhtilali”nin yarattığı mucizeyi hem hayranlıkla hem de kendilerine model – örnek alma çabasına girmişlerdi.
“Yüce” sandığımız insanları seçip, işbaşına getirdik.
Ne yazık ki seçilenler “cüce” çıktı.
Yarı yolda bıraktılar bizi…
Eğer İzmir Kızılçullu’da açılan ilk Köy Enstitüsü kapatılmasaydı, bugün Norveç, Belçika gibi ülkelerden de önde olabilirdik.
17 Nisan 1940, yoksulluk ve yoksunluk içinde adeta ortaçağı yaşayan Anadolu’ya ışık yakmak için Köy Enstitüleri Yasası’nın TBMM’de kabul edildiği tarihtir.

Enstitüler, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün desteği, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un ortak aklı ve birikimleriyle kurulur.
Bu okullara adeta hayatını adayan İsmail Hakkı Tonguç’un emeğini ayrı bir yere koymak gerek.

Bir baştan bir başa yurdu kuşatan enstitüler birer meşale olup, ışık saçmaya başlamıştı Anadolu’nun topraklarında…
Çok sürmedi…
1950’de enstitülerde karma eğitim bitirildi. 4 yıl sonra 1954’te de Demokrat Parti Köy Enstitülerini kapattı.
Aklın, bilimin, bilginin düşmanı işbaşına geldi. 15 yıl sonra bir bir söndürdüler bu kadim toprakları aydınlatan ışıkları…
Bu yıl Köy Enstitülerinin kuruluşunun 85. yılı.
85 yıldır hep gündemde oldu. Bu yıl daha bir etkin ve coşkuyla geldi ülke gündemine.
Bu da bugünkü eğitimin içinde bulunduğu durumdan olsa gerek.
Kapatılmasının üzerinden 71 yıl geçmesine rağmen bugün bile güncelliğini koruması, bu kurumların ne kadar hayati ve değerli olduğundandır.
Köy Enstitülerinin babası İsmail Hakkı Tonguç’u Sabahattin Eyüboğlu şöyle anlatır: “İş eğitimi ilkelerini on binlerce insana yazıyla, sözle tükenmez inancı, sevgisiyle benimseten o oldu… Adı, resimleri gazetelerde çıkmayan, iş gerektirmedikçe nutuk söylemeden, her türlü övünmeden kaçınan, gördüğü işin keyfiyle yetinen oydu.”
Laik, demokratik, bilimsel ve kamusal eğitim temel amaçtı.
Yurdun yoksul köy çocukları ile kız öğrenciler öncelikliydiler..
Böyle gitseydik Norveç seviyesine ulaşacak, hatta bugün gıpta ettiğimiz birçok Avrupa ülkesinden daha ileride olacaktık.
Olamadık…
Bakın ülkenin son 25 – 30 yılına!..
Adeta bir çıkmaz sokağa hapsolmuş gibiyiz. Bir adım ileri gidemiyoruz.
Adeta yerimizde sayıyoruz.
Niğde’de geri dönüşüm fabrikasında kolu koptuğu halde hayatını kaybeden 14 yaşındaki Abdurrahman Özkul, bu yüzden ölüyor.
Hâlâ ülkenin çalışanının neredeyse yarısı asgari ücretli.
Emekli maaşları açlık sınırının bile altında.
İşsizlik başlı başına çözümsüz bir sorun gibi. Kimsenin iş umudu yok.
Dünya enflasyon sıralamasında en yüksek ülkeler arasında yerimiz 6. sırada. Merkez Bankaları faiz oranlarının yükseklik anketinde ise Venezuela’dan sonrayız. Üstelik enflasyon oranı TÜİK verilerine göre…
Norveç gibi olmamız çok zor.
Bu yüksek faizden, enflasyondan nasıl kurtulacak Türkiye?
Yozgatlı çiftçi Abdullah Amca’nın dediği gibi adaletle, hukukla, vicdanla…

Yazı şöyle bitsin.
12 Eylül 1980 darbesinden önce Bursa Atatürk Caddesi’nde, eski stadyumda başlayan yürüyüşlerde çokça söylediğimiz slogan bu günlerde popüler oldu.
Çünkü “kurtuluşun başka reçetesi yok.”
“Kurtuluş yok tek başına; Ya hep beraber ya hiçbirimiz.”
Umarım tüm zorluklardan, haksızlıklardan, adaletsizlikten bir an önce kurtulur bu ülke…


TÜİK verilerini doğru kabul ederek yapılan sıralamadır bu.
Eğer fiili yani çarşı – pazar fiyatlarına bakarsak, sıralamada en üstte yer almamız işten bile değil.

Flipboard