“Hakikat şehrine yolcu değilsen
Ne yolcuyu eyle ne yolu incit.”
Halk Ozanı Âşık Hüdai
Yine bir tünelin içinde Türkiye…
Durumu biliyoruz ancak Mehmet Şimşek söyleyince daha inandırıcı oluyor. Reis’ten işaret bekleyen AKP seçmeni de kabul ediyor bu durumu mecburen.
Geçtiğimiz hafta sosyal medya platformlarında, Bakan’ın istifa edeceğine dair yoğun haberler yayımlanınca döviz ve hisse senedi piyasası etkilendi. Doğru mu değil mi pek kimse bilmiyor.
Ne kadar kırılgan bir ekonomi yönetimi var ki, gerçekleşmemiş bir haberden bile olumsuz etkileniveriyor.
Belki de kurgu. Bilinçli yapılan spekülatif bir hareket de olabilir. Artık ülkemizde “bu kadarı da olamaz” dediğimiz bir şey maalesef kalmadı gibi.
Tüm olanlar değerlendirilirken, bir şey gözden kaçırılıyor. Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtikten sonra istifa müessesesi kapandı. Artık herhangi bir bakan, bürokrat ya da başka görevde olanlar istifa edemiyorlar. Yalnızca “görevden affını isteyebiliyorlar”. Bu yüzden Mehmet Şimşek’in kendi iradesiyle istifa edebileceğini aklınızdan geçirmeyin diyorum.
26 Ağustos günü Malazgirt Zaferi’nin yıldönümünü kutlama töreninden önce, Ahlat’ta bazı açılışlar için yapılan törende, Mehmet Şimşek de konuştu. Konuştuğu kürsünün önünde “Durmak yok, yola devam” sloganı vardı.
Bu görüntü bana çok anlamlı geldi, sanırım mesaj vermek kastıyla bilinçli seçilmişti. Bildiğiniz gibi AKP’nin mitinglerinde hep kullandığı bir slogan.
Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu bilen sağduyulu bakan yurttaşlarımız bir tünelde olduğumuzun zaten farkında. Hatta uzun süredir koyu bir karanlığın içinde ülke. Artık tünelin içinde olmak, ülkemizin normali oldu adeta.
Dünyanın en uzun tüneli
Tünel demişken, okura biraz genel kültür katkısı yanında aralarında bilgi yarışmalarına ilgi duyanlar için de küçük bir bilgiyi aktarayım.
Dünyanın en uzun tüneli Gotthard Base Tüneli’dir. İsviçre’de bulunan bu tünelin yapılış amacı Avrupa’nın kuzeyi ile güneyi arasındaki mesafeyi kısaltmaktır.
Alpler’in altında inşa edilen ve demiryolu taşımacılık hizmeti sağlayan tünelin uzunluğu yaklaşık 57 km’dir.
2016’da yapımı bitirilen tünel, görkemli bir açılışa sahne olur. Avrupa’nın önemli liderlerini buluşturan açılış töreninde, zamanın Almanya Şansölyesi Angela Merkel, İtalya Başbakanı Matteo Renzi, Avusturya Cumhurbaşkanı Heinza Fscher, Fransa Cumhurbaşkanı François Holland ve İsviçre Konfederasyonu Cumhurbaşkanı Johann Schneider-Ammann ve başka önemli konuklar da ağırlanır.
Yaklaşık uzunluğu 57 km. olan bu tünel 17 yılda tamamlanmıştır.
Bakmasını, görmesini bilmiyoruz
Türkiye, çok partili döneme geçmesinden bu yana yaklaşık 80 yıldır sürekli bir tünelin içinde. Siyaseti de ekonomisi de bir girip bir çıkıyor bu belirsizliğin içine. Bugüne kadar ülke ekonomisi doğru bir sisteme kavuşturulamadığı için içeriden, dışarıdan gelen her tür olumsuzluklara karşı dirençsiz.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye’nin, yani ekonominin bir tünelde olduğunu ama izlenen politikalar sonucu tünelin ucunun görünmeye başladığını, ucundaki ışığı gördüğünü söyledi geçenlerde.
Bakan’ın tünelin ucunda görmeye başladığı ışığı biz sade yurttaşlar göremiyoruz. Belki de bakanın gözleri çok keskin. İnsan tereddüde düşüyor; Şimşek’in baktığı tünel başka, vatandaşın baktığı tünel başka mı?
Sanırım biz toplum olarak bakmasını ve görmesini bilmiyoruz.
Bu durumu tam olarak anlatmak için geriye dönüp, kısa bir hatırlatma yapmak iyi olacaktır.
AKP, kuruluşundan neredeyse bir yıl kadar sonra Türkiye’de iktidara gelen ilk siyasi parti oldu. Bununla da kalmayıp, Türkiye siyasi tarihinde kesintisiz 22 yıl iktidarda kalmayı da başaran ilk parti oldu.
Ülkemiz bugün nasıl güllük gülistanlık değilse, AKP’den önce de değildi. İşbaşına gelen her hükümet ekonomide meydana gelen krizlerle mücadele ediyor. Bazı hükümetlerin de uygulamaları ile yeni krizlere yol açmışlığı oldu.
Krizler Ülkesi
Ecevit’in Başbakan olduğu koalisyon hükümeti, ülkeyi içinde bulunduğu çöküşten kurtarmak için ABD’den Kemal Derviş’i getirdi. Ekonominin başına geçen Derviş, öncellikle ekonomi yönetiminin kurumsallaşmasını, kurumların ve en başta da TC Merkez Bankası’nın özerkleşmesini sağlayarak, dünya finans sistemine uyumlu bir yapı oluşturdu.
Çöküş durmuş hatta ciddi ciddi iyileşme emareleri de başlamıştı. Ne var ki, ülke alışmış bir kere, illa belli aralıklarla kriz çıkarıp o karanlık tünele girecek. Nitekim öyle oldu. Seçim işlerinden sorumlu MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli koalisyonu bozdu.
Seçim yapıldı. Daha bir yılını yeni tamamlamış AKP iktidar oldu. Şanslıydı. Acı reçete topluma çoktan içirilmiş, şimdi onun etkisiyle iyileşme bile başlamıştı. Akıllı davranıp uygulanan ekonomi politikasını değiştirmedi.
Dünya ekonomisi 2008’de ciddi bir kriz yaşamasına karşın, ekonomimiz yeni bir tünele girecek kadar etkilenmedi.
İktidarı elinde tutan AKP ve Cumhurbaşkanı (o zaman başbakan), ustalık dönemine geçerken kurumların başına liyakatlı olanların atanması kuralından vazgeçip, itaat edenleri getirmeye başladı. Bozulma, kamunun tüm alanları ve ekonomide de başladı. AKP’nin en başarılı olduğu alan “algı” yönetimiydi. Olumsuz bir durumun olumlu olduğuna dair, toplumun büyük çoğunluğunu inandırmada çok mahirdiler.
Ancak 2018’de parlamenter sistemin bitmesi, ülkeyi bir açmaza götüreceği her gözün göreceği kocaman bir gerçekti. Dünyanın hiçbir ülkesinde örneği olmayan bir sistem icat edildi: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi.
Güçler ayrılığı, denetim mekanizması tamamen ortadan kalktı. Liyakatsızlık daha önce başlamıştı. Hal böyle olunca, ekonomistlerin öngördüğü gibi en başta ekonomi ve diğer alanlarda bozulma büyük bir hızla yaşanmaya başladı.
Liyakatsız, yetersiz, üst perdeden konuşan, gerçeklerden kopuk, adeta toplumla alay eden ekonomi bakanları geldi gitti. Söz dinlemeyen merkez bankası başkanları hemen görevden alındı.
Her şeyi yöneten Cumhurbaşkanı, ekonomiyi en iyi ben bilirim diyerek, kendisini “Ekonomist” ilan etti. Ekonomi bilimine de “faiz sebep enflasyon sonuç” teorisini armağan ettiğini de not etmeliyim.
Bugün yaşadığımız büyük sıkıntı böyle başladı. Cumhurbaşkanı, ülke sorunlarının içinden çıkılmaz duruma geldiğini artık kendisi de fark etti. Bu durumdan kurtulmanın yolunu ancak Mehmet Şimşek aşar diyerek, ekonomiyi daha doğrusu “küfe”yi onun sırtına vurdu.
Türkiye Yüzyılı
Oysa, 2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerine “Türkiye Yüzyılı” programı ile gitti AKP. Çok iyi yazılmış bir metindi. Erdoğan, seçmenden yetki istedi. Döviz kurunu zaptederek, yüksek faizi de bu ülkenin sorunu olmaktan çıkaracaktı yetkiyi aldığında. Aldı yetkiyi ama söylediklerinin hiçbiri olmadı.
Avrupa Birliği Hayali
Biraz daha geriye gidersek, AKP’nin iktidar olduktan sonra, çok da geçmeden Avrupa Birliği müzakereleri başlamıştı. Hızla yol alınıyordu. Kamuoyu AB’ye gireceğimize inanmıştı ya da inandırılmıştı. Toplumun büyük kesiminde coşku ve heyecan oluştuğu gözlemleniyordu. Hatta Ankara’da gündüz olmasına rağmen havai fişeklerle “Avrupa’nın yolu açıldı” kutlamasının görüntüleri hafızalarımızda hâlâ canlılığını koruyor.
Tüm bunların üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti. Öyle muhteşem coşkuyla başlayan AB serüveninde de bir adım yol alınmadı.
Nasıl da inanmıştık…
Sanki önümüzde duruyor ve biz üç beş adım atarsak, medeni ülkeler arasında yerimizi alıyor olacaktık…
Bir serap olmalı bu…
Biz tam ulaşacakken, o daha da uzağa gitti. Sonra hepten kayboldu.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in görüp, tünelin ucunda bizim göremediğimiz “ışık” da bir serap gibi geliyor bana.
Bizim görüp de, Bakan Şimşek’in görmedikleri…
Çay üreticisi, Cumhurbaşkanı’nın memleketi Rize’de ürününü yollara döktü. Fındık üreticisi için mitingler düzenlendi. Fıstık, kavun, karpuz üreticileri yurdun dört bir yanında eylem yapıyorlar. Domates üreticileri de ürünlerini tarlada bıraktı. İşçi sendikaları konfederasyonları ortak talep metni yayınladılar. Emekli, küçük esnaf yaşamını sürdürmekte zorlanıyor. Bunları ve daha ötesini göremiyor bakan Şimşek…
Bizde hal böyleyken…
Dünyanın önemli ülkeleri ekonomilerini düzelttikleri gibi faizleri (ki zaten bizden çok düşük) indirmeye başladılar. Dolar ulusal paraları karşısında değer kaybetmeye başladı. Dünya ülke enflasyonları ortalaması % 5’lere düştü. Bizde niye hâlâ baş belası bir seviyede?
Bugüne kadar neyi yapmadık da bu çok ağır koşullarda yaşamak zorunda kalıyoruz?
Kim görevini yapmıyor?
Bu karanlık tünelden çıkmamız için ne yapmamız gerek?
Biz siyaseti ve ekonomiyi yönetmeyi beceremiyoruz!
1970’ler Türkiye’sinin toplumsal yapısını eleştiren, Vasfi Öngören’in klasikleşmiş, dillere destan oyunu “Asiye Nasıl Kurtulur?” epik bir tiyatro eseridir.
Oyunun başkahramanı Asiye’nin hikâyesi gibi ülkemiz de bu tünellere girip çıkmaktan nasıl kurtulacak?